***
"Bu lanet olası yatakhane nerede?!"
Yeni okulumun içinde belki bir saat boyunca yatakhane arayıp durdum ve en sonunda en üst katta yatakhanenin kızlara ayrılan bölümünü buldum. Elimdeki kağıt parçasına baktım 'N-17' Sonunda odamı bulabilmiştim. Kapıyı açtım ve içeri girdim... Belki de burası kızların yatakhanesi değildi.
Buz mavisi gözleri olan genç bir çocuk, elinde yeni çıkardığı tişörtü ve mükemmel göğüs kaslarıyla bana bakıyordu. "Pardon?"
Gözlerimi o baklavalardan uzak tutmaya çalışarak çocuğun gözlerinin içine baktım. "Ben... Şey... Eee..." Yutkundum. "Şey diyecektim ben ya..." Saçmaladığımı fark ederek sustum. Mavi gözlü çocuk yanıma gelerek elimdeki kağıdı aldı ve baktı. "Burada N-17 A yazıyor. Bir üst katta."
"Burası sonuncu kat değil mi?" diye sordum safça.
"Çatı katı var." dedi çocuk soğukça. Yani onun odasına öylece daldığımı düşünürsek bana soğuk davranmakta haklıydı.
"Bekle, ben şimdi çatıda mı uyuyacağım?!"
Çocuk bana bakarak omuzlarını silkti. Sonrada dalga geçer gibi yatağa oturup bana baktı. "İstersen gel beraber uyuyalım."
Suratım kıpkırmızı bir halde onun odasında çıktığımda arkamdan seslendi. "Kapıyı kapatmayı unutma."
Kendi kendime söylenerek çatı katına çıktım. Resmen kül kedisi durumuna düşmüştüm, çatı arasında uyuyacaktım. Odayı bulduğumda, çevrede başka hiç yatak odasının olmadığının fark ettim. Benim odam yatakhanenin dışındaydı. Kapıyı usulca açarak içeriye girdim ve... Hayran kalmıştım.
Tavandaki kubbe şeklindeki pencereden yıldızları görebiliyordum. Hayal bile edemeyeceğim kadar güzeldi. Tam pencerinin altında kocaman bir yatak ve köşede ise dolap vardı. Dolabın üstünde ise yeni okul formam asılıydı. Mavi bir gömlek ve kenarında hilal şeklinde bir ay işareti olan beyaz ceket. Dolabı açtığımda ise içinin boş olduğunu görüp suratımı astım. Yanımda giysilerimi getirmemiştim, zaten öyle elbiselerim falan yoktu. Unuttunuz mu, ben kahinlerle büyüdüm. Odanın biraz turladıktan kendi banyom olduğunu keşfettim. Bu okulu kesinlikle sevebilirdim. Uzun köpüklü bir banyonun ardından kendimi yatağa bıraktım. Hani bazı insanlar huzursuz olup bir türlü uyuyamazlar ya, çok şükür ben öyle değilim. Anında uykuya dalabiliyorum.
***
Ertesi gün okulun ziliyle kalktım, kendimiz alarm kurmamıza gerek yoktu. Uyanmamız gereken zamanda okul zili çalıyordu. Bunu da dün müdüre anlatmıştı. Yani dinlemişim değil mi?
Okul formamı giyip, beyaz ceketin bana ne kadar yakışabileceği düşündüm. Saçlarımı bir güzel tarayıp salık bıraktım ve kordira çıktım. Aslında bir ders programım falan yoktu. Müdüre, canın hangi derse girmek isterse ona gir demişti. Yinede ilk gün heyecanı kendimi dersliklerin önünde bulmuştum. Hayatım hiç okul gibi toplulukların bir mekana gelmemiştim. Kahinler, beni dokunulmazlığı olan biri olarak büyütmüşlerdi. Hiç arkadaşım olmamıştı mesela, izin vermemişlerdi. Şimdiyse zorla getirildiğim bu okul, belki de bana bu tarz şeyleri yaşamam bir şans olacaktı. Belki de ben öyle sanmıştım...
Koridora daha ilk adımı attığım anda bütün gözler bana döndü ve sesler kesildi. Hani kalabalık bir ortama girersinizde herkes aynı anda size bakar ya... Bir anlığına ne yapacağımı şaşırarak etrafıma bakındım. Böyle şeylere alışık değildim, elim ayağım birbirine dolanmıştı. Ayrıca bana bakan kişilerden yükselen fısıltılar, ortama pek iyi bir giriş yapmadığımı söylüyordu. Sonra birden fark ettim, okul üniformam onlardan farklıydı. Benim ceketim beyazdı, onların ki ise mavi. Benim üzerimde Mensis ırkının 'hilal ay' simgesini taşıyordum, onlarsa Solis ırkının 'ebedi güneş' simgesini... Okul, iki farklı ırk için iki farklı forna tasarlamıştı. Fakat sorun şu ki; ırkımın yaşayan son üyesi bendim. Üzerimde gezinen gözleri umursamaya çalışarak sınıflardan birine girdim. İstediğim sınıfa ve derse girme hakkım vardı sonuçta. Kimse bir şey diyemezi. Sınıfta bulunan üç beş kişi susup bana odaklansa da, ben sakince sıralardan birine geçip oturdum.
"Hey baksana."
Arkamı dönerek sesi sahibin olan çocuğa baktığımda resmen öyle kalakaldım. Bu nasıl bir taştı böyle?! Bir insan ancak bu kadar mükemmel olabilirdi, çocuk inanılmaz derecede yakışıklıydı ve suratı tamamen kusursuzdu.
"Dilini mi yuttun?"
Benimle mi konuşuyordu? Evet, benimle konuşuyordu!
"Hayır taş..." derken sustum, yine ne saçmalıyordum. "Bir şey mi oldu?" diyerek düzelttim cümlemi.
Çocuk gamzelerini göstererek gülümsedi ve elini dostane bir tavırla bana uzattı. "Ben Adrian."
"Bende Azrel." dedim, onun elini tutup sıkarken. Adrian gülümseyerek yanıma oturdu. "Memnun oldum. Sen son Mensis olmalısın, hani şu ailesi asılan..." Bir anlığına duraksadı, bunun beni inciteceğini düşünmüş olnalıydı. Ailesi asılarak idam edilen kişi olarak hatırlanmak pekte hoşuma gitmemişti, gerçekten de. Adrian konuyu değiştirmeyi tercih etti. "Ben, Ateş Ulusu'nun prensi ve ilk sıradaki varisiyim. Kalan son Mensis sen olduğuna göre, kendini benim Mensis'im yapmaya dersin?"
"Bunu bir evlenme teklifi olarak mı kabul etmeliyim?" dedim, suratımı buruşturarak. Mensis, kimi seçerse o kişinin gücü artacaktı. Bu çocukta açıkça beni kullanmayı teklif ediyordu. Adrian'a baktığımda ise o gülüyordu. "Evlilik mi? Neden olmasın. Tahta çıktığım zaman, bir Mensis'e sahip olmak işime yarar. Tabii ki kraliçemde olabilirsin."
"Hayır." dedim kafamı iki yana sallayarak. Onu tanımıyordum, kimseye güvenmemem gerektiğini zor yoldan öğrenmiştim ben. Ayrıca bu yapacağım o kadar kolay bir şey değildi.
"Hayır mı?" diye tekrarladı Adrian, tek kaşını yukarıya kaldırıp. Her ne kadar onun suratının mükemmel olduğunu düşünsemde, yüz ifadesi sanki hayatında ilk kez hayır kelimesini duyuyormuş gibiydi.
"Hayır." dedim ikinci kez. "Teklifini reddediyorum."
O arada yan sıradan gelen bir sesle irkilerek arkamı döndüm. Kızın biri elindeki kitabı düşürmüştü, Adrian'a özür diler gibi bakıp hızla sınıftan çıktı. O an, bütün sınıfın bizi izlediğini anladım. Ayrıca Adrian'ın tuhaf bir şekilde otoritesi vardı ki, kimse ağzını dahi açamıyordu. Belki de gerçekten hayatında ilk kez biri onu reddediyordu.
"İyi düşün, güzelim." dedi Adrian mırıldanarak. "Sonucunda sende benim ateş elementime sahip olursun, gayet makul bir anlaşma. Üstelik birde seni kraliçem yapmayı teklif ettim." Uzanarak çenemi tuttu ve yüzümü kendisine doğru çevirdi. Onun gözlerinin aslında ateş kırmızı olduğunu fark etmiştim, saçları da çikolata renginde kahverengiydi. Kusursuz bir uyumu vardı. Adrian yanımdan kalkıp sınıftan çıkarken arkasından bakakalmıştım.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELEMENT: Yıldırım
Viễn tưởngHiç küçükken süper güçleriniz olsun istediniz mi? Suya hükmetmek, uçmak, telekinezi, görünmez olmak... Hiç hayal ettiniz bunlardan birine sahip olmayı? Ben hayal ederdim, hemde her gün. Sürekli güçlerime kavuşacağım anı beklerdim. Aldığım eğitimleri...