"Haftalarca odamın karanlık ve dumanlı havasından dışarı çıkmadım, her yer sigara kokuyordu. Duvarın her yerini kaplayan küçük not kâğıtları vardı, her birinde ise babamın sözleri ve onla olan anılarım. Okulu bırakmıştım artık, zaten bu halde gitsem de başarısız olacaktım. Evde tek başımaydım amcam çok ısrar etmişti, onların evinde kalıp kendimi toparlamam için, ama olmazdı yapamazdım. Annem ise amcamlarda kalıyordu yoksa destek çıkacak kimse yoktu, çökerdi garip ve yorgun annem..."
Sigaramın dumanı yavaş yavaş havaya karışırken bir nefes daha aldım, dertlerime bir sis perdesi daha çekmişti o an. Sigaranın ateşinde düşüncelerimi dinlendirirken devam ettim anlatmaya
"...Bir gün zil çaldı gittim kapıyı açtım, karşımdaki amcamdı. İçeri girmek istedi bende istemeyerek de olsa içeri geçmesini istedim, benim odama geçti birkaç perde ve cam açtı içeri uzun zamandan sonra ilk defa güneş ve temiz hava giriyordu. Birkaç dakika özlü sohbetten sonra cebinden bir saat çıkardı "Bu saati deden bir gün arkadaşlarından dayak yiyen babana, erkek olmayı öğrendiği gün vermişti. Bugün sende erkek olmayı öğrendin kalbinin bir yanı eksik ama yine de erkek oldun bugün. Al tak bunu babanda bu senin kolunda olsun isterdi" dedi. Sonra kendime iyi bakmamı ve toparlanmam gerektiğini belirten tonlarca cümle saydı ama benim kulağımda gözümde o saatin akrep ve yelkovanındaydı. Dinlemediğimi fark edip "Ah be çocuk yapma kendine böyle" der gibi kafasını sallayıp evden gitti. Günler haftaları kovaladı haftalar ayları duramaz oldum artık o evde, her şey babamı hatırlatıyordu, anıları aklımda canlandırıyordu o ev yüzünden. Mümkün değildi artık aklımda babamsız yaşayan anıların olması o şehirde. Gözlerim bile çöktü artık ağlamaktan. Annemin yanına gittim konuştuk sarıldık ağladık günlerce sürdü bunlar, annemden bu şehirden gitmek için izin istedim sadece gönlü rahat etsin diye, yoksa bu şehrin anılarının zincirlerini bile kırmıştım. Tabi ana yüreği salmadı yüreğinin bir parçasını daha. Eriyip gidiyordum gün geçtikçe, fazla yük bindirilen makine gibi dişlerimi sıyırıyordum, bu görüntüme dayanamayıp en sonunda izin verdi. İzin vermesi de yetmedi onca denemeyle bile ayrılamadık bir türlü. En sonunda gitme vakti gelmişti, toparlandım. Yolculuk zor olacaktı şehir değiştirmek bu yaştaki bir insan için hem maddi hem de manevi yönden çokça zordu. Haliyle büyük değişiklikler büyük paralar gerektirir. Günlerce uğraşıp yaptığım maketlerimi, oyuncaklarımı, bilgisayarımı, ipad'ı, iphone'mi para eden her şeyimi sadece müzik çalar ve giyeceklerimin bir kaçı hariç. Yola koyuldum hedefim İstanbul'du. Zorlu bir yolculuktu buraya kadar gelmek, sadece yeni bir hayat için her şeyden vazgeçmek... İşte beni buraya kadar sürükleyen hikâyem bu, sürüklemekle bırakmadı, ruhumu da sürdü yoksunluğa ve karanlığa. Anladım artık benim karamsarlık kafesinden çıkmam gerektiğini. İşte beni buruya sürükleyen hem hikayem hem de kafesimdi. "
Yaşlı adam burnunu iyice bir silip gözlerini ovaladı. Derin derin baka kaldı, bu hayatta ne kadar zor şeyler yaşamıştı bakalım. Yaşlı adamın yüreğine bile zor gelmişti benim yaşayıp anlattıklarım. İstifini bozup saatime odaklandı "Saatin durmuş" dedi.
"Evet, saatim o gün durmuştu... Babamın..."
"Anladım evlat, anladım."
Öyle güven vermişti ki bana tek hamlede anlattım hikâyemi. Benimde yeniden aklımda canlandı o anlar tutuk kaldı dilim, yine boğazım düğümlendi yutkunamadım gözlerimde kararmadı değil. Hafif kısıldı gözlerimdeki güneşin keskin ışığı. Erkekler ağlamazdı evet ama öyle bir düğümlenirdi ki boğazı suya salınmış tasmalı bir balık gibi çaresiz. Elimi masaya attım, sigara paketimi aradım ama o da dertlerime dayanamayıp bitmişti, belki de mevzunun derinliğindendi. Yüzümü yıkayayım rahatlayım diye kalktım masadan, dizlerim kaldırmadı duygu hamallığı yapan bedenimi. Sendeledim, bir anda yaşlı adam bir hamlede düşmeden tuttu kolumdan, oturttu sandalyeye. "İyi misin evlat ?" kaç kere sordu yaşlı adam bana, bunu ben bile bilmiyorum. Baygın gibiydim sanki ya da artık içmemeyi unutmuş bir sarhoş. Beni derin bir uykuya bıraktığı odadan çıkarken "İsmini sormayı unuttum evlat" dedi. Birkaç saniye donukluktan sonra isimi mi söyledim "Akın... Akın Özer."
İsmimi duyar duymaz kapıdaki istifini bozup küçük bir şaşkınlıkla odadan çıktı. Doğrusu söylemek gerekirse kuşkulandırıcı bir tepki vermişti. Yorgunluktan kendimikaranlığın sessizliğine attım... Uyumak deniyordu galiba ona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tükeniş
General FictionHer şey noktalama işaretlerinden ibaret değil mi? Cümleyi ayıranın virgül, sonlandıranın nokta olması gibi. Nerede bu karanlığa sığınmış noktalar? Sigaranın filtreden önceki son dumanında mı? Ya da bir celladın kanlı ayağının ucundaki sandalyede mi...