Bir Melek Ölürken

1K 120 38
                                    

Kelimeler ruhu ele geçirir miydi? Gecenin karanlığı yavaş yavaş aydınlığa kavuşurken, ruhum kan çölüne döndü aniden... Ölüyordum, ölüyordun, ölüyorduk vesselam!
Zira hiçbir ölüm bu kadar can alıcı olamazdı, azizim. Biz yaşarken ölenlerdik. Biz ölmek için fazla ölü olanlardık. Velhasıl ölüydük işte...

Kulaklarıma kadar uzanan saçlarım, ruhumun ayak izlerini taşıyordu birer birer... Yorgunduk ve bir o kadarda eksik. Suçları neydi, bizler gibilerin? O bencil yaratıklara güven denilen duyguyu beslemek miydi? Öyleyse yanmaktan tekrar tekrar kül olsun ruhumuz, biz iliklerine kadar masum olanlardık.

Ve siz "bencil yaratık" sıfatını layık bulduğum insanoğlu... Sizler karanlıktan korkan küçük masum bir kızı, karanlığa aşık eden pis bir kadına çevirecek kadar alçaksınız!

Ölüme fısıldardık her gece, ta ki ölümle çığlık çığlığa kalana dek. Ve şuan o fısıldayışlarım ruhunun yaralığıyla bile güzel olan ölülere yaşam tabuları kursun bir kalkan misali...

"Kan çanağı" diye tabir bile edilemeyecek gözlerim, sanki ait olduğum mezarlığı arıyordu.

Kıdemsiz bir satırda denk geldiğim o sözler bir an olsun aklımdan çıkmıyordu; "Seni baban bile sevmemiş, küçüğüm. Benden seni sevmemi nasıl beklersin?"

Benim hikayem buydu azizim! Ne bir eksiklik vardı sözcüklerin ruhsuzluğunda, ne bir fazlalık.
Buydu işte... Ölürken bile ölmeye devam eden, ruhunun ayak izleri uçurum kenarlarında sert kasırgalarla esir kalmış, içindeki papatyaları kaktüsleşip -sanki ruhundaki kan olukları yetmezmiş gibi- her bir yerini kanatan pis bir kadındım artık!

Sığındığı ateş, onu küle çevirmekten başka bir neden sağlamıyordu. Günlerden yine ölüydü, ölüye ölü kala!

Zira "ölüm" muhtaç kaldığı tek dostuydu. Karanlıktı ilk aşkı, güvendi tanımak istediği fakat hiç tanıyamadığı sırdaşı... Üç noktaların tükendiği yerdeydik, azizim!

Başıma geçirdiğim kapüşonumu bedenimi sıcak tutması için biraz daha sıktım. Soğuğu seviyordum lakin bir o kadarda nefret ediyordum. Çünkü soğuk, küle dönen ruhumu aydınlığa çıkarıyordu. Aydınlığa çıkan ölü ruhuma ise, bencil insanoğlu darbelerini eksik etmiyordu.

Tükeniyorduk, vesselam. Git gide çürüyorduk. Dışarıya adımımı atar atmaz, soğuğu iliklerime kadar hissetmem, çokta anormal sayılmazdı.

Bedenime sızan yağmur damlaları ruhumdaki siyahlığı temizliyordu.
Yağmur masumdu, bizler kirli... Bir neden aramadan inandığım sayılı düşüncelerden biriydi bu.

Bulutlar acılardı, yağmurlar ise sessiz haykırışlarımız. Acıların bulut olup, ortaya çıkmasının sebebiyetiydi.

7 yaşına kadar yağmuru sevmezdim pek. Yağmurdan sonraki fırtına, içimde ölümüne sebep olduğum çocuğun, en büyük korkusuydu.

Çünkü fırtına çıktığında, dünyayı kötü adamların basacağını sanardım o çocuk aklıyla. Keşke o zaman ki gibi masum kalsaydı düşüncelerimiz...

Lakin bizler kirlendikçe, düşüncelerimiz de kirlendi birer birer. Yağmur damlaları içimdeki karanlık kuyuyu taşıracak duruma geldiğinde dudağımın kenarına naif bir tuzlu su tadı geldi.

Kül Olmuş Bedenler.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin