2. Bölüm; İkinci Karşılaşma

118 18 8
                                    

Bir kış klasiği olarak, kara bulutlardan kurtulmaya karar veren yağmur damlaları birbirleriyle yarışırcasına hızlı hızlı yeryüzüne kendilerini bırakıyorlardı. Damlalar 'kalk artık' dercesine en ciddi halleriyle penceremi tıklatıyordu. Uyandığım halde gözlerimi açmadan üstümü sıkıca örterek yağmuru dinlemeye başladım. Ben yağmurlu günleri çok severim. Yazın ortasında bile parçalı bulutlu hava bana. Bir tek bana. Benden başka herkes günlük güneşlik. Ben karanlığım. Bende havalar soğuk olduğu için yalnızım. Kimse yağmuru sevmiyor. Halbuki kimse bilmiyor ki; yağmur havayı açar, yağmur yağdıysa güneşli günler yakındır. Yağmur toprağı ıslatır çamur yapar. Buram buram çamur kokar her yer. Rahatlarsın. Sık ağaçların olduğu yerde, yağmurun ıslattığı ağaçlardan kaynaklanan nem hava soğuk da olsa ısıtır seni. Yağmurla birlikte yağar duyguların, kafandaki yığınla düşünceler. Güneşli günleri seven insanlar hayatı toz pembe yaşarlar. Güneşi sevmek kolay, asıl iş yağmuru sevmekte. Herkes güneşi severse, yağmur kime yağacak?
Yataktan çıkmak istemiyor, gün boyu bu sesi dinleyerek hayaller dünyamda gezintiye devam etmek istiyordum. Ama sınav buna izin vermiyor, beynimin yarısından fazlasını stresiyle ele geçirmiş ve bundan oldukça memnun olmasının beraberinde, başka birşey düşünmeme izin vermiyordu. Hazırlanıp evden çıktım. Ha! Az kalsın şemsiyemi unutuyordum. Şimdi hazırım. Kapıdan adımımı attığımda rüzgar ve arkadaşı yağmur, şemsiyemi açmama dahi izin vermeden sertçe yüzüme çarptılar birlikte. Bunların derdi neydi? Yağmur damlaları kime kızmıştı da bu kadar agresif atıyordu kendini yeryüzüne. İçeri girip şemsiyemi açarak sakince çıktım dışarı. Rüzgar geçen gün ona karşı koymamı içerlemiş olacak ki, en sert bana esiyordu. Anlaşılan yağmuru da bana karşı örgütlemişti. Savrulan saçımı hiçbir şey olmamış gibi kulağımın arkasına sıkıştırmama sinirlenen rüzgar aniden ters yönden eserek şemsiyemi kırdı. Islanıyordum. Islanmaktan ziyade, yağmur damlaları yüzüme ve vücuduma o kadar sert çarpıyordu ki adeta beni dövüyor, cezalandırıyordu. Durağa koşmayı düşündümse de dikkatlice baktığımda orada bir iğneyle bile yer olmadığını görünce aniden durdum ve kendimi oldukça sinirli yağmurun hedefi olmaya mahkum ettim. Dolmuş bi türlü gelmiyordu. Aniden yağmur benim için durdu, 30 santim öteme düşen damlalar asfaltı dövmeye devam ediyordu. Ne olduğunu anlamak için kafamı çevirdiğimde onu gördüm. Tekrar gelmişti, bir kez daha yanımdaydı. Masmavi gözleri, ilk karşılaşmamızdaki samimiyet ve masumiyetinden hiç birşey kaybetmemişti. Aynı sempatiyle gözlerimin içine bakarken, sanki birbirimizi gayet iyi tanıyormuşuzcasına "Günaydın" dedi bana. "Günaydın" dedim. Sesimde soru sorarcasına bir ton vardı. "Ne yani yanında şemsiyeyle bekleyip ıslanmana izin mi verseydim?" dedi ve o meşhur gülücüğünü suratına yerleştirdi. Bende bunu duyunca gülümsemekten kendimi alı koyamadım.
-Okula sanırım?
-Evet
-Kaçıncı sınıfsın?
Aynı zamanda durağa doğru yürüyorduk
-Son sınıftayım.
Yağmurun artan şiddeti bizi daha çok yakınlaştırıyor, küçük şemsiyenin altındaki koca hayal dünyamın ürünleri gittikçe artıyordu. Esmer teninden yayılan o müthiş koku, bir fanus gibi etrafımı çevrelemiş, ondan etkilenmem için beni teşvik ediyordu. Başarıyordu da. Birden sordum:
-Sen kaçıncı sınıftasın?
Sempati ve samimiyet dolu bakışları yerini alaycı bakışlara bırakmıştı. Ne vardı ki sorduğum soruda? "Öğrenci gibi mi gözüküyorum?" diyerek sezdiğim alaycı tavrı garantilememi pek de geciktirmemişti. Ne demekti şimdi bu? Kaç yaşındaydı ki? Zihnimdeki soru işaretlerini gidermesi gerekirken daha da arttırması kafamın iyice karışmasına sebep olmuştu.Sorduğu sorunun cevabını vermek için onu dikkatlice süzmeye başladım. O da bunun farkındaydı. Çünkü, gökyüzünü sığdırdığı derin bakışlı gözleriyle, gözlerimin içine bakıyordu. Bütün masumiyet ve çekiciliğinin saklı olduğu bu bakışları, sanki gözlerimi delip içime işliyordu. Daha önce hiç tatmadığım bir duygu olan aşkın, senelerin eskitemediği kalıplaşmış tarifi olan 'onunla birlikteyken midende kelebekler uçuşuyormuş gibi olur' hissini gerçekten duyuyordum. İşte tam bu sırada, düşüncelerimin en yoğun ve duygularımın en karmaşık olduğu sırada omzuma dokunan bir elle irkildim ve ani bir refleksle arkamı döndüm. Bu sıra arkadaşım Beril'di. "Hadi ben uyanamadım, sen neden bu saatte buradasın? Heh dolmuşta geldi işte, hadi gel binelim." Ne olduğunu anlamak için kolumdaki saate bakmamla derse 15 dakika geç kaldığımı farketmem haliyle bir olmuştu. Arkamı dönerek;
-Çok geç kalmışım, şemsiyeni paylaştığın için teşekkür ederim, dedim. Bu sefer, alaycı bakışlar yerini sıcacık bir göz temasına bırakmıştı. Sanki dili tutuşmuşcasına sadece gözlerimin içine bakıyordu. Rica ederek ıslanmamam için kapının önünde geçti ve "iyi dersler" diyerek deniz gözlerini gözlerime sabitledi tekrar. Fakat o bana böyle baktığında ben ne yapacağımı şaşırıyor, daha fenası hareket edemiyorum. Tam yine yerin beni sıkı sıkıya tuttuğunu hissedecekken, şoförün uyarısıyla kendime geldim ve basamağa adımımı attım. Arkamı dönüp ona baktığımda onun zaten bana baktığını görünce, bunu bir fırsat olarak değerlendirdim ve karşılık vereceğini düşünerek küçük bir tebessümle ona hoşçakal demek istediğimi belirttim. Yanılmamıştım. O insanın içini ısıtan, karanlığa güneş gibi doğan gülümsemesi aniden yüzünde belirtmişti. Dolmuş usul usul duraktan uzaklaşmaya devam etse de, ondan gözlerimi alamıyor, camın buğusunu elimle silerek onu daha net görmeye çalışıyordum. Buğu engeli ortadan kalktığında göz göze gelişimiz, hayatımda unutamayacağım anlar listesine anında eklenmiş, hatta neredeyse listenin en başına kurulmuştu. Dolmuşun yavaşça hareket etmeye başlaması, geçen günki eziyet gören hayal ve umutlarımı getirmişti aklıma. Bu sefer biraz daha farklıydı. Hayal ve umutlarımın baş kahramanı olmaya hak kazanan bu adam, orada kalmıştı ve ben oradan uzaklaşıyordum. Bu kendimi eksik ve kırgın hissetmem için yeterli bir sebepti. Gün boyu onu düşünmüş, bahsettiğim soru işaretlerini kendi çabalarımla gidermeye çalışmıştım. Tahmin edersiniz ki başarısız olmuş, hatta bu da yetmiyormuş gibi bu soru işaretlerini daha da arttırmıştım. Ve o an aklıma yine aynı sorunun gelmesinin beraberinde oradan uzaklaştım:"Neden yine adını sormadım?"

DENİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin