"Hey! Bebeğim! Saat 7 buçuk! Hadi kalk ve kahvaltını yap tatlım!"
Sonunda annemin sesi duyulmuştu. 7'de uyandığım halde hala yataktaydım. Beni 7'de uyandıran şey ise lanet olası alarmımdı. "Tamam," dedim. "Kalktım bil." Kapım tıklatıldı. Giren annemdi. Okul üniformalarımı ütülediğini söyledi. Kalkıp kendimi kapıya doğru yönlendirdim. Merdivenlerin başında evcil köpeğim Bruno'nun beni beklediğini buldum. Önce biraz şaşırdım, çünkü Bruno bu saatlerde sıcacık yatağında uyuyor olurdu. Sonra hatırladım. Bugün okula köpeğimi de götürecektim. Onu kucağıma alıp "Günaydın, Bruno." diye fısıldadım. Aşağı indiğimde ellerimin arasından fırlayıp mutfağa koştu. Nedenini biliyordum. Acıkmış olmalıydı. Ona sadece biraz su verdim. Zaten fazlasıyla yiyecekti. Sadece 1-2 saat sabretmeliydi. Bana yalvaran gözlerle baktı ama onu yine de görmezden geldim.
Kısa bir duşa girdim. Sabahları duş almak beni en çok rahatlatan şeydi. Duştan sonra, aynaya baktım. Yüzümü ezberlemeye çalıştım. 5 dakika içerisinde ne kadar çok kusurumun olduğunu gördüm. Aynı zaman bir o kadar da güzel olduğumu. "Fena değilim," dedim kendi kendime. "Bunca yılı bu suratla geçirebildiğime göre, bugünüde geçirebilirim sanırım." Yaklaşık yarım saat boyunca banyoda kalmışım. Saat 8'i bulmuştu. Acele etse iyi olacaktı. Hemen mısır gevreğini çıkarttım. Buzdolabındanda sütü. İşte kahvaltım hazırdı. Bir kaseyi hızlıca mideme indirdim. Dişlerimi fırçaladım ve seri bir şekilde merdivenleri tırmandım. Üniformalarımı giydim. Tabii ki yakamın altta kalan, görünmeyen kısmına denizkızı şeklindeki broşumu takmayı unutmadım. Bunu bana babam vermişti. 6 yaşlarında olmalıydım. İskeledeydik. Sadece ikimiz vardık. Denizde bir sürü büyük balık vardı. Balıkların bir kısmı hafızamdan silinmiş olmalıydı ama kesin olan şey bu balıklarda tuhaf bir şeyler vardı. Hayatımda bu kadar büyük balıklar gördüğümü hatırlamıyorum. Ayrıca balıkların kolları ve elleri olduğunu sanmıyorum... Neyse, Bruno'nun çantasını hazırladım ve eşyalarını kontrol ettim. Herşey tamamdı. Sırt çantamı ve Bruno'nun çantası alıp aşağı indim. Okulum ve evim arası neredeyse 70-100 metre vardı. Yol boyunca Bruno'yu tasmasıyla dolaştırabileceğimi düşündüm. Okulun hemen önünde Bruno'yu ellerimin arasına, koynuma aldım. Çünkü etrafta bir sürü yırtıcı köpek vardı. Onlarla uğraşacak zamanım yoktu. Köpeklerin yanısıra, bir sürü hayvansever vardı. Onlardan birine rastlarsam bir sürü gibi üzerime geleceklerini biliyordum. Dikkat çekmemeye çalışarak usulca ilerledim. Sanki yüzbinlerce kişi beni izliyordu. Oysaki şuan da beni izleyen bir kişi bile olmadığından emindim. Sonunda okula girdim. Sınıfım 3. kattaydı. 2. katta Amanda'yı yakaladım. Hemen yanına sokuldum. "Johanna," dedi. "Bruno'yu getirmişsin." "Evet." dedim. 3. kata geldiğimizde "Dolabıma gidiyorum, sende gel." dedi. "Tamam" dedim. Kafasını dolaba gömmüşken bir kaç şey sordu. "Ne düşünüyorsun?"
"Ne hakkında?"
"Onun hakkında,"
Bunu söylerken kafasını 5 dolap uzaklıktaki çocuğa işaret eder gibi salladı.
"Hoş çocuk."
"Onu tanımıyorum, ve tanımama gerek yok."
Amanda birdenbire gözlerini üzerime dikti,
"Artık şu yabaniliğinden kurtulsan iyi olur!" dedi.
Sınıfa giderken hiç konuşmadık. Kapıdan içeri girerken, arkamdan bir ses yükseldiğini duydum. Sese aldırış etmeden, yürümeye devam ettim. Bu sefer sesi omzumda hissetim. Arkama dönüp bakmak zorunda kaldım. Koşarak kaçmamak in kendimi zor tutuyordum. Bana "Merhaba," dedi. Dilimi yuttum. Çünkü bunu söyleyen oydu.
Jeremy Jacob.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizkızı
AdventureBu hikayede normal bir genç kızın hayatından bassediyoruz, tabi, denizle alakasını saymassak!