Gökyüzüne bakıp tüm yıldızları düşünüyorum bazen. Trilyonlarca yıldız var, ama tam anlamıyla aydınlatamıyor gökyüzünün siyahlığını. İnsanlara benzetiyorum. Bazı insanlar vardır, saf ve temiz duygularıyla aydınlatmaya çalışırlar hem kendilerini ve çevrelerini, hem de başkalarının dünyalarını. Fakat diğer gruba dahil olacak insanlar karartırlar ışıkları. Yok ederler yoğunluklarının içinde. Harcarlar en masum gelen bir ışık çizgisini bile. Dünyaya dönersek (Ki hiç dönmek istemiyorum.) bu kadar rengarenk yaşayan insanlar varken, sadece duygularının güzelliğini yeşertecek insanları mutlu etmeyi amaçlayan insanlar varken, bu yeşeren güzel duyguların üzerine bir asit döküp ‘hiç’e dönüştürenler dolu sokaklarda. Bu şey gibi, doğum günlerinde senelerce aynı hediyeyi düşleyen bir çocuğun umudu, beklediği hediye gelince içine sığmayan ruhu, başka birisinin gelip o hediyeyi gözlerinin önünde paramparça etmesinin hayal ve gurur kırıklığı. Gurur denilen şey aslında tam da içimizde olan görünmez bir kemik. Varlığı hep hissedilir fakat sadece x-ray’lerde ve anatomide çıkmaz karşımıza. O gurur denilen kemik, çatlamaya başladığı zaman durduramazsın. Ve gurur, tek noktadan kırılır. Sonra iki tarafı da şişer ve iltihap bağlar. Birleştiremezsin. Fakat öyle de kalmaz, paramparça olmaya devam eder zamanla. Bir paranoyağın düşünceleri gibi. Her kırılan gururun ufalanmaya başlar ve parçalara ayrılır. Ayrılan parçalar inancına batar. Ki, birisine inanmak en büyük intihar. Ve bu da, yaşayarak intihar etmeye giriyor ne yazık ki. Ne demiştik, “Yaşayarak intihar etmeyi seçenlere yardım edilemez.”