4. BÖLÜM

70 9 2
                                    


Hastane yöneticisinin kapısına yaklaştığımızda, kafamdaki acabalar hala, yüz voltluk temassız ampül gibi, bir yanıyor bir sönüyordu. Fındık bekleme salonunda kalmayı tercih etti. Çok şık dekore edilmiş, şatafatlı bir hastaneydi, girişteki bekleme salonu, bana beş yıldızlı otel lobisini hatırlattı. Hayatımda beş yıldızlı otele gittim mi? Hayır... Filmlerden gördüğüm manzarayla yapıyorum sadece bu benzetmeyi. Böyle bir hastanede çalışmak sanki bana dört beden büyük olurmuş gibi geldi. Bu kadarda özgüvensiz olunmaz ki... Birde ben doktorları hep gözümde büyütmüşümdür, insan hayatı kurtaran kahramanlar, ve hep burunları havada, kendini beğenmiş, ego tavan insanlar, diye düşünmüşümdür.

Hüsneyle beraber, hastane yöneticisinin odasına girdik. O da ne? Mini minnacık bir kadın duruyor karşımda,sanırım bir dev hayal ediyordum. 1.50 boylarında, kısacık saçlı, beyaz tenli, ela gözlü miyyon bir kadındı hastane yöneticisi. Bu koca hastaneyi, bu minik kadın mı yönetiyordu? Tebessümle karşıladı bizi, Hüsne, gayet samimi bir şekilde;

-Serapçığım, bak sana bahsettiğim arkadaşım Yasemin, derken bi taraftanda önünde duran koltuğa yerleşmişti bile. Kadın, baştan aşağı süzdükten sonra beni,

-Buyrun, hoş geldiniz, diyerek eliyle oturun komutu verdi. Biraz rahat davransam iyi olacaktı, o kadar ürkek hissiyatlara sahiptim ki, ben olsam beni işe almazdım. Kendine hayrı yok, halkla ne ilişkisi olacak dermiydim, valla derdim.

Biraz sohbet ettikten sonra, Serap Hanım benden bir cv hazırlamamı istedi, öğleden sonraya kadar. Bu bir formaliteymiş, dosyaya koyması gerekiyormuş. Hüsneyle birlikte, tekrar dışarı çıktık ve Fındığın yanına doğru ilerlerken,

-Hüsne, sence ben bu işi yapabilir miyim? Diye sordum endişeli gözlerle bakaraktan. Hüsne, şöyle bir göz süzerek baktı ve;

-Salak mısın, tozunu bile attırırsın, yapamayacağını düşünsem, seni önerir miyim? Dedi. Bunları duymak mutlu etmişti beni ama hala içimde, ya yapamazsam, ya rezil olursam endişeleri vardı.

Fındığın yanına gittiğimizde, sehpanın üstünde duran, dergileri karıştırıyordu. Bizi görünce, dergiyi kapatıp,

-Ne yaptınız? Diye sordu meraklı bakışlarla.

-Hiçç, dedim omuz sirkerek.

-Nasıl hiç?

-Formaliteden bir cv hazırlamam gerekiyormuş, pazarteside işe başlayabilirmişim.

-Ee sorun ne o zaman? Seni görende işe kabul edilmemişsin sanır, dedi Fındık tebessümle. Hüsne araya girdi;

-Yapamayacağından korkuyor haspam, dedi bıyık altından gülerekten.

Evet korkuyordum. Duruşum, fizikselgörünüşümle çelişen, özgüvensiz bir ruhum vardı. Düşüncelerimde, hayallerimdedevlet bile yönetebilecek güçteyken, sanal alemde, yorumlar ve paylaşımlarladik duruşlu, komik, dişi Cem Yılmaz izlenimi verirken, reelde, pısırık,işeyaramaz kızın tekiydim ben. Acı ama gerçek buydu. Yenmeliydim, aşmalıydım bunu,ancak ben istersem başarabilirdim. Üniversitede, aşık olduğum çocuğa bileyıllarca açılamadan mezun olmuş, sonrasında onu bir daha hiç görmemiştim. Şuana kadar ki, en büyük ''keşkem'' olarak kaldı o... Elime böyle güzel bir işimkanı geçmişken, tepip, ilerde keşke demek istemiyorum. Yapmalıyım,yapabilirim... Umarım, sanırım, galiba... Bu düşünceler içerisinde derinlikleredalmışken, kulağıma gelen bir sesle irkildim. Ohaaa! Bu neydi lan?Hollywood'dan fırlamış gelmiş gibi bir seksi man... Omzuna dökülen sarı saçları, o mavi gözler, fitnees salonlarından çıkmıyor sanırım dedirten kaslı yapısı... Hüsneyle konuşan bu yakışıklıyı seyrederken, ağzımın açık kaldığını fark ettim, kendine gel lan diyerekten, kendime bir çimdik attım. O Hüsne'nin yanından uzaklaşırken, ben;

-Kim lan bu? Dedim heyecanla, Hüsne gülümsedi,

-Hastanemizin jinekoloğu, diye cevap verdi.

''Hastan olayım yavruuumm'' diye bağırasım geldi içimden.

-Vay yavrum vay, dedim gülerekten ve devam ettim;

-Kız sırf buna muayene olmak için, hamile taklidi bile yaparım ben, ya da dur bi kaç günlüğüne karnındakini bana ödünç versene, deyince, Fındık ve Hüsne'den bir kahkaha yükseldi.

-Hadi gel serseri, şu cv ni oluşturalım, dedi Hüsne.

-Hadi, dedim heyecanla. Kafamdaki acabalar bitivermişti, yakışıklı doktoru gördükten sonra. Evet evet kesinlikle, ben bu hastanede çalışmalıydım. Hüsne'nin önüme koyduğu kağıt ve kaleme bakarken,

-Adı ne? Diye sordum pis pis sırıtaraktan.

-Rıhtım, dedi Hüsne' de seni gidi seni ifadesiyle kafasını sallayarak... Rıhtım! En az kendi kadar ismide güzelmiş, diye düşündüm. Rıhtımın olayım Rıhtım, bütün yükünü bana boşalt. Sonrada bir anda bir ümitsizlik oluştu içimde, kendi kendime söylenmeye başladım, bu sana bakar mı salak Yasemin, diye. İşte geri dönmüştü yine, içimdeki kıçı kırık özgüvensiz pısırık. Bir iç çektim farkında olmadan ve önümdeki kağıda konsantre olmaya çalıştım. Daha önceden çok hazırladığım için, cv yazmam zor olmadı, beş dakika içinde kağıdı Hüsne'ye uzattım.

-Bitti, diyerekten.

-Gitsek mi artık, dedi Fındık sanki bir tedirginliği varmış gibi, anlamıştım aslında sanırım aklı kocasındaydı. Dengesiz, bir şey der, kadının morelini bozabilirdi.

-Tamam canım, hadi gidelim artık, diyerek ayağa kalktım. Tam o esnada, hastane kapısından, 1.80 boylarında, 40 yaşlarında, olgun ve karizmatik bir adam girdi. Birden etraftaki çalışanlar, el pençe oluverdiler. Bizim gözümüzde, o yöne takılıvermişti bir anda. Biz sormadan Hüsne;

-Hastanemizin sahibi, Çağatay Ateşulu bu , dedi, ve devam etti;

-Aynı zamanda estetik ve plastik cerrahisidir kendisi.

-Çok sert bir adama benziyor, dedim.

-Evet, biraz serttir, çok fazla konuşmaz kimseyle, diye cevap verdi Hüsne. Bir an gözüm, Fındığa takıldı. Gözlerini adamdan ayırmıyor, şaşkın hatta şoka girmiş bir hali vardı.

-Dünyadan Fındığa, dünyadan Fındığa, aramıza dön, diye takılırken, Fındık;

-Bu mu hastanenin sahibi, derken  bu sorunun altında başka bir hikaye olduğuna yemin edebilirdim.

Eve dönerken, yol boyunca Fındık ta bir sessizlik vardı, sormaya cesaret edemedim. Zaten onun acelesi yüzünden bi yerlerde oturup, kahve içme hayalimde suya düşmüştü. Neyse canı sağolsun onun, sonuçta şartlarımız eşit değildi, o benim kadar özgür olamıyordu.

Eve girdiğimizde akşam olmak üzereydi. Annem;

-Naptın? Dedi.

-Pazartesi başlıyorum işe, dedim heyecanla... Evet heyecanla dedim. İlk kez bir iş için heyecanlanıyordum, bu benim için çok büyük bir artıydı. Geçenlerde televizyonda, psikoterapist, beyin gücünden bahsetmişti. İnsanın yaşantısı, beyin algılarıyla doğru orantılıymış. Pozitif düşününce pozitif, negatif düşününce negatif gelişirmiş olaylar. O my god! Ben bunları düşünebilme yetisine sahipmişim demek ki,'' çık lan içimdeki cevher'', diyerekten kendimle dalga geçtim bir süre. Şakayı bir tarafa bırakıp, ciddi bir şekilde düşününce, bunun çok doğru olduğunu algılayabiliyordum. Sonuçta hayatım boyunca,örnekleriyle karşılaşmıştım, 'ben istersem olurların'. Dersini çalışırsan, sınıfını geçersin, yemek yapılırsa yersin, çalışırsan para kazanırsın... Çaba şarttı, emeksiz yemek olmuyordu. Kaderci kişiliğimi bir kenara atmam gerektiğini biliyordum. Çünkü kader, benim arkasına sığındığım gibi bir şey değildi. Kader, gayrete aşıktı. Hatta, İsra Suresi 13. Ayette, '' ve biz her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık'' diyordu. Kader diye bir şey vardı ve bizim seçimlerimizle değişiyordu. Hadi Yasemin, iş başına dedim, uzun zamandır ilk kez bu kadar kendimden emin olaraktan.



BİLİNÇ ALTIMDAKİ ''KEŞKE''Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin