İstanbul... Kartal minibüs durağı... Saat gece bir buçuk... Genç adamın kol ağızlarından soğuk rüzgar içeri sızınca, pardesüsünün yakasını iyice kaldırdı. Bakışları önünde, kolunun altında çantası, alt geçide doğru ilerledi. Düşünüyordu bir yandan.
"27 yaşın bu kadar çalkantılı olacağını tahmin edebilir miydim? Edemezdim tabii. Bunca ünlü, hesapta herşeye sahip olan insan neden 27 yaşında intihar etmeyi seçmişlerdir? Jimi Hendrix, Jeff & Tim Buckley, Kurt Cobain... Bir sebebi, bir nedeni olmalı. Offff... Neden psikoloji okumadım ki? Kendi kendime terapi yapmak varken, şimdi işin yoksa deli doktorlarına konuşmak için binlerce lira dök..."
Alt geçide geldiğinde önünü kesen suratsız adamı farketmedi bile. Herifin bakışları, çöplükten sızmış bir akıntıya benziyordu. Pislik... Nefret kusan gözleriyle etrafı kontrol ettikten sonra çektiği bıçağı boynuna doğru uzatıp "Ver lan çantanı cüzdanını! Telefonunu da!" diye hırladı. O, düşünceleri içine gömülmüş şekilde bir adım daha attı...
"Yaşamın pisliğiyle mücadele etmektense, ölmeyi seçmenin onurlu olduğunu söyleyenler, gerçekten zamanı geldiğinde onurlu bir amaç için hayatını feda edemeyecek kadar korkak olanlar değil midir? Elbette... Elbette... Kendi yaşamını almak, korkaklığın, yaşamın sorumluluğunu üstlenemeyecek kadar güçsüz olduğunun en büyük göstergesi. Yaşamayı dünyaya borçluyuz. Biyolojik materyal fazlası olmak için gelmedik bu dünyaya. İz bırakmadan kaçmak... Bana göre değil...Hem de hiç..."
"Dediğimi duymadın mı orrospu çocuğu! Paranı ver, deşerim lan seni!". Hırsızın sesini duyan iki kişi daha tünelin diğer tarafından yaklaşmaya başladı. O ise arkasından gelen iki kişiyi de farketmedi, düşünceleri öyle yoğunlaşmıştı ki etrafındaki havayı katılaştırıyordu. Serserinin ortaklarından birisi, ceketin altından bir levye çıkartıp havaya kaldırdı...
"Yaşamak lazım... Doğru olan bu... Dünyaya bir şeyler vermek için yaşamak lazım."
İlk önce levyeli serseri gitti... Göğsünde müthiş bir ağrı, kasıklarına doğru sızan bir ıslaklık hissetti. Dehşet içinde solundaki arkadaşına bakmak için döndü, ama arkadaşı alnındaki yarıktan sızan kanın oluşturduğu bir gölün içinde yerde yatıyordu... Arkadaşı bıçağı onun kalbine saplamadan önce, o da levyeyle arkadaşının kafatasını parçalamıştı. Yarasını tuttu. Nasıl olmuştu bu? Geçidin çıkış tarafındaki adam dehşet içinde kendisine bakarken yere yığıldı.
"Ama nasıl yapmalı, bu dünyadaki amacımı yerine getiremeden, beş dakika sonra ölmeyeceğim ne malum? Kim güvence altında ki, ben olayım?"
Serserinin tek yapması gereken, zaten boğazına dayadığı bıçağı ufak bir hareketle çekmekti.. Ondan sonra da çekip göğsüne, böğrüne, neresine gelirse vurmak, vurmak için kaynadı içindeki hastalıklı öfke... Ama tek yapabildiği, dengesiz bir şekilde öne doğru tökezlemek, gargaramsı, sulu sesler çıkartmak oldu. Dehşet içinde iki eliyle boğazını tutarken, gırtlağından girip dilini delmiş, damağına saplanmış olan bıçağı hissetti.
Nasıl olmuştu bu? Nasıl?!
Alt geçidin tavanına bakarken, az önce parasını ve sonra da canını almak istediği gençle gözgöze geldi. Ve anladı...
Genç, yoluna devam etti.
"Offf, nereden çıktı bu düşünceler gecenin köründe şimdi? Hava da iyice ayazladı, en iyisi şuradan taksiye atlayayım da bir an önce eve gidip sıcak çikolata yapıp kitabıma gömüleyim."
Ertesi sabah işine gitmek için alt geçitten geçen vatandaşlar ve polisler, geçidin iki ucunda cenin şeklinde büzüşmüş, ağızlarından salyalar akarak bir ileri bir geri sallanan üç serseri buldular. Boş gözlerle bir daha asla geri dönemeyecekleri gerçekliğe bakıyorlardı. Önce Kartal SSK'ya, daha sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi kritik hastalar koğuşuna kaldırıldılar.
Hayat devam etti.