Hey, yine benim...
Aslında dün de yazacaktım. Üzgünüm güzelim, biliyorum, seni yalnız bırakmamdan nefret ediyorsun. Dün de yazmalıydım ama kalemim bitmişti ve annem Gideon' ın -bana Emil Skoda' yı anımsatan, tamamen annemin ısrarlarından dolayı konuştuğum, gereksiz terapistim- beni ziyarete geldiğini söyleyip beni erkenden çağırdığı için yeni bir kalem alıp buraya uğrama fırsatı bulamadım. Biliyorsun, zorunda kalmadıkça seni yalnız bırakmam ama Bay-Antidepresan-Reçetesi onu ektiğim zaman uzun bir nutuk çekiyor.
Bunları neden duvarına yazdığımı bilemiyorum. Tanrım, umarım senden başka kimse bunları okumaya kalkışmaz.
Bugün biri bana senin nerede olduğunu ve neden artık ortalıkta görünmediğini sordu. Oysaki insanların şimdiye kadar bana bunu sormamaları gerektiğini öğrendiğini düşünmeye başlamıştım. Senin nerede olduğun neden onları bu kadar ilgilendiriyor ki? Uzaktasın işte. Uzaktasın ve benim bununla ilgili yapabileceğim hiçbir şey yok. Sürekli bunu bana hatırlattıkları için sızlanmak istiyorum ama ben seni hiç unutamıyorken, hatırlatmaları nasıl mümkün olabilir ki?
İnsanlar sinirlerimi bozuyor, Odette. Canımı yakıyorlar. Bana değer veriyormuş gibi davranıyorlar ama aslında sadece acıdıklarını görebiliyorum. Kimsenin bana acımasını istemiyorum çünkü acınacak bir durumda değilim. Sadece seni özlüyorum ve seni tekrar görmek konusunda biraz sabırsız davranıyorum, hepsi bu. Ama senin gittiğini duyan herkes bir daha geri dönemeyeceğin için asla buluşamayacağımızı düşünüyor. Benim sana döneceğimi kimse düşünemiyor. Üzülmemem gerektiğini, hayatın böyle olduğunu falan söylüyorlar. En azından Luke dürüst olup sen varken iyileştiğimi ve sen gittikten sonra tekrar eski halime döndüğümü, hatta daha kötü olduğumu söylüyor. Neden böyle düşündüğünü anlayabiliyorum.
Bana kızacaksın, biliyorum bebeğim ama sana söylemeliyim. Kötü bir şey yaptım. Ashton gereğinden fazla sigara içtiğimi ve senin bundan hoşlanmayacağını söyledi. Bırakmak istedim ama ellerini tutamadığımda ellerim, dudakların doldurmadığında dudaklarım çok boş kalıyor. Ayrıca birkaç çocuğu dövdüm ve birinin boynunda sigaramı söndürdüm. Neden yaptım, inan bilmiyorum. Sadece öylece duruyorlardı ve Tanrım, ben acı çekerken insanların öylece durup gülüşebilmesi canımı yakıyor. Başkalarının da acı çekmesini istiyorum, Odette. Kendime engel olamıyorum. Bizi güldürmeyen bir hayatın başkalarını güldürmesine izin vermek istemiyorum. Zihnime kazınan son kahkahanın senin kahkahan olmasını istiyorum, başkalarının değil.
İnsanlar canımı yakıyor çünkü hiçbir şey bilmedikleri halde bana acıyan gözlerle bakabiliyorlar. Ama ben üzülmüyorum. Onlar bilmiyor ama ben, beni beklediğini biliyorum. Tıpkı çocuklarla birlikte uzaklara gittiğimde olduğu gibi, beni beklemekten asla vazgeçmeyeceğini biliyorum.
İnsanlar canımı yakıyor çünkü mutlu olabiliyorlar. Biz neden mutlu olamadık, bilemiyorum, Odette. Gerçekten mutlu olduğumu düşünmüştüm ve o kadar çabuk sona erdi ki...
İnsanlar canımı yakıyor. Çünkü sen değiller ve asla olamayacaklar. Sen onlar gibi değildin. Biliyorsun, canımı yakan sen olduğunda bile aslında hiç canımı yakmadın. Ben, senin bana çektireceğin her acıyı sevmeye hazır olduğumu düşünmüştüm. Şimdi aslında bunun o kadar da kolay olmadığını anlayabiliyorum. Belki de bu acıya çektiren sen değil, Tanrı olduğu için katlanamıyorum?
Senin parmaklarının ya da dudaklarının olması gereken boşlukları dolduran sigara ya da zihnimi uyuşturmaya çalışan haplar hiçbir işe yaramıyor. Sigara beni senin tenin kadar ısıtamıyor. Haplarsa sadece insanların zihnini uyuşturmaya yarıyor ama benim zihnimden geriye kalan tek şey senken, seni nasıl uyuşturabilir?
Ben zaten uyuşmuştum, Odette. Senden önce zaten toprağın altındaydım ve vücudumda karıncalar geziniyordu. Neden beni yeryüzüne çıkardın? Neden çukura alışmışken bana nefes almayı öğrettin? Yeraltında kalsaydım, gökyüzünün ne demek olduğunu bana öğretmeseydin, o zaman düşmenin ne demek olduğunu da bilmezdim. Ama beni uçabileceğime inandırdın ve şimdi beni yalnız bıraktığın gökyüzünde boğuluyorum.
Boğuluyorum, Odette.
Cehennemden eller uzanıp beni aşağı çekiyor. Sen cennete uçarken, ben gittikçe daha aşağı düşüyorum.
Kendimi kurtaramıyorum. Yokluğunda boğuluyorum.
-Beyaz atlı prensin Calum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
broken room ☁ calum hood
Fanfiction❝Hayaline tutunuyorum ama duvarların yıkılmasını engelleyemiyorum, Odette.❞ Hotel Room, #2