Şarkının takılıp ahenginin bozulduğu an kafam ayılmıştı. Gözlerim otoparkın sisli beyazıyla aydınlanırken müzik bir cızırtı ile yeniden çalmaya başladı. Kulaklarım ufak bir ağrıyla çınlarken yüzüme doğru sıcak bir el uzandı. Ufak tefek ve kirli sakallı yaşlı bir adam tombul ve nasırlı elleriyle benim ayık olup olmadığımı kontrol ediyordu. Bir an benim iyi olup olamadığıma endişe edermişçesine bir bakış attı, emin olamayınca "İyi misin evlat ?" diyerek bir soru yöneltti. Birkaç saniye bekledim, ne de olsa beynim yeni yeni toparlanıyordu. Kafamı sallayarak iyi olduğumu onayladım. İyi olduğum yalanına inanmadı yaşlı adam. Keskin bakışlarıyla yalan söylediğimi benim yüzüme vuruyordu. Bir hamleyle elimden tutarak beni kaldırdı. Sendeleyerek yürürken beni pansiyonun içindeki restorana oturttu. Bir gün boyunca pansiyonun garajında iki günlük açlıkla sabahladığımdan habersiz bana "Aç mısın evlat ?" dedi titrek sesiyle. Birbirimize durgun bakışlar attıktan sonra aç olduğumu anladı. Birkaç dakika beklememi istedi, bende kafamı sallayarak onay verdim.
Beklerken gözlerimle, bu eskimiş ve yıpranmış binayı inceliyordum. Duvarlar, dökülmeye yol tutmuş boyalardan arda kalan rengârenk küçük el izleri ve çizgi film karakterleriyle doluydu. Gözlerim duvarları ince ince süzerken tek bir noktaya takıldım, çift olmayan bir el izi vardı hem de diğerlerinin aksine büyük ve belirgin bir eldi. Dalgınlığımı ise yaşlı adamın boğuk seslenişi bozdu.
"Solgun gözüküyorsun evlat, al bir şeyler yemeye çalış"
"Teşekkürler Efendim."
Nerdeyse iki gündür boğazımdan düzgün bir şeyler geçmemişti sadece uyku ve müzikle besleniyordum. Haliyle yüzüm solmuş, el ve ayaklarımdaki güç bedenimi terk etmişti. Ben bir yandan yemek yerken bir yandan da duvardaki el izini, yaşlı adamda beni seyrediyordu. Kaburgaları belirginleşecek kadar aç bir Afrika kaplanı gibi hissetmeme son vermişti bu yemek, gayet iyi doyurmuştum aç karnımı. Yaşlı adam bir şeyler diyecek gibiydi, bakışlarından ve dudaklarının titremesinden bu bariz okunuyordu. Durgunluk birkaç dakika daha sürdü, en sonunda bir hamleyle zihninde kurguladığı soruları diline aktarmaya başladı.
"Şimdi nasılsın evlat?"
"İyiyim efendim sağ olun."
"Merakımı gidermek için birkaç soru sorsam yanlış yapmış olur muyum?"
"Buyurun, lütfen çekinmeyin."
"Dünden itibaren seni takip ediyorum. Neden pansiyonun otoparkında sabahladın?"
Meğerse yaşlı adam bir gün boyunca beni takip etmiş, ama emin olamadığı için izlemeyi tercih etmiş. Haklıydı kır saçlı adam kim bulaşmak isterdi sabahlayan soluk renkli bu gence. İçki mi içmişti? Uyuşturucu mu almıştı? Yoksa bir psikopat mıydı?
Aklımda olasılıklar türetmeyi bırakıp sorunun cevabına odaklandım.
"Paramın az kalmasından dolayı otoparkta sabahladım efendim."
Bir süre suskunluktan sonra beklediğim soruyu yöneltti bana
"Seni buraya sürükleyen rüzgar neydi?"
Bu soruyu belki bir gün boyunca farklı şekilde elli defa almıştım, ama hiçbirini de cevaplamadım. Galiba artık bu sorunun bir cevap bulması gerekiyordu. Düşündüm,kafamda toparladım cümleleri, zor bir hikâyeydi benimkisi kendimi gerçeğe inandırmak kadar zor...Yaşlı adamın benim cevabımı beklediği koskocaman gözlerinden okunuyordu, çatık kaşları ise bana "Hadi artık seni küçük velet!" der gibiydi. Yaşlı adamdan izin isteyerek paketimdeki son iki sigaradan birisini yaktım. Evet, yaptığım bana büyük bir saygısızlıkmış gibi geldi, ama bu kadar derin duygu yüklü bir mevzuyu anlatmak kolay değildi. Zor da olsa anlatmaya başladım;
"Efendim, geçtiğimiz aylarda babam bir gün beni yanına çağırdı. Çok heyecanlı gözüküyordu. Bana heyecan ve coşkuyla "Sana nasıl erkek olunur göstereceğim oğlum!" dedi. O an merak içinde kalbimin ritmi bile değişmişti bende babam kadar heyecanlandım. Beni bir geziye çıkartacaktı, bir hafta süreceğini söylemişti. Babam toparlanırken renkli tüplerdeki büyük ilaçlar dikkatimi çekti babamın birkaç aydır hasta olduğunu biliyordum, beni hep iyiyim diyerek geçiştirirdi ama yine de içimde bir kuşku uyandırmıştı. O heyecan ve telaşla o kuşkuyu bir anlık unuttum. Eşyalarımızı toparladıktan sonra yola koyulduk. Neşeli bir yolculuktu güzel de gidiyordu, hayatım da babamla hiç bu kadar samimi ve mutlu olmamıştım. Bir insan babasının yanında hem de çok ve çok mutluydu ne isterdi ki başka? Babam birden öksürmeye başladı, arabayı aceleyle sağa çekti. Arabadan inip kusmaya başladı benden ise arabada beklememi istedi. İçim içimi yiyordu.
Mutluluğumuz bir anda kesilmişti. Bekledim, Bekledim ve tekrar bekledim taki yerdeki kanı görünceye kadar, atladım arabadan. O korkuyla düştüm bileğim burkuldu durmadım koştum babamın yanına, tuttum kolundan arabaya kadar yürüdük. Oturttum koltuğa su uzattım, büyük bir korkuyla beraber gözlerim dolu dolu baktım. Belki yirmi defa iyi misin? Sorusunu sordum her defasında usanmadan "İyiyim oğlum meraklanma" cevabını aldım. Ben ne olduğunu çözmeye çalışırken arabanın sinyalinin "Tik Tak !" seslerine dalmıştım. Babam dalgınlığımı "Senin koluna ne oldu !" sorusuyla bozdu. Yahu adam orda kan kusuyorsun ne yapacaksın ki benim kolumu, ama baba yüreği ses etmedim, geçiştirdim iyiyim diyerek. İçimdeki o merakı ve burukluğu iyiyim demesi kıramadı ama yine de yolculuğumuza devam ettik. Bana balık tutturdu kavga etmeyi öğretti dayak yemeyi ve yeniden ayağa kalmayı öğretti. Aslında tam anlamıyla nasıl erkek olunur her ayrıntısıyla öğretti. O kadar güzel bir haftaydı ki rüya gibiydi, ama yumrukların morluğu ve acısı belli ediyordu rüya olmadığını. Eve dönerken yine aynı hastalık sorunlarını yaşadık. Neyi vardı ki babamın? Ne oluyordu bu adama? Bu soruları kendime durmadan, her dakika tekrar tekrar sordum. Öyle bir hafta yaşamıştık ki, fazlasıyla aklımı çelmişti o ilk yaşadığımız şaşkınlık yaratan hastalık olayı. Eve dönmüştük artık, marketten bir kaç alışveriş yapmak için dışarı çıkmıştım market de biraz uzaktaydı. Dönüşte telefonum çaldı arayan annemdi ama karşıdaki ses amcamın sesiydi bir an içimi kötü bir his kapladı çok kötü bir his. Düşün, hani içinde bir kara yük treni parçalanmış gibi büyük ve karanlık bir his. Amcam titrek ve düğümlenen sesiyle "Baban çok fenalaştı hastanedeyiz..." dedi, o an durdu beynim, kulağım çok fena çınlıyordu kafam dönmeye başladı sendeledim düşer gibi oldum, dediklerini dinlemeden hangi hastanede olduğunu öğrenmeye çabaladım. Kendimi birkaç dakikada toparlar toparlamaz koşmaya başladım, durmadan hırsla, gözlerimde ki yaşla, nefesimin yettiği yere kadar düşe düşe, dizlerimin parçalanıp dayanabildiği yere kadar...
İmdadıma yoldan geçen komşumuz yetişti birkaç sorudan hemen sonra beni arabasına alıp aceleyle hastaneye götürdü. Yoğun bakım katına koştum, kaç defa düştüm artık hatırlamıyordum dengem yok olmuştu neredeyse. Yoğun bakım bölümüne vardığımda annemin ağlayışını ve bağırışını gördüm hastanenin koridorları çınlıyordu, resmen yıkılıyordu yüreğim, annemin gözyaşları deliyordu yüreğimi. Her damlası benim gözümde şelale oluyordu. Annem konuşamıyordu sadece bağırıyordu durmadan, cevaplayamıyordu tekrar eden sorularımı. Amcamın terlemiş yakasına yapıştım "Ne olur sen söyle ne oldu babama ne oldu ?" haykırdım suçsuz adama, durmadım tekrar tekrar sordum. "Baban yok artık yok " dedi amcam bir nefeste, sanki beynime erimiş demir döktüler. Yığıldım yere elim tutmaz oldu, kulağım çınlamaktan duymaz oldu. Aklım başımdaydı ama vücudum çökmüştü o an. En son dayanamayıp bayıldım, gözlerimi hastane odasının o göz alıcı ışıklarının altında açtım. Beni bir hafta hastane gözetiminde tuttular, her gün sakinleştirici vurulmaktan halim kalmamıştı ne haykırabiliyordum nede ortalığı dağıtabiliyordum. Ağladım haftalarca ağladım, erkek adamın ağladığını o an öğrendim koskocaman amcam ağlıyordu ben ağlıyordum, en önemlisi annem ağlıyordu hem de ilk defa böyle delicesine..."
Durdum, anlatamadım. Kirli sakallı kır saçlı adamın gözleri dolmuştu karşımda, belli etmek istemiyordu ama o da yanıyordu benim halime. "Neden durdun?" dedi yaşlı adam, cevapladım "Sizi üzgün görmek beni durdurdu".
Yaşlı adam burnunu derince çekip "Devam et istersen" dedi.
Kafamı sallayarak devam ettim, bu arada sigara paketimdeki son sigarayı da yaktım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tükeniş
General FictionHer şey noktalama işaretlerinden ibaret değil mi? Cümleyi ayıranın virgül, sonlandıranın nokta olması gibi. Nerede bu karanlığa sığınmış noktalar? Sigaranın filtreden önceki son dumanında mı? Ya da bir celladın kanlı ayağının ucundaki sandalyede mi...