"Sırtlanlar mı?" dedim.
İçimdeki ses neşeyle haykırdı.
"Benim etim, kemiğim ve kanım. Beni soyum ve toprağım. Benim kardeşlerim. Benim kız kardeşlerim."
Dışarıdan sesler gelmeye başladı. Ani çığlıklar ve haykırışlar.
"Çekil yolumdan" diye bir çığlık duydum. "İçerideki bizim kız kardeşimiz. Bizim etimiz, kemiğimiz ve kanımız. Bizim soyumuz ve toprağımız. Yesu kız kardeşimizi ver. Yesu aç kapıyı." Hırlamalar ve çığlıklar tüm odayı doldurdu.
"Bizim kız kardeşimiz."
"Bizim etimiz, kemiğimiz ve kanımız"
"Bizim soyumuz ve toprağımız"
Yesu taş kapıyı açmak için arkasını dönüp kapıya ilerlemeye başladı. İçimdeki ses neşe ile çığlık atarken ben olduğum yerde korku ile titremeye başladım.
Kapı açıldı ve içeri birçok kadın girdi. Siyah, sarı ve kahverengi uzun saçlarını tepelerinden toplamış kadınlar. Hepsinin üzerinde aynı sarı uzun tunikler vardı. Hepsi gözlerini dikip bana bakmaya başladılar. Korkuyla oturduğum yerden kalkıp odanın köşesine çekilmeye başladım.
Kadınlardan en iri ve güçlü olanı öne çıktı. Kasları tüm ince bedenini sarmıştı. Kaşından çenesine kadar uzanan ince bir yarası vardı. Görüntüsündeki vahşet midemin kasılmasına sebep oldu. Daha da gerilemeye başladım. Kadın inanamadığım bir hızla yanıma geldi ve kaçmaya fırsat bulmadan suratıma tokat attı. Attığı tokadın gücü ile yere düştüm. Ağzıma kanım doldu.
"Bir sırtlan asla korkmaz." dedi. Sesinin benim sesime benzediğini düşündüm.
"Kalk" dedi.
"Lobo ne olduğunu bilmiyor. Bu şekilde olmaz." dedi Yesu.
"Kes sesini yılan. Kendi sürümüzle nasıl başa çıkmamız gerektiğini sürüngenlere sormuyoruz." dedi Lobo.
"Hayır, ama buranın nasıl yönetilmesi gerektiğine hala konsey karar veriyor. Bunu hatırlıyor musun?" diye cevap verdi Yesu.
Kadınlardan çığlık sesi yükselmeye başladı. Savaş çığlığı ve gülme arası bir ses. Ve kendimi tutamadan aynı sesin benim boğazımdan da geldiğini fark ettim. Çaresizlikle sesi içimde tutmaya çalıştım ama içimdeki ses çok güçlü bir biçimde haykırıyordu. Kraliçemizle böyle konuşamazsın diye düşündüğünü hissediyordum. İçimdeki ses Lobo denilen kadına itiraz edilmesinden hoşlanmamıştı.
Lobo elini kaldırdı ve odadaki herkes sustu.
"Onu alıyoruz Yesu. Eğer konseyin bir itirazı olacak olursa onları memnuniyetle dinlerim."
Olduğum yerde kafamı kaldırdım ve Yesu'ya yalvarır gözlerle baktım. Lütfen beni almalarına izin verme diye düşündüm. Lütfen, beni öldürecekler lütfen. O sırada güçlü bir tekme karnıma isabet etti.
"Bir sırtlan bir sürüngene yalvarmaz." dedi Lobo. Olduğum yerde iki büklüm kaldım. Acı midemi bulandırdı. O sırada güçlü kollar beni yerden kaldırdı. İki kişinin arasında sallanarak ayağa kalktım.
"Üzgünüm." diye fısıldadı Yesu.
***
Kadınlar beni sürükleyerek dışarı çıkarmaya başladı. Direnmeye çalıştım ama hiç bir faydası olmadı. Çok güçlülerdi. Dışarı geniş bir yeşillik alana çıktığımızda pek çok insan grubunun toplandığını gördüm. Birbirlerinden uzak biçimde toplanmış irili ufaklı gruplar. İnsanların yüzünde acıma ifadesi görmek midemin kasılmasına sebep oldu. Neden bana acıyorlar ve burada neler oluyor diye düşündüm. İnsanlar biz yürüdükçe yolumuzdan çekilmeye başladılar. Hızla ilerledik. Direnmelerime, inlemelerime karşı hiçbir tepki vermeden beni sürüklemeye devam ettiler. Yeşillik alnının bittiği yere kadar yürümeye devam ettik. Alan o kadar büyüktü ki gözlerimin gördüğü şeyleri beynim bir türlü anlayamıyordu. Uçsuz bucaksız yemyeşil bir alanda sayamadığım kadar insan vardı. Fazla iri, fazla küçük, fazla güzel, fazla zayıf, fazla şişman... Kafamı sağa sola çevirmeye devam ettim fakat bedenim o kadar sızı içindeydi ki kendimi ölecek gibi hissediyordum.
Yeşillik alan bittiğinde kuru toprak başladı. Sanki birden dünyayı kuru toprak ve göz alabildiğince sarı alan kaplamıştı. Kadınlar hızlarını kesmeden yürümeye devam ettiler. Sonsuza yürüyormuşçasına yürüdük. En sonunda burnuma keskin bir koku çarptı. Hem midemi bulandıracak kadar keskin hem de evimin kokusunu almışımcasına yumuşak bir koku. İçimdeki ses neşeyle ev diye haykırdı. İlerledikçe koku arttı. İçimdeki ses ev diye haykırmaya devam etti. Yuva, ev, toprak!
Benim yuvam, benim evim, benim toprağım.
Kokunun izinden sürüklenmeye devam ettim. Hiç kimse hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Sonunda büyük bir çukura benzeyen bir yere geldik. Önce Lobo ilerleyerek çukurdan içeri girdi ve kadınlar da onun peşinden çukurdan inmeye başladılar. Beni tutan kadınlar sırtımdan itekleyerek beni oyuğa doğru ilerlettiler ve kendimi oyuktan aşağı inerken buldum. Sert toprakta yarı sürüklenerek, yarı ittirilerek aşağı doğru ilerlemeye devam ettim. Ta ki açık bir alana inene kadar.
Alanın ortasında titreyerek durdum. Kadınlar çevremde çember oluşturarak gözlerini bana diktiler. Lobo ileri çıktı gözlerini bana dikti. Titremeye başladım. Sanki ölüm fermanım açıklanacakmış gibi bekledim. İçimdeki ses ise susup dinlememi tekrarlayıp duruyordu.
"Pekala, şuandan itibaren bir sırtlana yakışır biçimde yaşayacaksın. Sen bizim kardeşimizsin ve bize bu sıfata layık olduğunu göstermekle yükümlüsün anlaşıldı mı?" Diye sordu.
Çok korktuğum için başımı sallamakla yetindim. Ne demek istediğini anlamamıştım. Bahsedip durdukları sırtlan hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kardeşliğin ne ifade ettiğini bilmiyordum.
"O halde seni eğitmeye başlayacağız. Hızlı bir biçimde anlıyor musun? Bizim aramızdan gelmediğin için bizi, adetlerimizi, kanımızı, etimizi ve toprağımızı bilmiyorsun ama bu sana yaptığın hatalar karşısında müsamaha edeceğimiz anlamına gelmiyor. Herkese nasıl davranıyorsak sana da öyle davranılacak. Bizim kardeşimiz olduğunu kanıtlayana kadar bizden başka kimse ile iletişime geçmeyeceksin. Bunu denersen seni bizzat kendim cezalandırırım. Ve bu hiç hoşuna gitmez. Anlıyor musun?"
Gözlerimi suratına dikip baktım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini anlamıyordum. Söyledikleri bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Gözlerimi suratına çaresizce dikince suratıma eliyle vurdu. Dudağımda keskin bir acı duydum. Sıcak kanım dudaklarımdan çeneme inmeye başladı. Olduğum yerde sallandım ama yere düşmedim. Gözlerime yaşlar doldu ama ağlamamı engelledim. Ağlamamın onu daha da sinirlendireceğini düşündüm. Ağlarsam beni öldürürdü.
"Benle konuşurken asla gözlerime uzun süre bakmayacaksın, asla yalvarmayacaksın, onurlu ve bize yakışan biri olacaksın. İlk dersin bu." Dedi tiz bir sesle. Diğerleri de başlarıyla onayladı.
Arkamdaki birilerine beni götürmelerini söyledi. Yanıma iki kişi geldi. İlk defa gruptaki erkeklerle karşılaştığımı fark ettim. Farklı kokuyor diye düşündüm. Kendilerine ait yumuşak hoş bir koku yayıyorlardı. İçimdeki ses onlar bizim sorumluluğumuzda, onlar ailemiz, erkek kardeşlerimiz diye fısıldadı.
İki kolumdan tutarak beni halkanın dışına çıkardılar ve arka odalardan birine yönlendirdiler. İlerlemeye başladıkça olduğumuz yerin ne kadar geniş olduğunu bir kere daha anladım. Adeta yerin altına inşa edilmiş küçük bir şehir gibiydi. İlerlemeye devam ettik. İnce uzun koridorlardan geçiyorduk. Ve bu koridorların her iki yanına da sıralanmış ufak yuvarlak kapılar gözüme çaptı.
Sonunda ufak odalardan birinde durduk. Yanımdaki adamlardan beri beni odaya yönlendirdi. Yüzüne baktım. İnce uzun suratında herhangi bir ifade yoktu. Odaya girmek istemiyordum, sanki bir kere buraya girersem sonsuza kadar burada kalacakmışım gibi hissettim. Uyandığımdan beri korku hiç yanımdan ayrılmamıştı. Nerede olduğumu, bu insanların neden bahsettiğini hatta kim olduğumu bilmediğim garip bir dünyaya uyanmıştım. Adam başıyla odayı işaret etti. İtiraz etmek istedim ama bunun sonucunun muhtemelen yeni bir tokat olduğunu fark ettim. Yavaşça odaya yöneldim. Yuvarlak kapıdan içeri girdim. Ben içeri girdiğim anda arkadan odanın kapısını çektiler. Yapayalnız, bilmediğim bir yerde, küçücük bir odaya hapsedilmiş bir biçimde yere çöktüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sırtlan
AventuraToprak kanla beslendiğinde, annemiz bunu duyar. Ben canımı veriyorum anne senin çocuklarını korumak için kendimi senin kucağına bırakıyorum. Lütfen beni koru ve kolla. Yaşanılan acıların sorumlusu benmişçesine ölümü kucaklıyorum, sen de beni kucakla...