5 eylül akşamıydı. Kuzenim, kuzenimin arkadaşı ve ben teyzemlerin yazlığına gidiyorduk. Sonunda gideceğimiz yere vardık. Otobüsten indiğimizde karnımız çok açtı. Gördüğümüz ilk restoranta girdik. Bahcede bir masaya oturduk. Kuzenime ne yemek istediğimi söyledim. O siparişleri verirken bende lavabonun yolunu tutmuştum. Ama nerede olduğunu bilmiyordum. Önüme çıkan ilk kişiye lavaboyu sordum ve teşekkür ettim. Sorduğum kişi 17-18 yaşlarında, sarışın, mavi gözlü ve oldukça yakışıklı bir çocuktu. Gözüm kalmadı değil açıkçası. Daha sonra lavaboda işimi bitirip içeriye gittim. Kuzenim ve arkadaşı çoktan yemeklerini yemeye başlamıştı. Bende yemeye başladım. Ama gözüm sürekli o çocuğa takılıyordu. Neden bilmiyorum ama onda beni kendine çeken bi'şeyler vardı. Ne tesadüf ki o da bana bakıyordu. O akşam içeceklerimizi o getirdi. Yan masadaki garson birisine seslendi:
"Dolunay bey, bakar mısınız?" ve o çocuk yan masaya ilerledi. Garsonla bir şey konuştular. İsminin dolunay olduğunu öğrendim. O gece saat 3'te yattım. Ertesi sabah uyandık. Zil çaldı. Kapıdan baktığımda annemi kardeşimi ve babamı gördüm. O sevinç ve heyecanla kapıyı açtım.
"Ya ben sizi beklemiyordum."
"Siz işlerden kaçarsanız biz de kaçarız" bunu diyen annemdi. Klasik annem işte. Simit falan almışlar gelirken. Kahvaltımızı yaptık. Daha sonra plaja gitmek için hazırlandık. Plaja indik, havluları falan serdik. Ben yüzmeyi çok severim. Kardeşimle beraber denize girdik. Şu yüzmek denilen şey o kadar güzeldi ki. Size anlatamam. Ben denizde sırtüstü yüzmenin tadını çıkarırken kafama gelen topla denizin dibine çakıldım. Denizin dibine çakılmamla beni bir elin tutup kaldırması bir oldu. Su üstüne çıkıp derin bir nefes aldım. Gercekten şu an çok sinirliydim. Karşımdaki çocuğu dövmemek için kendimi zor tutuyordum. Yeni yeni hissetmeye başladığım şaşkınlıkla sinir birbirine karışmış, acayip bir duygu olmuştu. Karşımdaki o'ydu.
DOLUNAY.
"Ben çok özür dilerim bir şeyin var mı?"
"Boğuluyordun senin yüzünden gerizekalı"
"Tamam bak özür dilerim"
"Ya burda benim hayatım söz konusu, sen karşıma geçmiş kuru kuru özür diliyorsun"
"Peki o zaman şöyle yapalım bu akşam saat 8'de seni alayım, bir özür yemeği yiyelim ne dersin ?"
"Ama hesaplar senden "
"Tabii ki "
"Haydi gel çıkmana yardım edeyim"
"Teşekkür ederim" Elini belime koyarak beni destekledi. Biraz da ondan güç alarak denizden çıktım. Dolunay ayağıma bakıyordu. Refleks olarak bende baktım. Ayağım kanıyordu.
"Kötü gözüküyor" Dolunay'ın sesiydi bu. "Aynen" dedim.
"Gel bakalım buraya" deyip beni kucağına aldı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Sadece gülüyordum. Benim gülmeme bağlı olarak Dolunay'da gülüyordu. Beni yere bıraktıktan sonra ayağımla ilgilenmeye başladı. Tam o sırada kuzenim geldi.
"Kuşum noldu ayağına"
"Önemli bir şey yok abla sadece sıyrık"
Dolunay'ın sesi geldi.
"Nasıl önemli bir şey yok ? Önemli bir şey var. Yara bayaa açık. Pansuman yapmasını bilen var mı aranızda?" Tabii ki yoktu. Kuzenim savunma olarak "yapmayı bilsek ne olacak malzemeler yok zaten" dedi. Bu cümle üzerine Dolunay ile kahaklara boğuluyorduk. Gerçekten diş yapısı ve gülüşü çok güzeldi. Bir insan bu kadar kusursuz olabilir miydi ? Gülünce ortaya çıkan gamzesi ve koyulaşan mavi gözleri kalbimin hızını arttırmaya yetiyor hatta artıyordu bile. Dolunay söze atıldı:
"O zaman seni eve götüreyim orda pansuman yapayım olur mu?" Bu sözler üzerine kuzenimin gözleri büyüdü ve uyarıcı bir bakış attı. Bunun üzerine Dolunay
"Merak etmeyin öyle bir şey yapmam." dedi. Kuzenim başıyla bizi onayladıktan sonra kıyafetlerimi giymeme yardım etti. Tek ayakla seke seke eve kadar gittim. Anahtarı kapıyı açması için Dolunay'a verdim. Kapıyı açıp içeriye girdik. Ben hemen koltuğa oturdum. Dolunay pansuman malzemelerini aldı ve yanıma geldi. "Canın çok acıyor mu?"
"Fazla değil"
"Ya ben senin adını bilmiyorum"
"İrem ben ögrendin artık adımı"
"Aynen bende Dolunay memnun oldum."
"Bende"
Daha sonra bi suskunluk oldu. Kimse konuşmadı. O konuşmuyorken bile o kadar etkileyiciydi ki anlatılmaz yaşanır. "Seni burda bırakıyorum akşam saat 8'de hazıe ol seni almaya gelicem kendine iyi bak" dedikten sonra öpmek için yanıma yaklaştı. Yanağıma bir buse kondurup gitti. Yüzümde aptal bir sırıtış vardı. Bu aptal sırıtışı bir an önce yüzümden silip ne giyeceğime bakmaya başladım. Dolaptan kırmızı mini elbiseyi, siyah küçük çantamı ve siyah topuklu ayakkabılarımı aldım. Üstümü giydim, saçlarıma hafif maşa yaptıktan sonra gözüme kuyruklu eyeliner çektim ve kırmızı bir ruj sürdüm. Saat 19:45 idi. 15 dakikam vardı. Bu süre içinde yarın eve döneceğim icin bavulumun bir kısmını hazırladım. Kapı çaldı Dolunay'ın geldigini biliyordum. Hemen dışarı çıktım. Siyah spor arabasının içinde beni bekliyordu. "Selam" deyip arabaya bindim. Ağzı açık bana bakıyordu. "Sen bu kadar güzel miydin ya ?"
Dedikleri karşısında şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Kekeleyerek "evet" dedim. Bu sırada aynadan kızarmış yüzümün yansımasını görüp başımı öne eğdim. Bunu fark etmiş olacak ki başını öne eğip gülümsedi. Bu hoşuma gitmişti. Ama bir sorun vardı, arabayı çok hızlı sürüyordu. Nihayet bu eziyetten kurtulup geleceğimiz yere vardık. Arabadan inip kapımı açtı. Daha sonra elimi tuttu. Ne olduğunu anlamadan önce ona sonra tuttuğu elime baktım. "Rahat ol" dedi. "Yemem seni" bu sözleri üzerine gülümsedim. İçeriye girdik. Güzel bir masaya oturup yemek yedik. Okullarımızdan konuştuk. Hayatımızı anlattık. Garson içki getirdi. Daha 15 yaşımda olduğundan Dolunay içki içmeme izin vermedi. Fakat ben ısrar edince dayanamadı. 1 kadeh, 2 kadeh, 3 kadeh derken başım ağırmaya ve bulanık görmeye başladım. Daha sonra vücudum uyuşmaya başladı. O geceye dair hatırladığım tek şey Dolunay'ın hesabı istemesiydi...