Uyandığımda ilk buraya geldiğim yerde buldum kendimi. Yalnızdım hem de çaresiz ve açıklanamaz bir biçimde yalnızdım. Vücudum acıyla sızlamaya devam ediyordu. Ama kendimi temiz hissediyordum. Başım inanılmaz bir biçimde ağrıyordu. Gözlerimi odada gezdirdim. Aydınlık taş, geniş bir odaydı. Yuvarlak pencerelerden içeri ışık vuruyordu. Yattığım sert yerden kalktım. Taş bir yüksekliğin üzerinde yatıyordum. Eskiden yumuşak bir yatakta yattığım bir anı hızlıca beynime saplandı. Başımın ağrısı daha da şiddetlendi. Gözlerimi kapatıp anıya odaklanmaya çalıştım. Yatağın yumuşaklığını ve sıcaklığını anımsıyordum ama hepsi bu kadardı. Ne kadar düşünürsem düşüneyim anıyı hatırlayamadım. Yorgunluk içinde anın peşini bıraktım. Bir müddet sonra kapı açıldı. Yesu uzun yeşil cüppesi içinde zarifçe içeri girdi. Çok zayıf, ince uzun bir adamdı. Sarı gözleri önce odayı taradı sonra benim üzerimde sabitlendi. Elinde üzerinden duman tüten ahşaptan yapılmış bir kâse taşıyordu. Yanıma gelip kâseyi bana uzattı. Midem açlıkla guruldadı. Bana uzattığı şeye baktım. İçinde sebzeler olan bir çorbaya benziyordu.
"Bu bir süreliğine seni idare eder. İki ruhlulardan birkaçı insanların nasıl yemek yaptığını hatırlıyor onlardan bunu yapmalarını rica ettim." dedi.
Ne demek istediğini sormadan oturur konuma geçip kâseyi elinden aldım. Ve dudaklarıma götürerek bir yudum aldım. Tadı güzel ya da kötü diyemezdim ama midem kesinlikle mutlu oldu.
"Hızlı yeme hastalanırsın." diye fısıldadı. Yavaş yavaş çorbayı yudumladıkça kendimi daha iyi hissetmeye başladım. O da taş yükseltinin ucuna oturarak bana bakmaya başladı. Bir müddet sessizlik içinde oturduk. En sonunda kendimi ilk uyandığımdan çok daha iyi hissetmeye başladım. Sarı ürpertici gözlerine bakarak soru sordum
"Ne oldu?"
"Öncelikle şunu söylemeliyim ki uzun zamandır buraya gelen pek çok kişiden daha güçlüsün. Bunu takdirle karşılıyorum ama Lobo'ya pek çok sorun çıkardığını itiraf etmeliyim."
Lobo'nun adı geçince suratımı nefretle buruşturdum. Bana bakan gözleri iki saniyeliğine de olsa şaşkınlıkla büyüdü.
"Sürünün içinden bir sırtlanın kraliçelerine karşı gelebildiğini görmek gerçekten eğlenceli." deyip sırıttı. Ortamda gülünecek neyin olduğunu bilmiyordum. Son bir kaç günde o kadar çok acı çekmiştim ki bir daha gülebileceğimi ummuyordum.
"Ben buraya geleli kaç gün oldu?" Diye sordum. Sesim hala o farklı ince tınıdaydı ama konuşmak boğazımı acıttığı için olabildiğince kısık sesle sormuştum.
"İlk uyandığından bu yana 10 günden fazla zaman oldu. İki gündür burada uyumaya devam ediyorsun." diye cevapladı.
"Açlıktan ölmüş olmam gerekirdi."
"Sandığından daha güçlü olduğumuzu göreceksin. Birkaç günlük açlık bizi etkilemez. Ama açıkça söyleyeceğim eğer burada sürünün senin için avladığı avı yemeyi reddedersen açlıktan eninde sonunda ölürsün. Hem tahmin edeceğinden, isteyeceğinden çok daha uzun sürede."
Gözlerine baktım. O kanlı etin görüntüsü yeniden kafama dolmaya başladı. Şiddetle başımı salladım yeniden kusmak istemiyordum.
"Sana soru sorsam beni cevaplayacak mısın?" diye sordum. Hiçbir şey söylemeden bana baktı sonra da başıyla onayladı.
"Burası neresi?"
"Steva" diye fısıldadı.
" Onu anladım Steva da neresi."
Gözleri sertleşti ve hafifçe daha dik oturmaya başladı. Uzun zamandır sesini çıkarmayan sırtlanım birden geri döndü. Huzursuzlanmaya başladığını anladım kesinlikle sürüsü hariç kimsenin ona diklenmesini sevmiyordu. Yesu uzun süre beni süzdü sonra yavaşça rahatladı. Daha doğrusu anladığım kadarı ile kendini rahatlamaya zorladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sırtlan
AdventureToprak kanla beslendiğinde, annemiz bunu duyar. Ben canımı veriyorum anne senin çocuklarını korumak için kendimi senin kucağına bırakıyorum. Lütfen beni koru ve kolla. Yaşanılan acıların sorumlusu benmişçesine ölümü kucaklıyorum, sen de beni kucakla...