Yağmur yağmaya başlamıştı ve ben hala sokaktaydım. Eve gitmeye niyetim yoktu. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Meydana doğru yürüdüm. Üstü kapalı banklardan tekine oturarak telefonumu kurcaladım. Gerçi kurcalayacak pek bir şey yoktu fakat en azından oyalanmama yardımcı oluyordu. Ben telefonda biraz oynarken yağmur da hızlanmaya başlamıştı. Telefonu kapayıp biraz ıslanmaya karar verdim. Yavaş yavaş köprüye yol aldım.
Yaşadığım bu yerde sevdiğim ilk ve tek yer bu köprüydü. Bir şeylerden her kaçışımda burada turlardım, ara sıra adaya veya bulvara gidip gezerdim. Çünkü buralarda ırmağın eşliğinde düşünmek daha kolay oluyordu.
Öncelikle olayları teker teker düşündüm. Artık çok büyük bir sorumluluğum vardı. Ailem benim gösterime geliyorlarken Yeşilırmak'ın sularında can vermişti... Aslında nefret etmem gereken bu ırmağı çok seviyordum. Teyzemlerde kalıyordum. Ve oraya asla alışamayacağıma emindim çünkü teyzem anneme benziyordu ve ben onu gördükçe kahroluyordum. Ailemden bana tek hatıra kardeşim kalmıştı ve ben ona sıkı sıkı sarılıyordum, adeta onun için yaşıyordum. Neyse... Biraz yürüdükten sonra eve gitmeye karar verdim. Biraz yürüyünce eve vardım. Saate baktığımda 17.05 olduğunu gördüm. Sırtımdaki çantayı kapının kenarına bırakarak kardeşimi okula almaya gittim. Okulun bahçesinde biraz bekleyip zil çalınca sınıfına gittim. Kardeşim birinci sınıfa gidiyordu ve benim en önemli emanetimdi. Okul çantasını aldıktan sonra birlikte eve gittik. Eniştem ve teyzem işteydiler. Bu yüzden önce kardeşimin ödevlerini açarak önüne koydum. Ben yemek hazırlayana kadar ödevlerini bitiriyordu zaten. Yemek yapmayı yeni öğrenmiştim ve yavaş yavaş alışmaya çalışıyordum. Yemek yapmaya çalışırken telefonumdan gelen mesaj sesi ile irkildim, mesaj teyzemdendi:
"Tatlım, ben bu akşam nöbete kalıyorum gelemeyeceğim, eniştenle idare et tamam mı? Ayrıca hiç yorma kendini enişten gelince o size yemek yapar." Bir şey yazma gereği duymamıştım çünkü zaten yemek yapmaya başlamıştım. Yemeği yaptıktan sonra kardeşimle birlikte karnımızı bir güzel doyurduk. Birlikte bir saatlik kitap okuma etkinliğimizi de yapınca artık her şey tamamdı. Tam odamıza geçmiştik ki zil çaldı. Eniştem gelmişti.
"Hoşgeldin enişte, ben de yemek yapmıştım, senin için hazırlayayım." dedim fakat ben hazırlarım diyerek odama gidebileceğimi söyledi. Yarın psikolog ile randevum vardı. Annemi, babamı ve iki kardeşimi kaybedince depresyona girdiğimi iddia eden teyzem yüzünden gidiyordum psikoloğa. Bir işe yaradığını pek sanmıyordum fakat teyzeme ısrar etmeye takatim yoktu. Odama geçtiğimde kardeşim uyumuştu. Uyuyasım hiç yoktu, bu yüzden ışığı kapatıp yatakta oturdum. Perdeyi de sonuna kadar açarak yıldızlara baktım. Eğer hala tutunuyorsam bunun sebebi sadece kardeşimdi. Onun annesi artık bendim. Onu düzgün sekilde yetiştirecek olan, meslek sahibi olması için dersleri ile ilgilenecek olan bendim. Kendim için ise yapabileceğim pek bir şey yoktu. Ailemi özlemiştim. Neyse... Kafamı artık tartamıyordum. En sonunda yatmaya karar verdim.
Sabah kalktığımda ensem yanıyordu. Kafamı gömmüş olduğum yastığımdan kaldırdım ve enseme dokundum. Çok sıcaktı, kafamı kaldırıp baktığımda pencerenin perdesini kapatmamış olduğumu gördüm. Ve güneş direk enseme vuruyordu. Kalkıp perdeyi kapattım ve saate baktım. Psikoloğa gitmek için daha iki saatim vardı. Kardeşim uyuyordu. Derin bir nefes aldım. Eksikliğini hissettiğim o kadar çok şey vardı ki... Kalktım ve mutfağa gittim. Teyzem kahvaltı hazırlıyordu.
"Günaydın teyze."
"Günaydın canım benim. Naber? Rahat uyudun mu?"
"Tabii. Uyudum." diyerek gülümsedim. Pek konuşasım yoktu.
Diğerleri de uyanınca hep birlikte kahvaltı yaptık. Daha sonra odama gittim. Psikoloğa gidecektim nihayetinde, hazırlanmalıydım. Üzerime, elime ilk geçen pantolon ve tişörtü geçirdim, saçlarımı da toplayınca artık hazırdım. Çantamı da alarak istemeyerek evden çıktım. Gelen ilk dolmuşa el ettim ve yaklaşık 5 dakika süren bir yolculuğun ardından hastaneye varmıştım.
"Merhaba Beyazıt Bey."
"Merhaba İkra hoşgeldin. Geç bakalım otur şöyle."...
Bu adamı pek sevmiyordum. Hep aynı şeyleri anlattırıyordu ve hep aynı nasihatleri veriyordu. Bazen keşke bana olay anlattırmasa diye düşünürdüm. Olay anlattırmasa da güçlü bir antidepresan verse... En azından gece gündüz uyurdum. Her neyse...
Dolmuş tam evin önünde bırakmıştı. Hızlı adımlarla eve yürüdüğümde dış kapıda bir zarf gördüm. Elime aldım, kapının kilidini açarak eve girdim. Elimdeki zarf elektrik faturasıdır belki diye pek önemsemeden masanın üstüne attığımda dikkatimi kırmızı bir yazı çekti.
"Bu zarf yalnız senin için İkra."
Yalnız senin için mi? Zarfı evire çevire kontrol ettim fakat ne bir adres ne de gönderene dair herhangi bir şey vardı. Merakla zarfı açıp okudum.
"Ailenin bir kaza yüzümden öldüğünü sanıyorsan yanılıyorsun."
Ne? Yanılıyor muyum? Sanırım biri benimle ciddi derecede dalga geçmek istemişti. İçimden küfürler savurarak mektubu dolabıma attım. O kişiyi bulduğumda mektubu uygun bir taraflarına... İnsanlar neden yaraya tuz basmayı çok sever ki? Sinirden gözlerim sulanmıştı. Hatta öyle ki gözlerimden akan yaşlarla boğuşmak zorunda kalmıştım. İnşallah geçersin sen benim elime. Her neyse...
Derin bir nefes aldım. Üzerimi hiç değiştirmeden yine attım kendimi dışarı. Telefonu elime aldım, kulaklığın düğümünü açtım ve en sevdiğim müziği açtım. Yavaş yavaş yürüdüm, meydandan geçtim ve köprüye vardım. Tam ilerlerken bir el omzumdan tutunca irkildim. Arkamı döndüğümde Mehmet Akif'i karşımda gördüm.
"Başın sağ olsun İkra."
Buna sadece "dostlar sağolsun" anlamında kafamı sallamakla yetindim. Fakat o devam etti.
"Nasılsın? Karşılaşmışken seninle bir konu konuşmak istiyorum."
"İyiyim. Neymiş o?"
"Bizim buraya bir gazete çıkarmaya karar verdik. Ben de senin birkaç yazını okumuştum, ve beğenmiştim de. Bu yüzden seni bizim gazeteye köşe yazarı olarak davet etmek istiyorum. Ne dersin? Hem de kafa dağıtmana yardımcı olur."
"İl geneli bir gazete mi?"
"Evet."
"Neden olmasın."
"Oh! Ekip tamamlandı. Yarın öğleden sonra saat ikide meydandaki Kızılay binasında ol. Toplantı orada yapılacak."
"Peki. Yarın görüşürüz."
"Çok teşekkürler, görüşürüz yarın." dedi ve gülümseyerek gitti. Vay be!Ayaküstü kafa dağıtacağım bir etkinliğe katılmıştım. Her şeyde bir hayır varmış demek ki. Derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim. Köprüyü geçip yolun aşağısından devam ettim. Akasya ağaçlarının insanı cezbeden kokusu, burun direklerini sızlatan yosun kokularına karışıyordu ve ben bu kokuyu seviyordum. Bu güzel koku eşliğinde biraz daha oyalanıp eve geçmeye karar verdim. Bugün psikoloğa gitmek için staja gitmemiştim fakat yarın okul vardı. Ama yine gitmeyecektim. Sonuçta gazete çıkarmak okuldan daha değerliydi.
Eleştirilerinizi bekliyorum :)