İnsan, hürriyetine son derece düşkün bir varlıktır. Fakat buradaki hürriyetten kasıt,birtakım "izm"li sığ görüşlülerin düşündüğü gibi düzensizlik ve sınırsızlık değildir. Bilâkis;asıl hürriyetin yolu, Allah'a (c.c) tam mânâsı ile teslimiyetten geçer. Bu hususu ancak bu sırra muvaffak olabilenler anlayabilir.
Evet, gerçekten de hürriyetine son derece düşkün olan bu eşref-i mâhlukata zindan, verilebilecek en ağır cezadır belki de. Eğer basmakalıp, başıboş, fikirsiz, hazırlop anlayışa sahip biriyseniz, burası size iyi de gelebilir; bedava yemek, barınma, istemediğiniz kadar çok zaman, uyku, ve yine uyku...
Fakat kafanızda biraz olsun fikir kırıntıları, yaşanmışlıklarınız, sevdikleriniz ve sevenleriniz varsa, hele bir de burada haksız yere tutuluyorsanız, hatta dışarıda tamamlamanız gereken çok mühim bir meseleniz de varsa, zindan sizin ruhunuzu âdeta bir kıymık makinasına çeker, işkencesini ağır ağır ederken, zihninizde bir şeyleri sorgulatmaktan artık geri dönüşü olmayan, her kafadan bir ses çıkan tımarhaneye çevirir.
İşte o'na, yani nam-ı diğer Ömer Necip'e, zindan tam da böyleydi. Gördüğü her şeyi ve herkesi duyularının tümüyle duyumsayan, hayatın en basit ayrıntısı diye tâbir edilen madde,renk,canlı adına ne varsa hepsini sorgulayan, bazen bir sineğin kanat çırpışından dahi etkilenip hüzünlecek hissiyattaydı o. İnsan görmekten, konuşmaktan, gündüzden, güneşten bile utanıp sıkılacak kadar münzevi bir ruh hâleti...Kalabalık yalnızlığın işte en keskin tanımı, sükûtun en derin meftunu...
...
Rutubet kokan yatağına uzandı,yumuşak başını o kaldırım taşı yastığına koydu,her zaman yaptığı gibi beyaz pürtüklü tavanı seyre koyuldu. Elbette aslında seyrettiği o tavan maddesi değildi. Seyrettiği; gözünün önünden film şeridi gibi geçen kısa lâkin yorucu hayatıydı. Korlaşmış yüreğini buz gibi yakan hatıralar, geleceğe ait içinden çıkılmaz suâller...
Birden gözlerini sıvası yarım kalmış duvardaki saate dikti. Akrep ile yelkovanın ahengli dansını izlerken bunu bir tiyatroya benzetmişti: Akrep ile yelkovan; birbiriyle uyum içinde oynayan, lâkin birbirine sadece oniki sahnede bir defa kavuşabilen iki baş aktör...Zaman aralıkları sahneler,saatin lacivert fonu dekor, camı perde.Ve işte saatin sesi de müzikal:Tik-tak ,tik-tak, tik-tak...Hayat boyu devam eden bu tiyatro, en güzel anlarınızda dört nala koşan bir beygirin soluması kadar hızlı geçerken; işte bu zindanda, tıpkı zevcesi doğumhaneye giren bir adamın dışarıda bekleyişi yahut ters çevrilen bir kum saatinin her bir kum zerresinin düşüşü kadar yavaş geçer.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEÇHUL
Non-FictionMerhaba Ey İnsanoğlu ! Merhaba, Farsça'da "benden size zarar gelmez"demektir.Öyleyse bir kez daha Merhaba.Ben kimim,niye buradayım,ne yazıyorum, niye yazıyorum hepsi kocaman bir "meçhul"dür.O zaman kafası bizim gibi meçhul sorularla dolanlara,bilin...