Beynimle vücudumun çeliştiği yerdeydim yine. Siyah sisli duvarların arasında yürüyordum.
Neresi burası?
Belki de yüzüncü defa soruşum kendime. Ama cevabı bulunmuyor. Cevabı yok biryerlerde. Boşlukta sanki bu soru. Tıpkı burası gibi zifiri karanlıkta kaybolup gidiyor.
Beynim "koş!" diyordu fakat bedenime söz geçiremiyordu. Korku yine tüm bedenimi sarmıştı. Aralanan kapılarla dolu koridorda durdum. Etrafımı iyice inceledim. Ayrıntıları gözükmeyen sınıflarda tek görebildiğim tozların arasında bir delikten içeriye süzülen gün ışığıydı. O kadar odaklandım ki ışığa, kaçış yolumun o olabileceğini düşündüm bir an. Karanlığın esir aldığı bu eski okul, beni içine çekiyordu. Aniden hoparlörlerden gelen tiz bir cızırtıyla nefesim kesildi. Git gide beni yutan bu bina, kazanmam için oldukça zordu.
Yalnızlık önüme bir duvar örmeye başlıyordu. Bu karanlıklardan çıkmamın bir yolu olmadığını biliyor, aklımı okuyordu. Beni korkularıma hapsetmek için elinden geleni ardına koymuyordu. Kimi zaman bir adada oluyordum, tek başıma ve yalnız. Kimi zaman bir mezarlıkta, kimi zamansa açık kapısı olmayan perili bir evde. Vakit her zaman geceydi, her zaman karanlık.
Delikten gelen ışık azalmıştı. Bu bir adım gerilemeye yetti. Gözlerimi fal taşı gibi açmış etrafı gözetliyordum. Babam çok güzel gözlerim olduğunu söylerdi hep. "Buz prensesine benziyorsun." derdi. Öyle dediğinde hemen aynanın karşısına geçer gözlerimi inceledim. Şimdi bu karanlıkta ne aynayı bulabilirdim. Ne de gözlerime bakabilirdim. Daha önemli işlerim vardı benim, yeniden yaşamak gibi.
Bir an duraksadım. En son ne zaman yeni bir anı yaşamıştım? Hatırlaması güçtü.
Şu an hangi tarihteyiz? Ne zamandan beri ölüyorum?
Sesli söylemek istedim bunları hatırlamak istedim. Eskisi gibi, yaşamak istedim. Zihnimi geri sardım, çok geri...
"Seni çok seviyorum baba."
"Ben de seni prensesim."
"Beni, beni sevmiyor musun yoksa?
"Seni de çok seviyorum anneciğim. Lütfen gitmeyin."
"Ama gitmek zorundayız hayatım."
6 yaşındayım. İlk defa anne ve babamsız kalacağım yerde, kreşteyim. Ardı arkası kesilmeyen damlalar akıyor gözlerimden. Annem bana sarılıyor.
"Neden girmemizi istemiyorsun?"
Neden gitmelerini istemiyorum sahiden? Sormak bile saçma. Korkuyorum çünkü, şimdiki halime düşmekten korkuyorum.
Ağzımdan titrek bir kelime çıkıyor.
"Korkuyorum" Korku. Bunca zaman bana bunları yaşatan kelime. Korku benim için neydi? Korku o zamanlar annemin elini bırakmamam gerektiğini söyleyen duyguydu. Korku, oyun oynarken çok uzaklaşmamamın nedeniydi. Korku farklıydı. Korku, korkmam gereken bir histi işte.Annem kulağıma eğildi. Ilık nefesini kulaklarımda hissettim.
"Sana bir sır vereyim mi 'Buz Prensesi'?" Heyecanla kafamı sallayarak onayladım. Annem daha da yaklaştı ve ağzından o üç kelime döküldü:
"Korktuğunda fısılda yıldızlara."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korktuğunda Fısılda Yıldızlara
RandomUçsuz bucaksız bir sessizliğin içinde korku. Simsiyah bir boşlukta, simsiyah bir karanlık korku. İliklere lime lime işleyen dondurucu soğuk korku. Korku, yapmak ya da yapmamak. Korku, korkulması gereken his.