Multimedyada Esin (Ana karakter)Öğrendiğim kadarıyla Özgürlük Heykeli 1886 yılında devletin kuruluşunun 100. yılı şerefine Fransa tarafından Amerika'ya hediye edilmiş. O kadar güzel ki Paris ve başka ülkeler tarafından küçük kopyaları oluşturulmuş. Hani anlamadığım hem hediye ediyorsun hem de kıskançlık yapıyorsun hiç olmadı. Herneyse, sonrasında herkes beşerli gruplar halinde kayıklara binerek Özgürlük Heykeli'nin etrafında tur atmaya başladık. Arkamıza aldığımız manzara ise tarifsizdi. Biraz daha burada oyalandıktan sonra gitme zamanımız geldi. İkinci durak Central Park.
Central Park New York'un Manhattan ilçesinde müthiş bir park. Her tarafı gökdelenler kapladığı için geniş bir alan sadece bu parka ayrılmış. Burada gezmek mis gibi havayı içine çekmek kadar daha müthiş bir şey yok!! Burası ayrıca birçok filmlerinde çekildiği bir alanmış ama filmlerde gördüğümüzden daha güzel bir yer. Havasından mıdır artık kestiremedim. Kesinlikle daha sonra burada yürüyüş yapmak için tek başıma geleceğim. Karar verdim. Elimde olsa burada yaşayacağım yani öyle muntazam bir yer. Her yer renk renk çiçeklerle süslüydü. Zaten bitkiler hakkında pek bir şey bilmediğim için tonlarca çiçek türü arasında kaybolacığımı sanmıştım. Rehberimiz bugünkü gezimizin tamamlandığını söyleyince moralim az bozulmadı değil. O kadar çok kalmak istiyordum ki Nilay ve rehberimiz beni sürükleyerek parktan çıkardılar. Yaklaşık 1 saat sonra otelimize geri döndük. Yarınki gezi planımıza göre oteldeyiz. Çünkü burasıda nerdeyse bir tarihi eser şeklinde. Yarın otelin tarihi eser müzesini, plak ve albüm müzesini ve en alt katta yer alan içinde gezilebilen akvaryumuna gideceğiz. Gerçekten Amerika'ya sırf bu Otel için bile gelinirmiş. Hiç bir yeri gezmesen sadece burayı gezsen yeter de artar yani. Yarın için sabırsızlanıyorum. Bakalım merakımız boşa çıkacak mı?
Otel turuna büyük bir istekle başladık. Rehberimize ısrarlarımız üzerine 44 katı yürüyerek çıktık. Bunun sebebi her kat için özel yapılmış dekorasyonları ve o ülkelerin kullandıkları eşyaları görebilmekti. Yavaş yavaş ama emin adımlarla çıktığımız 44. kata yani tarihi eser müzesine ulaştık. Bu müzede de diğer katlarda olduğu gibi odalar vardı. Çok zengin iş adamları burada tarihi doku ile bezenmiş odaları tutabiliyordu. Bu odaların yanında bizimkiler pasaj odası gibi kalıyordu ama biz halimizden memnunduk. Yavaş yavaş her bir cam bölmeye ayrılmış toplu küçük eserleri, büyük yazıtları, ilk çivi ile çizilmiş resimleri ve çanak çömlekleri işledik. Duyduğuma göre tarihi eser kaçakçılarından geri alınabilen eserleri otel her yıl belli bir miktar devlete para karşılığı ile alıyormuş. Bu eserlerde diğerlerinden ayrı bir bölmede sergileniyor. Bunlar diğerlerine göre daha parlak ve iyi korunmuş haldeler ama her biri birbirinden eşsiz.
Plak ve albüm müzesi benim dikkatimi pek çekmedi. Albüm alıp ya da eski zamanlardaki gibi plaj dinlemeyi sevmediğim için göz atmakla yetindim ama benim haricimde camlara yapışıp kalan ve bu albümlerin bir tür örneğini satın alan sürüsüne insan vardı. Zevkler ve renkler tartışılmaz tabi ki...
Akvaryum beni benden aldı desem yeridir. O kocaman balinayı buraya nasıl soktuklarını hala anlayabilmiş değilim. En çok ilgimi küçük balıklar çekti. Yarın gideceğimiz plajda da bu balıklardan sürüsüne varmış. Bu balıklar ile yüzmeyi dört gözle bekliyorum. Akvaryuma giriş de yapılabiliyormuş öncelerinde ama birinin balina tarafından ısırılma tehlikesi ihtimalini düşünerek bunu yapmaktan vazgeçmişler.
Günün sonunda karnımız tok ve uyuşuk bir şekilde odalarımıza dağıldık. Nilay ile biraz televizyon izledikten sonra yarınki hazırlığımızı yaparak uykuya geçtik...
Planımıza göre Miami plajına ve ünlü ve eski bir tiyatro salonunda film izlemeye gidecektik. İlk durak Miami plajı.
Miami plajı büyük ve popüler bir yerdi. Aslında uzayıp giden bir sahildi ama ben plaj demeyi tercih ediyordum. Denizde yüzmek istiyorduk ama maşallah her yer ana baba günü gibiydi. İnsanlardan artık denizi göremiyordunuz. Bu yüzden bizde güneşelenmekle yetindik. Burası Türk plajları kadar ahlaki yönden mayo ve bikiniler doğru düzgün olmasada en azından çıplak kimse yoktu diye şükrettik ve elimizden geldiğince çabuk işimizi bitirip plajdan ayrıldık...
Artık gezilerimize kişisel olarak devam edecektik. Yani yaklaşık 10 gündür burda olduğumuz için otelin çevresi de dahil çoğu yeri keşfettik. Nilay ile ilk gezi rotamızı alışveriş merkezine çevirdik. Devasa büyüklükteki avm de kaybolmamak için çok uğraştım. Yavaş yavaş dükkanlara girmeye başladık. Nilay'da bende alışveriş tutkunu olduğumuz için 6 saat gibi bir süre avm de alışveriş yaptık. Tabi tercihlerimizi daha çok giyim üzerine kullandık. 6 saatin sonunda elimizde 2 kısa kollu, 2 ayakkabı, 2 bandana ve 1 tane şort vardı topu topu. Alışveriş merkezinden kendimizi zoraki çıkarıp otelimize döndük.
Sonraki günlerde ben tek dolaşmaya karar verdim. Büyük caddeler yerine küçük sokakları ve butik dükkanları görmek istiyordum. Gezdiğim sokak 3 4 ev haricinde oldukça lüks durmasını rağmen burada yaşayanların fakirlik sınırının biraz daha üstünde olduklarını öğrenmem ile birlikte bana itici gelmeye bile başladı diyebilirim. Sokakları gezmeye, insanları dinlemeye koyuldum. Önümde küçük çocuklar koşuşuyor insanlarda kapılarda komşuları ile muhabbet ediyordu. Onların yanından geçerek butik dükkanları incelemeye koyuldum. Biraz ilerledikten sonra vintage eşyaların satıldığı bir dükkanın önünde durdum ve eşyaları izlemeye koyuldum. Sonrasında yanımda uzun bir siület belirdi ve konuşmaya başladı:
" Amerika'nın en iyi antikacılarından biridir. Burdan bir şey alırsan hiç pişman olmazsın." dedi hafifçe gülümseyerek içeriden aldığı ortalama 10 cm olan küçücük bir vazoyu bana uzattı. Vazonun işlemesi çok ilgi çekici ve etkileyiciydi. Vazoyu geri verirken sonunda adama bakmayı akıl ettim. Birincisi aşırı uzun yani ortalama 1.90 ve sarı saçlı, mavi gözlü biriydi. Yakışıklı olduğu aşikârdı hem de tartışılmaz derecede. Bir süre birbirimize baktık. Bana:
"Yanlış anlamazsan eğer şu yanda küçük, tatlı bir kafe var. Biraz belki eee muhabbet edebiliriz yani şey diye düşündüm. " dedi birazcık utanarak. Aslında hiç tanımadığım bir adamla bir yerde konuşmak... Oldukça saçmaydı ama ben orada düşünürken dükkan sahibinin adamın omzunu sıvazlayarak ona selam vermesi ve ona karşı samimiyeti bu adamın belki de gerçekten düzgün biri olacağı izlenimini veriyordu. Teklifi kabul ettim ve dediği kafeye doğru yürüdük. Yürüdüğümüz süre boyunca değişik hallere bürünüyor, arada başını kaşıyor ve içinden bir şeyler tekrar ediyordu. Ben onun bu haline gülmeye başlayınca yüzü kızararak dudağının kenarı ile güldü ve ilerledik. Kafe gerçekten çok tatlı ve mis gibi kahve kokan bir yerdi. Bulabildikleri her yere çiçekler koymuşlardı. Bizim oturduğumuz masada leylak vardı. Oturduk ve bir süre birbirimize baktık. Kimse konuşmayınca ona biraz kendinden bahsetmesini istedim. Adı Dalen miş. Üniversiteyi bu sene bitiriyormuş. Bölümü makine mühendisliğiymiş ama oyuncu olmak istiyormuş. Bu tip bende olsa bende isterdim doğrusu. Ailesi ile yetenek avcısına başvurmuş ve şimdi dizide oynamak için hazırlık yapıyormuş. Yakında ünlü olabilecek bir isimle oturuyormuş gibi hissedince Dalen'a karşı aslında ne kadar iyi duygular beslesemde oyuncu birine aşık olmak... Aynı imkansız aşka benziyordu ve bende böylece ona kendimi kaptırmadan konuşmayı oldukça kısa keserek masadan kalktım. Dalen'e teşekkür ettim ve tam kalkarken bana Amerikalıya benzemediğimi ve nereli olduğumu sordu. Bende gitmeden önce Türküm diyerek kafenin kapısına doğru yol aldım.
KARAKTERLER:
Esin: Melissa Merk
Dalen: Liam HemsworthGELECEKTEKİ KARAKTERLER:
Marco: Sam Claflin
Leo: David Beckham
Diara: Alexandra Burimova
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAROLUŞ (Aşk Üçgenim)
Novela JuvenilSeni alıp götürür... Belki hep seninle dolaşan anılarına belki de gizlemek istediğin duygularına... Hayatından hiçbir şeye taviz vermeyen ve özgür ruhlu kızımızın aşkla ve hayatın zorluklarıyla imtihanı.