Kuyu

636 34 29
                                    

Arsız bir rüzgâr sırtından eserken at kuyruğu yaptığı saçlarını havalandırıyordu. Bozkırların o yabani soğuğunu hissetmeyeli çok olmuştu. En son orduda görev yaptığında Doğu'da, o adını bile anmak istemeyeceği lanet yerde teröristlerle savaşmıştı. Ama Ateş o günleri hiç bir zaman hatırlamak dahi hissetmiyordu. Bu geceye kadar. Aradığı kuyunun bu olduğundan fazlasıyla eminken daha fazlasını düşünmek istemiyordu. Daha önce girdiği hiç bir kuyuda şimdi hissettiklerini hissetmemişti. Yere eğilip sırt çantasından gerekli malzemeleri çıkarmaya başladı. Parmaksız deri eldivenleri onu kar ayazından biraz olsun koruyordu. Bir fısıltı... Başını kaldırıp etrafta ondan başka birileri var mı diye ortalığı kolaçan etti ama her yer karanlıktı. Uzaklarda bir yerlerden ya belediyenin iş makinelerinin ya da gömü arayanların çıkardığı, bir metalin bir taşa sürtünme sesi geliyordu. Büyük ihtimalle fısıltılar da onlardan geliyor olmalıydı.

Başını sallayarak önündeki malzemelere baktı. Sadece bir halat işini pekâlâ görebilecekken her ihtimale karşı 45 mm silahını da pantolonunun beline sıkıştırdı. O bir Hazine Avcısı değildi. Herkesin bildiğinin aksine bir muhasebeci hiç değildi. O bir Büyü Bozucu'suydu ve son müşterisi olan adam onlara ağlayarak gelmiş ve karısına bir çeşit büyü yapıldığını ve onun günden güne eridiğini söylemişti. Hatta tam olarak "Bir sabun gibi günden güne eriyor..." demişti. Anneannesiyle görüştükten sonra Ateş için bu çocuk oyuncağıydı. Çocukluğundan beri anneannesinin yardımcılığını yapıyordu. Zamanla yaşlı kadının muhafızı olmuştu. Büyü şüphesiyle gelen insanları hâlâ daha ne olduğunu bile bilmediği yöntemlerle kontrol ediyor ve üzerilerinde bazı hesaplamalar yaparak büyü olup olmadığını tespit ediyordu. Eğer müşterilerinin üzerindeki büyüyü kendi başına çözemiyorsa devreye Ateş giriyordu. Bir inşaat temeline gömülü muskaya ya da bir kuyuya atılan deri, taş ve saç parçalarına ondan başka hiç bir canlı sayesinde ulaşamazlardı. Hayatlarını idame ettirmekten çok bu onlar için bir tutkuydu. Gözlerinin önünde bozulan büyüler ve mutlu insanlar görmek onları besliyordu. Anneannesi tüm geçmişini bir sır gibi saklayan doksan yaşlarında bir kadındı. Tabi Ateş öyle olduğunu düşünmüyordu. Kendini bildi bileli yaşlı kadın hiç değişmemişti ve onun kendi üzerinde gençleştirici bir iksir kullanıp kullanmadığını merak ediyordu.

Acele et...

Fısıldanan sözcükler an be an kulaklarından girip beyninde yankılandı. Soğuk bir ürperti hücrelerinde gezmeye başladı. Önce ufka ardından da kuyuya bakışlarını çevirdi. Kuyunun derin olmamasını diliyordu çünkü aracını çok uzakta bir otoyol kenarına park etmişti. Sırılsıklam bir şekilde bu soğukta o mesafeyi kat etmesi mümkün değildi. 

Hadi, güneş doğacak. Yer altının kilitleri açılacak.

Duyuları avaz avaz bağırıyor, duyduklarının gerçekliği karşısında ürperiyordu. Daha önceki görevlerinde de bu tarz sesler duymuştu ama kendi düşünceleri zannetmek o an için daha kolay gelmişti. Eğer anneannesi onu cam bir fanusun içinden izleyip onunla konuşmuyorsa bu konuşan da kimdi?

Düşünmeyi bırakıp eline aldığı burçla yere bir kazık çaktı ve halatın kancasını içine geçirip düğüm yaptı. Bir kaç kere güçlü kollarıyla halatı sıkıştırdı ve kontrol etmek için çekiştirdi. Kazık yerinden bile kıpırdamamıştı. Üzerindeki fazlalıklardan kurtularak çamurlu  kuyunun ağzına geldi ve halata tutunarak kendini aşağıya bırakmaya başladı. Kuyuda ilerledikçe rüzgâr kesilmişti ama bedenini farklı bir ürperti esir almaya başladı.

Hayır o benim!

Sesler beyninin içinde yankılanıyor ve ona düşünmek için gereken zamanı tanımıyordu.

Hayır! diye gürledi bir ses. Ona dokunmayacaksınız!

Daha cırtlak bir ses ağlamaklı bir şekilde yakınıyordu. Ona ihtiyacımız var. Bedenine ihtiyacımız var!

Duman & AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin