His Çürüğü

794 125 95
                                    

Sene 2120. Dünyanın Amerikalı bilim insanları tarafından istilasından 20 yıl sonra. Teknoloji de çığır açılmış insanlar robotik kodlarla birer kuklaya çevrilmiş ve bunun için de çok güçlü bir manyetik enerjiye sahip olan Gates'in çipi yeterli olmuştu. Gates, beynin algı merkezine -Frontal lob- yerleştirdiği bu çipi, ilk etapta çok masum bir şekilde gösterip dünya üzerinde kullanmayan kimsenin kalmamasını sağlamak için otoritelerle anlaşmıştı. Çipler takıldıktan bir yıl sonra, yüklenen kodlarla insanların hareketleri yavaşlamış gülüşleri mekanikleşmiş konuşmaları kesik kesik ve kısa cümlelerden ibaret olmuştu. Dünya üzerinde hiçbir insan duygularıyla hareket etmiyordu. Ta ki Ankara'nın 150 km güneydoğusuna* düşen göktaşına kadar. Dünyanın merkezine...

Depremler, seller, erozyonlar, yanardağ patlamaları... Hepsi bir yıkımın başlangıcında bulunuyordu. Dünya yok oluyordu ve bir hafta süren bu afetler dünyayı yerle bir etmek için yeterliydi. Bir hafta sonunda dünyaya derin bir sessizlik çökmüş etraf kırmızı bir sisle kaplanmıştı. Artık gökyüzü kırmızıydı. Yeryüzü kırmızıydı...
Küçük bir kıyamet kopmuştu ama bundan kurtulmayı başaran yüzlerce insan vardı hâlâ...

Göktaşının manyetik enerjisi o kadar yüksekti ki beyine yerleştirilen çiplerdeki enerjiyi bir mıknatıs gibi emmeye başlamıştı. Göktaşı çiplerin enerjisini sömürünce beynin algı sistemini çökerten çipler ekarte olmuş ve algı sistemini kaybetmiş insanlara geriye kalan ise sadece duyguları olmuştu. Sadece çiplerin değil aynı zamanda dünya üzerindeki tüm kullanılabilir enerji kaynaklarını kendi bünyesine hapseden göktaşı, bir mıknatıs gibiydi ve bünyesinde toplanan bu enerjiyle tüm evreni kızıllığa boyamıştı.

Güneş o kadar cılız bir ışık yayıyordu ki gündüzleri bile ortalık kırmızı bir perdenin arkasından görülüyordu. Karanlık çökmüyordu çünkü dünyanın dönme hızı* yavaşlamış ve dünya ağır aksak ekseninde bir kağnı gibi hareket ediyordu. Rüzgâr esmiyordu, yağmur ve kar yağmıyordu. Sadece yeryüzünü kızıla boyayan toprak yağıyordu. Bütün dünya küsmüştü ve hiçbir enerji kaynağı yoktu. Sanki şarjı bitmek üzere olan bir telefon gibiydi. Ekranında sürekli yanıp sönen pil bitiyor uyarısını uzun aralıklarla çöken karanlıkla veriyordu.

Evren derin bir uykuya yatmış gibiydi. Hiçbir yerden kullanılabilir enerji sağlanmıyordu ve bunu sağlamak için herhangi bir teknolojik alet çalışmıyordu. Göktaşı enerjiyi mıknatıs gibi emerken dünya üzerindeki bütün teknolojik aletleri bozmuştu. Baz istasyonları uzayın boşluğunda savrulup yok olmuştu. Arabaların motorları, telefonlar, televizyonlar, bilgisayarlar... Birer çöpe dönüşmüştü. Elektrik hiç bulunmamış gibiydi. Dünya ilk çağdaki gibi ilkel bir yalnızlığa bürünmüştü aniden.

İnsanlar ne düşüneceklerini bile bilmeyecek kadar sarsılmışken küçük bir kız çocuğu, yere düşünce ağlamaya başlamış ve gözyaşı toprağa damlayınca günlerdir yaşanan felaketlerden sonra tüm enerjisini yitirmiş dünyaya ilk yağmur damlaları düşmüştü. Ağladıkça yağmur şiddetini arttırmış kurumuş göller ve denizler yeniden dolmaya başlamıştı.

O ağlarken başka bir yerde, her şeye rağmen oyun oynamaktan vazgeçmeyen çocukların, kahkahaları ortalığı inletirken uzun bir süredir kaybolmuş güneş yeniden ışıklarını saçmış ve kırmızı perde aydınlanarak dünyanın üzerlerinden çekilmişti. Biri düğmeye basmış ve güneş geri gelmiş gibiydi.

Bu bir mucizeydi.

İnsanlar, dünyadan geriye, onlara kalan duygularını hat safhada yaşarken uykusundaki dünyayı yeni bir enerjiyle tanıştırıyordu. Duyguların enerjisi...

HİS ÇÜRÜKLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin