"Koş geri zekalı, güneş doğmak üzere!"
"Elimden geleni yapıyorum!"
Bu konuşmanın tüm nedeni, izlediğimiz rotada ilerlerken uyumak için mola verdiğimizde alarmı kurmayı unutan Frank yüzündendi. Neyse ki sığındığımız yeri neredeyse keşfeden Crop'lardan son anda kurtulmuştuk. Yani, en azından onlar tarafından köşeye sıkıştırılmamıştık. Şu zamanda koşmak, hayat demekti. Sadece Crop'lardan kaçmaktan söz etmiyorum. NR-Zero'nun etkisi altında kalmadan rotamızdaki hedeflere ulaşmak için de olabildiğince hızlı olmamız gerekiyordu. Biz ona aramızda kısaca NR deriz. Aslında herkes öyle der. Halktan olan herkes. NR-Zero, dünyamızdaki işleri kolaylaştırmak için, pek çok bilim kurgu filminde de gördüğümüz ışınlanmanın yollarını arayan adamların, yani bilim adamlarının kullandığı bir kod ad kadar basit bir şeydi. Bu kod ad ise bir gezegene verilmişti. "Dünyamızı daha iyi bir yer haline getirmek için" çalışan bilim adamlarının prototip deneyleri sonucu yaptıkları bir kaç yanlışlık ile yeni bir komşu edinmiştik. Küçük bir fark ile. Evimizin yanında değil, gezegenimizin karşısında...
"-Aklından ne geçiyordu Frank?"
"-Sadece yorgundum tamam mı? Sen grubun liderciliğini oynarken bütün o ayak işlerini başkaları yapıyor, o çantaları başkaları taşıyor. Sen ne yapıyorsun Elijah, ha?"
"-Güvenli rotayı çizmek kolay mı sanıyorsun? Ya bu kadar geldiğimiz yolda bir mağara, bir sığınak olmasaydı ne yapardın, ne yapardık? Sana söyleyeyim; en azından yakınacak bir şeyin olmazdı. Çünkü o çantalar kendi kendine hareket edebilir hale gelirdi! Bizde öyle."
Çok sinirliydim. Alarmı kurmayı unutmak ne demek? Grubumuzun ortamı cidden gerilmişti. Seslerimizi yükseltince Alice araya girdi:
"-Kıçımıza mermi yemekten daha kurtulalı beş dakika olmamış, siz burda dinlenip soluklanmak yerine o nefesinizi boşa mı harciyorsunuz?"
Haklıydı. Her ne kadar kıl payı kurtulmuş olsak bile, sonuçta kurtulmuştuk. Şimdi soluklanmamız gerkiyordu. Frank ve Camille mekanın sağlamlığını kontrol etmeye çıktılar. Ben ise Alice ile beraber rota üzerindeki güvenli ve güvenli sayılabilecek sığınakları belirliyor, varış süresini hesaplıyorduk. Bruce ise zaten çok fazla aksiyona gelebilen bir tip değildi. Ateşi yakmış ve başına oturmuştu. Dizlerini karnına çekmiş kollarını ise dizlerinde bağlamış ileri geri sallana sallana ateşi izleyip bir şarkı mırıldanıyordu. Zaten ateş yanasaya kadar Frank ve Camille keşiften dönmüşlerdi. Sığınağımız ise terk edilmiş bir evin bodrum katıydı. Olabildiğince yer altında kalmaya çalışıyorduk. Veya sağlam ve kolay kolay yıkılmayacak yerlerde. Yani seyahat halinde konaklamamız imkansızdı. Hem arabada gidip hemde bir yere varmak gibi bir imkan söz konusu değildi. Zaten çalışan ve sahipsiz bir araba bulmak pek de kolay bir şey değildi. Bunu bulsak bile, yakıt bulmak araba bulmak kadar zordu.
"Acıkan var mı?" demişti Alice. Sahi, haritaya öyle odaklanmıştım ki, Alice'in masanın başından kalkıp gittiğini bile fark edemedim. Camille gelip omuzlarıma elini koymuştu. Parmak uçları ile sıkıp bırakıyordu. Masaj yapıyordu ve cidden çok rahatlatıcıydı. Sonra birden kesip sol kolumun omzuna vurarak "Hadi Bay Beyin, boş mideyle dolu kafa olmaz" dedi. Haklıydı. Kafamı kaldırıp çevirdiğimde, Camille'ın turuncu saçlarını koyu kızıla çeviren ateşin etrafında toplanmış Bruce, Alice ve Frank'ı gördüm. Bruce yine bir şeyler anlatmış, bir şeyler söylemiş olacak ki hepsinin yüzü gülüyor, görmeyi özlediğimiz güneş gibi parlıyordu her birinin gözü. Frank ile göz göze geldim. Tebessüm edip kafasını öne eğdi, gülerek kafasını sağa ve sola bir kaç kere salladıktan sonra eliyle bana gelmemi işaret etmişti. Aramızda büyük bir problem olmadığını bilmek güzel gelmişti. Alice battaniyesini kaldırıp yanına oturmamı anlattı gözlerini hareket ettirerek. Zorlamadım. Geçip Alice ve Frank'ın arasındaki yerime oturdum ve Alice ile battaniyemizi paylaşırken, her ne kadar bedenen ısınmış olsam da, tüm grubun içini ısıtan bir ortamdı. Bruce dalgalı ve ne kısa ne uzun sayılmayacak dağınık ama ayrı bir havası olan saçlarına elini daldırıp düzeltir gibi yaptıktan sonra kaşığını elindeki küçük tabağa daldırdığında biz de onu takip ettik. Yemek bittikten sonra Frank öbür yanında oturan Camille'ın omzuna omzunu hafifçe vurarak "Bu gün bulaşık sırası sende de değil miydi Camille?" deyip sırıttı. Camille oflayıp puflayarak, bir yanda Frank'e, sırayı hatırlattığı için keskin ama sevimli bir bakış atarak tabak ve kaşıklarımızı toplamaya başladı.
"Hadi ama Camille, bu sorun edilecek bir şey değil hepimizin başına geliyor. Mesela yarın senin kader arkadaşın olacağım" dedim. Frank'a dönüp tebessümlü bir şekilde "Bu sefer alarmı kurmayı unutmazsın değil mi?" diyerek laf söylermişim gibi yaptım. Frank bağdaş kurduğum dizime hafifçe yumruk atarak gülümsedi ve "Hatırlatmasaydın unutmuştum" dedi. Bu sefer alarm sorun olmayacaktı. En azından bundan emindim.
Yer çekimi. Sorunumuz buydu. Bizim şimdilik bildiğimiz bir kaç sorundan en büyüğüydü bu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NR-Zero
Science Fictionİnsanlar, teleportasyonu bulduğunu sanarken ummadıkları bir şey oldu. Dünya içinde bir yerden başka bir yere gitmeyi hedefleselerde, bir başka gezegeni dünyanın yanına yerleştirdiler. Ve "iki dünya", tek düzeni kaldıramadı. Dünya kaosa sürüklendi. ...