Bölüm 2: Japonya'da İlk Gün

119 12 3
                                    


  Güneşin ilk ışıklarıyla, Japonya'nın işlek şehirlerinden uzak, ormanlık arazide bir faytondan çıkan sesler duyuluyordu. Arabayı kullanan kişi tamamen siyahlara bürünmüş, soğuktan korunmak için de yüzünü sıkıca saklamıştı. Arka tarafta ise iki kişi oturuyordu. Birisi 20 yaşlarında, kabarık beyaz saçları, üstünde hareket etmesini kolaylaştıracak esnek ve siyah kıyafetlerde bir erkek, diğeri 17 yaşlarında bir metal müzik fanını anımsatan siyah-mor renklerinde saçları, kollarında dövmeleri, boynunda gümüşten bir kurukafa kolyesi ve siyah ağırlıklı kıyafetleri ile dikkat çeken bir kızdı.

"Benim 2. Gidişim ama senin ilk olacak, heyecanlı mısın ?" dedi kız kendinden daha büyük görünen çocuğa. Faytonun camından dışarıyı süzen genç hemen döndü ve "Abartma Zena, birkaç oyun oynayıp geri geleceğiz sonuçta" dedi. Arkasına yaslanan kız: "Ooo, birileri asıl görevimizi çoktan unutmuş. Hani günlük ismini verdiğimiz kitaplar var, dört tane, bir tanesi bizde şu olimpiyatların bahanesiyle ikincisini almaya gidiyoruz, hatırladın mı Araqenciğim" dedi sırıtarak. "Hiç sorma, o günlükleri bir araya getirince neye yarayacak hiçbir fikrim yok ama bu bize verilmiş bir görev, ve görevler benim için oyun oynamaktan daha kolaydır sen merak etme." Diye karşılık verdi öteki. Zena denilen kız biraz tatmin olmuş olmalı ki, faytonun üstündeki boşluğu açıp yukarı çıkarak "Yüce Ateş Tanrısı'nın tek varisi Araqen geliyor! Heyt bee, hazır olun!" diye bağırmaya başladığında ellerini iki yana doğru heyecanla açmış kahkaha atıyordu.

  Araqen'in o an somurtan bir yüz ifadesi ve kafasını yana çevirip tek elinin üzerine yaslayarak dışarıyı seyrettiği pozunun aynısını Neo'da yapmak zorunda kalmıştı. E tabii uçaktan indiklerinden beri sürekli alışveriş merkezlerini ve game center'larını turlayan bir kız kardeşi olduğunu düşününce biraz normal tepki verdiği bile söylenebilirdi. Yine bir playstation cafe'nin önündeki oturaklarda öylece kardeşini beklediği sırada güneş çoktan en tepeye gelmiş, öğlen olmuştu. Sonunda dışarı çıkan Hera heyecanla Neo'nun yanına kadar gelip elini omzuna koydu. "Var ya birader, içerde tam 3 oyunu birincilikle bitirdim. Japonya'ya gelmeyeli teknolojileri ne kadar da gelişmiş inanamazsın, keşke sende girseydin içeri" dedi gülümseyerek. Neo somurtgan yüzünü belirginleştirip "Tabii ki Hera hanım ama birilerinin burada kalıp yemek söylemek gibi hayati ihtiyaçları planlaması gerekiyordu" şeklinde karşılık verip ekledi: "Neyse, şu gideceğimiz yaz okulunun adresini versene, geç bile kaldık." Hera bir an irkildi, sonra "Aaa, ben bizim çantaları içerde unuttum okulun adresi de çantalardaydı, dur gidip alıyım." Dedi. Hera'nın içeri tekrar girmesi ile geri çıkması birkaç saniye sürmüştü, cafe'nin önüne gelen Neo içerde neler döndüğünü sorunca "Merak etme, benim çantaları unuttuğumu fark ettiler demek ki bir eleman göndermişler arkamdan, bak çantalarla geliyor." Diye ekledi. İçeriye doğru dönen Neo, karşısında tepeden tırnağa altın aksesuarlarla ve beyaz takım elbiseyle üzerlerine koşan ve iki elinde de bizimkilerin çantasını tutan orta yaşlarda bir adam görmüştü. "İyi de kızım bu adamın burada çalıştığından şüpheliyim ayrıca bu üzerimize doğru koşuyor!" dedi heyecanla. Ellerini beline koyan Hera kendinden emin bi şekilde "İşte fazla yardımsever biri olsa gerek, acele etmeye çalışıyor" demekle yetindi. Ta ki o koşan adam bizimkilerin arasından geçip uzaklaşmaya başlıyana dek... Hemen adamın arkasından koşmaya başlayan ikili, çantaları yakalamaya harcadıkları efor kadar birbirlerine atışmalarda bulunmak içinde efor sarf ediyorlardı. 

-İyi ki senin bahsettiğin şu görevli getirmiş arkamızdan çantaları, zira kendisi çok yardımcı oluyor. dedi Neo koşarken. 

-Mızmızlanmasana benim sayemde bedavadan spor yapıyorsun, derken Hera hiç olmadığı kadar soluk soluğa kalmıştı.

 -Hala cevap mı veriyorsun sen? Zaten adam bu yaşında nasıl bu kadar hızlı koşabiliyor anlamıyorum. 

-Üstelik baya da zengin birine benziyor. Bir yakalayalım bu sefer ben onu soyacağım, Dedikten sonra Hera kardeşiyle daha hızlı koşmaya başlamışlardı artık.

  Bu sırada, sabahın ilk saatlerinden öğle vaktine kadar faytonla baya yol kat eden Araqen ve Zena ikilisi varmak istedikleri yere yaklaştıklarından olsa gerek yavaş yavaş toparlanmaya başlamışlardı. Ama genç Araqen'in kafasını kurcalayan hala sorular vardı: Neden kendisine böyle bir görev verilmişti? Görevi tamamladığı taktirde ne gibi sonuçları olacaktı? Bu tür sorular üstünde o kadar yoğunlaşmıştı ki görevin verildiği vakti yani dün geceyi hatırlamadan edemiyordu.

  O gece Araqen ve Zena zifiri karanlıkta yukarıya doğru uzanan bir sıra taş merdiveni hızlıca çıkıyorlardı. Merdivenlerin sonunda, çevresindeki ağaçlarca gizlenmiş, geniş iki katlı bir bina bulunuyordu, kapısı kalın bir tahtadan yapılmıştı. İkili bu kapıyı usulca aralayıp içeri girdiler, duvarlara asılı meşalelerle içerisi aydınlatılsa da dışarısı kadar sıcak olduğu söylenemezdi, soğuktu. Kapının karşısında birkaç basamak yukarıda bulunan büyük bir taht karşılıyordu içeri girenleri. Gece vakti meşalelerin ışığından yoksun kalan tahtın rengi simsiyahtı, birde karanlıkta kalmasından dolayı üstüne kim otursa kendisini seçmek pek mümkün olmuyordu. Araqen ve Zena yüzü tam belli olmayan bir insan silüeti görmüşlerdi, biraz eğilerek onu selamladıktan sonra ilk sözü Zena aldı: "İyi akşamlar Akai Zen" dedi sakin bir şekilde. "İyi akşamlar Zena" diye karşılık verdi karanlıktaki ses, Öyle bir ses tonu vardı ki konuşanın yaşı hakkında bir fikir sahibi olamıyordu insan, ve bulunduğu oda kadar da soğuktu açıkcası. Bir süre yaşanan sessizlikten sonra devam etti: "Siz ikiniz yarın ki Arkedon Olimpiyatları için bizim kampımızı temsil edecekmişsiniz. Bu yıl siz iki yeteneğin katılacağını bilmek içimi nasıl ferahlatıyor bilemezsiniz. Fakat olimpiyat ödüllerinden başka getirmenizi istediğim başka şeylerde olacak, sizi bunun için çağırdığımı düşünebilirsiniz." Araqen kafasını biraz daha doğrultup daha dikkatlice dinlemeye koyuldu. Karanlıktaki ses devam ediyordu: "Biz ateş kampının çok değerli bir kitabı vardır, o kitaba ne deniyor biliyor musunuz ?" Araqen hiç beklemeden yanıtladı: "Arkedon Günlüğü." Tahtta oturan Akai Zen ellerini bir anda çırptı yanıtı duyunca: "Kesinlikle haklısın ! Biliyorsunuz bu yılki olimpiyatların ev sahibi hava kampı, ve her 4 büyük kampın olduğu gibi onlarda bir Arkedon Günlüğüne sahip. O günlüğün yerini bulup almanızı istiyorum, Olimpiyat oyunlarından daha önemli olan asıl hedefiniz tam olarak bu !" diyerek ayağa kalktı ve kendisini dinleyen ikiliye doğru yürümeye başladı, yürüdükçe ayaklarından yüzüne doğru aydınlanmaya başlıyordu. Cübbeye benzer siyah bir elbise giymişti ve 1,70 boylarında duruyordu. Cesaret edip Araqen karşılık verdi: "Ama onların günlüklerinin başka bir kampta işe yaramadığını sanıyordum." Dedi yutkunarak. Akai Zen: "Bunu senden istiyorsam bir bildiğim vardır Ateş tanrısının oğlu, benim kim olduğumu biliyorsun, bir şey istiyorsam ateş kampının iyiliği için istiyorumdur, Yüce Amaterasunun oğluna yani bana güveniyorsun değil mi? " dediği anda yüzü ışığa çıkmıştı, kendisini bir maskeyle saklıyordu. Maskesinde ise bir ağacın dallarını andıran simgeler ve o dalların ucunda olan kırmızı çiçek motifleri dikkat çekiyordu, maskenin diğer tarafları renksizdi, ayrıca sadece yüzünü kaplıyan bir maske taktığından sarışın saçları direkt fark ediliyordu. O an Araqen ve Zena sadece kafalarını sallıyarak yanıt verebilmişlerdi.

  Araqeni bu büyük hayal çukurundan çıkaran Zena'nın sesi olmuştu. "İşte geldik" dedi sakin bir şekilde. Araqen birden irkildi ardından saçlarını son bir kez düzeltip "Evet, hazırım" dedi sessizce.


Bir sonraki bölüm: "Arkedon Olimpiyatları"

ARKEDON GÜNLÜKLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin