Multimedyada Leo
Günler ilerledi ve Amerika'nın sokaklarında boş boş dolanma devri bitti. Artık herkesin işe başlaması gerekiyordu. Ben Nilay ve 4 kişi daha kiliseye çalışmaya gönderildik. Geri kalanımız devletin kafelerine yönlendirildi. Kilisede bizim işimiz içte değil dışta. Yani iç temizlik ve bakımını biz üstlenmiyoruz. Kilisenin içi kadar bir de onun 3 4 katı koca bir bahçesi var. Bahçe pazar günü ain yapıldıktan sonra piknik alanı olarak kullanılıyor. Central Park kadar olmasa da bolca yeşillik ve ağaçlarla süslü bir yer. Ayrıca beyaza boyanmış küçük bir sahnesi de var. Bazen ilahileri burada söylüyorlar ya da piknik yapanları eğlendirmek için gelen canlı müzik grupları var. Yani kısacası burası sadece ibadet alanı değil ayrıca sosyal bir ağ gibi de diyebiliriz. Parkın ziyaretçisi hiç eksik olmuyor. Öğrendiğime göre burası genelde sonbaharları daha kalabalık oluyormuş. Ama gerçekten sonbaharda buranın tadının ayrı olacağı kesin. Bizim burada yapmamız gereken sadece dökülen yaprakları, çöpleri temizlemek ve çardakların boyası eskiyince onları boyamak. Hayatımdaki en eğlenceli iş deneyimlerimden birini yaşıyordum diyebiliriz.
Buralarda olmak çok güzeldi. Sabahın erken saatlerinde genellikle burası tenha oluyordu. Öyle zamanlarda kendimi çimenlere atarak müzik dinliyordum. Sonra yaşadıklarımı düşünüyordum. Gerçekten olmam gereken yerde miydim? Ya da hep kalmam gereken yer burası mıydı? En azından 15 gün daha burdayım. Amerika daha Esin Aksu ile tanışmadı bende onunla. Buralarda kalmak istiyordum ama İstanbul, üniversite ? Burası ile bu kadar bütünleşmiş iken... En azından bir süre bunları düşünmek istemiyordum.
Ortalama 15 gün süremiz kaldı. Bunun çoğunu çalışmak için harcicaz ama buraya gelen insanlar o kadar iyi ki. Buralarda olmak güzeldi. Arkadaşlarla bahçe biraz insanlardan arınınca en sevdiğimiz ve rengârenk boyadığımız çardağımızda kendimize çay molası verdik. Aslında bizdeki semaver geleneğini burada devam ettirdik de denebilir. Bahçede olan birkaç insan bizim içtiğimiz şeyi görünce merak ederek tatmak istediler. 1, 2 derken en ücra köşede kim varsa bizim etrafımıza toplandı. Bizde orta çimene büyük bir piknik alanı kurup bahçedeki alana toplandık. Muhabbet artı semaver çayı hoş devam ederken bizim cuma namazı gibi onların da dini tören gibi şeyleri yaklaştı çünkü bugün cumartesi idi. Bizde etraf kalabalık olmadan bahçeyi semaver partimizden arındırdık. Gelen herkesi inceleyince herkesin üstünde beyaz kıyafetler olduğunu fark ettim. Nedenini kiliseye girmek üzere olan bir beyefendiyi sordum. Bugün cenaze töreni varmış ve normalde siyah giymelerine rağmen merhumun beyaza olan sevgisinden dolayı herkes böyleymiş. Ölen kişinin yakını böyle istemiş. Ölenin yakınına artık İngilizce nasıl söyleyeceğimi tam bilmesem de baş sağlığı dilemeye gittim. Ölenin yakını olan adam orta yaşlı biri. Gözlüklü ve sağlıklı bir vücuda sahip. Tören bitişi bu adamla bahçedeki mor çardakta oturup konuşmaya başladık. Bu adamın adı Leo. Harvard Üniversitesi'nde fizik profesörüymüş. Çok tatlı ve nazik biri. 35-40 yaşları arasında olup profesör olması bir hayli ilginç. (Ayrıca ölen kişi de adamın annesiymiş.) Tatlı bir sohbetin ardından beni üniversiteyi görmeye gelmem için üzerinde kendi numarası ve üniversitenin adresi olan kartını vererek kiliseden uzaklaştı. Ve günde böylece bitmiş oldu.
Sabah kalktığımda saat 11.30 du. Her yer aydınlıktı. Allah'tan bugün iş tatildi yoksa beni baya hırpalardılar. Bende tatil gününden faydalanarak üniversiteye gitmeye karar verdim. Dünya'nın en iyi üniversitesini gezip bilgi almak ülkeme dönünce benim için çok iyi olacaktı. Gittiğimde yaz olmasından kaynaklanan bir dinginlik vardı. Etraf çok güzeldi kocaman. Her yer yeşillik. Amerika'ya oranla baya yeşil geldi gözüme. Bu üniversite İstanbul' dakilere kıyasla ohoooo. Hiç kıyas dahi yapamıyorum. O derece müthiş. Neyse Leo' yu bulduktan sonra bir gezi turuna çıktık. Yani neresini anlatacağımı daha doğrusu nereden başlayacağımı bende bilmiyordum. Tek diyebileceğim anlatılmaz yaşanır bir yer. Üniversiteyi gezdikten sonra bu sefer de Leo beni kendi bahçesinde ağırladı ve çimenlerin üstünde birer kahve içtik. Annesinin ölümünü daha atlatamamışa benziyordu. Gözlerinde bir yorgunluk vardı. Bir süre grileşmeye başlayan sakalını kaşıdı. Sonra gözlüğünü çıkardı ve zorlada olsa bana gülümsedi. Yaşlı olmasına rağmen (Çok değil tabi ama bana göre yani) yinede çekiciydi. Kim bilir kaç bardak kahve ile ayakta durmaya çalışıyordu. Kolay değil tabii ki ama hayat devam ediyordu. Onu biraz rahatlatmak için elimi kenarına koyduğu elinin üstüne koyarak zaman her şeyin ilacı geçer eminim dedim. Sonra uzun süre elinin üstüne koyduğum elime baktı bende yanlış bir şey yapmış gibi hemen elimi çektim. Yani görende 19 yaşındaki kızın 40 yaşındaki adama sarktığını sanır. Leo'nun yanlış anlamamış olmasını dua ettim ve kahvemi yudumlamaya koyuldum. Tam içerken Leo:
"Esin, ders notların duyduğuma göre hafife alınmayacak kadar iyi. Senin gibi bir öğrenciyi üniversitemizde ağırlamak ve sonunda da süper bir doktor çıkarmak çok isterim. Komite ile ben konuşurum. Eğer istersen bizimle bu üniversitede okursun. Hem bu zamanlarda bir dost eline ihtiyacım da var. Senden iyisini bulamam galiba dedi." ve daha deminki el tutmasından bahsedermişcesine eline bakarak gülümsedi. Başta baya utandım ama sonra duyduklarım kafama yeni dank etti. Ben ve Harvard. Bu şaka mıydı? Kameralar nerde? Harvard diyoruz ya. Ama gerçekten Leo'nun burada hatrının sayıldığı belliydi ve istese beni de buraya sokardı. Şaka gibi. Eğer burada okursam dünyanın neresine gidersem gideyim iş imkanım olurdu. Bu düşünceler ile artık ne kadar süre hayaller alemine dalmışsam Leo bana tuhaf tuhaf bakarak iyi misin diye soruyordu. İyiyim dedikten sonra
"Bu üniversitede okumayı tabii ki çok isterim. Ailemle de bu konuda hem fikir olursak üniversite hayatımda yanındayım." dedikten sonra Leo'nun yüzündeki memnuniyeti fark ettim. Ah Amerika'da yaşamak. Ama gerçekten yaşamak. Bakalım benimkiler ne diyecekti? Gitmeme zaten 5 gün kaldı. Yarın da son çalışma günüm. Nasıl veda edeceğim buralara diye günlerdir düşünürken şimdi de ah İstanbul'dan uzun süre nasıl ayrı kalacağım gibi düşüncelere çoktan boğulmuştum.
İşimizin son gününde uzun süredir buraya gelen ve bizi tanıyan Amerikalılar göz yaşlarına boğuldu. Aramızda böyle büyük bir bağın oluşması beni çok mutlu etmişti. Gidişimizin şerefine neredeyse bütün bahçeyi saracak bir piknik alanı oluşturduk. Sanki ülkemdeki piknikler gibi poğaçadan kısıra çoğu tatlıyı seçebilmiştim. Sağolsunlar Türk tatlılarını internetten bakıp hazırlamışlar. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Hep birlikte müthiş bir ziyafet çektikten sonra vedalaşmada birbirimize sarılıp ağladık. Yani artık yaş gözde duramamıştı. Hep birlikte bahçeyi kilitleyip o günü orada noktaladık. Ahh demekki yabancılarda da iyi insanlar olabiliyormuş. Mutluluk ve hüzünle karışık duygular ile otelin yolunu tuttum.
Gidiş vakti geldii. En kısa zamanda buraya geri geleceğim diyerek kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Bu kadar kısa sürede buraya bu kadar körü körüne alışacağımı kim tahmin edebilirdi ki? Bavullar aşağıya indikten sonra dış kapıdan otelimize bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Ve camı açık pencereme. Fısıltı ile seni bile özleyeceğim dedim seni bile...
Uçakta yine arkadaşım Nilay'dı. Yine güzel güzel yolculuğumuzu yaptık. Ama bu sefer o ilk heyecanımız yoktu. Oldukça sıradan bir uçuş oldu bizim için. Bu sefer müziklere ya da filmlere ya da biriyle konuşmaya ihtiyaç duymadım. Hatıraları düşünmek yetti.
Uçaktan inip yere bastığım anda ülkemin kokusunun bile ne kadar farklı ve müthiş olduğunu hissetim. Sanki bir daha hiç nefes alamayacakmış gibi kokusunu içime çektim. İşte bizim farkımız diye geçirdim içimden. Bavullarımı aldıktan sonra beni bekleyen babam, annem ve kız kardeşimi gördüm. İçimden bir ses onlara doğru koş dedi ve bende öyle yaptım. Babama sarılışımı gören insanların bize tuhaf tuhaf baktığından adım gibi emindim. Ama gerçekten tuhaftı. Annem ve kardeşimin kolları arasında arabaya bindim. Her ikisi de sanki askerden gelmişim gibi beni sarıp sarmalıyor yüzümü öpücük yağmuruna tutuyordu. Eee kolay değildi 3 ay da az değil hani.
Eve geldiğimizde içeride müthiş bir koku vardı. Benim ve ailemin kokusu. Ayrıca yeni yıkanmış çamaşır kokusu. Bu koku merakımın nereden geldiğini bende anlamadım ama tadının çok güzel olduğunu söylemem gerek. Banyo yapıp biraz da odamla hasret giderdikten sonra ailem ile salonun ortasında toplandık. Herkes neler yaptığımı duymanın açlığı ile gözlerime kilitlenmişti. İlk olarak basit bir şekilde, en azından onları tatmin edecek kadar, yaptıklarımdan, tanıştığım insanlardan bahsettikten sonra sıra Amerika mevzusuna gelince nasıl anlatacağım konusunda uzun bir süre bekledim. En son kardeşimin abla bir şey mi anlatmak istiyorsun demesi ile birlikte toparlandım ve en azından zihnimde bir iki şeyi kurguladım. Bakalım hakkımda hayırlısı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAROLUŞ (Aşk Üçgenim)
Teen FictionSeni alıp götürür... Belki hep seninle dolaşan anılarına belki de gizlemek istediğin duygularına... Hayatından hiçbir şeye taviz vermeyen ve özgür ruhlu kızımızın aşkla ve hayatın zorluklarıyla imtihanı.