Ruh nedir? Beden sadece ruhun taşıyıcısı mıdır? Ruh bedenden ayrı dolaşabilir mi? Öldüğümüzde nereye gideriz? Daha doğrusu bir yere gider miyiz? Yoksa yok mu oluruz?
Çok değil bundan bir ay önce bunlara asla kafa yormazdım. Hayat mottom "Gözünle görmediğine asla inanma" idi. Bundan bir ay önce bir ruha aşık olacağımı söyleseler onlara bir tarafımla gülerdim belki gülecek kadar dahi ciddiye almazdım.
Tamam, baştan başlayalım. Ben Aras Güner. 30 yaşındayım. Uluslararası bir firmada avukatlık yapıyorum. Gönül meselelerine gelirsek; ergenliğimle başladığım zamparalık meslek-i müteassifesine, yirmilerin son düzlüğüne girmemle son vermiş, monogaminin kollarında huzuru arıyordum. Belki de bu radikal değişimde çevrenin -özellikle annemin- ve kendime sürekli sorduğum "Bu hayat tarzıyla nereye gidiyorum?" sorusunun üzerimde yarattığı baskının payı vardı.
Sonuç olarak âşık olmaya hazırdım. Ve oldum! Güzel, çekici, bakımlı ve güçlüydü. Bir resim olarak iyi duruyorduk. Ben planlar yapardım, o uyardı. O naz yapardı, ben alttan alırdım. Birbirimizi kıskanır, kavga ederdik. O zamanlar bir ilişkinin bunlardan ibaret olduğunu düşünürdüm. Yanlış anlaşılmasın kendimce seviyordum hem de çok. Onsuz bir hayat fikri benim için katlanılmazdı. Dördüncü yıldönümümüz için gerçekten özel bir hediye almak istedim. Günlerce aradım, mükemmel hediyeyi gördüğüm an anlamıştım. Antika bir madalyon... Siyah obsidyenin üzerinde oturup dinlenen kelebek kanatlı bir peri kızı... O gece hayatında bir başkasının olduğunu öğrendim, ayrıldık. Eşyalarını toplayıp gitti. Bense arkasından uyumadım, sabaha kadar evi dip bucak aradım. Geriye hiçbir şey kalmamıştı. Sadece peri kızı... Ona hiç verememiştim, o madalyona hiç "benim" diyememişti. Yine de onun olur muydu? Bilmiyorum... Ben onun'muş' gibi yaptım. Yanımdan ayırmadım, çilingir sofralarında ona bakarak içtim, beni anlıyormuş gibi dertleştim. Giden sevgilimin yerine bir madalyon koymuş içimdeki boşluğu doldurmasını beyhude bekliyordum.
Masada madalyonum, elimde şarabım, arkada hayatıma fon müziği olarak seçtiğim "o karanlık gecelerde"... Her gece yaptığım efkar seanslarımdan birini gerçekleştiriyordum. Flaş gibi bir ışık çaktı. Işık söndüğünde salonumun ortasında bir kız duruyordu.
Böyle bir anda ne yapılır, ne hissedilir? Benim hissettiklerimi anlatabilmeme imkân yok. Ancak kız da en az benim kadar alt-üst olmuş görünüyordu. Bir süre birbirimizi tartarak durduk. Sessizliği o bozdu.
"Kimsin sen?" dedi. "Neresi burası?"
Salonumun ortasına afili bir giriş yapan kendisi değilmiş gibi bir de hesap soruyordu.
"Burası benim evim" dedim iğneleyici bir şekilde "Asıl sen kimsin ve evimde ne arıyorsun?"
Besbelli bir hırsızdı.
"Kim olduğunu bilmediğin birini mi alıkoydun?" dedi şaşırmış gibi gözlerini açarak.
Ne saçmalıyordu bu be!
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde kendimi burada buluyorum, gözümü bir acıyorum karşımda sen!" dedi, "anlamamışsan tam bir salaksın!" ses tonuyla
Sinirimin giderek yükseldiğini hissediyordum.
"Ne saçmalıyorsun?" diye gürledim "Hem evime gir -besbelli hırsızlık için- hem pişkin pişkin beni suçla! Ama ustasın tıkırtı bile duymadım."
"Ne hırsızlığı ya ne diyorsun sen" dedi o da bağırmaya başlamıştı. "Tam anlamıyla ruh hastasısın sen! Ruh ..." tereddütle durdu. Ellerini teslim olurmuş gibi havaya kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERİ KIZI
RandomElimde tüten bir kupa, şehrin kıyısında bir terasta dikilip, güneşin geceyi adım adım mağlup etmesini izliyorum. Şu ana kadar şafağı hep bir savaş olarak düşündüm. Karanlık ve aydınlık arasında bitmeyen bir savaş... Ya öyle değilse, ya deli gibi aşı...