Frank'ın çalan alarm sesi ile uyandım. Daha çok yattığım yerden zıpladım diyelim. Kim alarm sesine Joan Jett'in, I Love Rock N Roll şarkısını koyar ki? O ani ses ile hepimiz korkarak uyandık. Hatta Bruce, kendini Alice'e siper bile etmişti. Evi Croplar bastı sanmış. O şokun üstüne biraz gülümsemiştik tabii fakat hepimizde bir sabah sersemliği olmuştu. Bodrum katta olmamızdan ve bacanın hasar almış olabilme ihtimalinden dolayı dumandan zehirlenmemek için gece mecburen yaktığımız ateşi söndürmüştük. Üşümemek içinde tüm grup yan yana yatmıştık. Saat akşam 10 civarıydı. Yaz ayında olduğumuz için doğal olarak güneş erken doğup geç batıyordu. İnanın doğal olan şeyleri çok özlemiştik.
"Eşyaları toplayalım, kimse çöpünü unutmasın" dedim,"Sabah olmadan gitmemiz gerek"...
Dün gece Alice ile belirlediğimiz rotaya doğru yol almamız gerekiyordu. Pil sayımızda azalma vardı. Gece yol aldığımız için el feneri gerekiyordu. Gece yol almamızın nedeni ise, NR'ın, Dünyanın güneşe bakan yüzünde olmasıyla beraber Cropların etrafta daha çok dolanmasıydı.
Yabancı bir komşumuz vardı ki bu komşumuz gezegen olsa bile bildiğimiz hiç bir canlı belirtisi görmemiştim, görmemiştik. Yani Croplar da bizim gibi insanlardı.
"Elijah bir sorunumuz var."
"Efendim? hemen geliyorum" dedim Frank'a. Barındığımız evin tek çıkış kapısının önünde bir şey vardı. Kapıyı açamıyorduk. Evin eski sahipleri ise camları tahtalar ile kapattıkları için camdan dışarıda bizi bekleyen engeli görmemiz de mümkün değildi. Ben, Bruce ve Frank biraz zorlayarak kapıyı azcık araladığımızda ise çatıdaki kiremitlerin kapının önüne yığıldığını gördük. Bir parça ise kapının altına sıkışmış, açmamızı engellemişti.
"İyi bakın, arkanızda bir iz bırakmadınız değil mi?" diye grubu tekrar uyardım. Cropların keşif gezilerinde izimizi bulmasını istemezdik. Evi terk ettik ve yer yer yürümeye, bazen de koşarak gitmemiz gereken yere varmaya çalışıyorduk. Bir kasabanın tabelasını gördüğümüzde durduk.
"Ne oluyor? Neyi bekliyoruz?"
"Şunu görüyor musun Camille?" diye parmağımla az aşağıda kalan kasabanın süper marketinin ve onun bitişiğindeki evin ışıklarını gösterdim. O sırada Alice erzak çantasını yere koymuş, kıyafetlerimizin olduğu çantayı da üstüne koymuş Bruce ile üzerilerine oturmuşlar dinleniyorlardı.
Frank ise parmaksız eldivenlerini birleştirmiş, trençkotunun yakalarını kaldırmış ve atkısına gömülmüş vaziyette yere çömelmişti ve birleştirdiği ellerinin içine üflüyor, ısınmaya çalışıyordu. Yarıma yakın şekilde taktığı beresi yüzünden, ay ışığı da olmasa kahverengi saçlarının neredeyse tek bir teli gözükmeyecekti. Camille'ın soğuktan kızarmış burnuna gözüm takılınca "Elektrik var, ısıtıcıları da varsa belki onlardan yardım isteyebilir, bir gecelik konaklayabiliriz" dedim. Bruce atılarak "Crop olmadıklarını nereden biliyoruz?" dedi. Haklıydı. Zaten evden çıkmamız gece 11 buçuğu bulmuştu. 3 saattir de yoldaydık.
"Ya burada donarak, yada bir ihtimal birkaç mermi yiyerek öleceğiz. Nasıl iş bu be?! Yazın ortasında kıçımız donuyor! Hızlı bir ölümü donarak ölmeye tercih ederim. Haksız mıyım ha? Camille? Alice? Bruce?" diye bir konuşma yaparak fikirlerini söyledi Frank. Haksız sayılmazdı. Kendisi biraz asabi ve sabırsız olsa da haklı olduğu çok konu oluyordu.
Hepsi tek kelime etmedi fakat onaylar gözle birbirlerine bakıştıktan sonra tek tek gözlerini bana çevirdiler. Gerçi oy çoğunluğu vardı. Amaçları sadece fikrimi almaktı. Bende terslik çıkarmadan "Zaten güneşin doğmasına pek bir şey kalmamıştı ve uçmayı öğrenmeye pek hevesli değilim" dedim. Elimdeki feneri Camille'a verdikten sonra erzak çantasını aldım. İçi konserve yiyeceklerle doluydu. Kasabadaki bina kalabalığına girdiğimizde herkes etrafa keskin bakışlar atıyordu. Herkes koşmaya hazırdı. Süper market ve aramızda yaklaşık 7 sıra bina vardı. Fakat kasaba düzenli bir mimari yapıya sahipti. Yani bu da demek oluyor ki sağımızda da solumuzda da 7 şer bina vardı. Hepimiz pür dikkat ve sakin adımlar ile ilerliyorduk. Sıra sıra binaları geçtik. Zaten binalarda birileri olsa bile muhtemelen bodrum katta olurlardı. Süper marketten önce evi kontrol etme gereksinimi duyduk. Camları diğer evler gibi tahtalar ile çakılmış vaziyette idi. Frank ile bakıştık ve gözleriyle bana kapıya gitmemi işaret etti. Her ne kadar tartışsak da Frank'a güvenirdim. Grubuma güvenirdim ben, her birine.
Şu yaşadığım zamanda ve durumda, her şeyi silah olarak kullanma potansiyelim olmak zorundaydı. Diğer herkes gibi benimde. Çünkü kimin tehdit, kimin dost olduğunu anlamak zaman alabiliyor. Kırılmış çit parçalarından birini elime aldım. Hatta ne olur ne olmaz diye çivili bir tane seçmiştim. Kapıyı çaldığım sırada hemen dibinde elinde başka bir sopa ile Frank bekliyordu. Bruce ise Camille ve Alice'i koruyordu. Kapıyı çaldığım sırada içerde bir patırtı oldu. İçeriden tok bir ses "Amy?" dedi.
"E, he.. Hey, Merhaba!" dedim.
"Kimin nesisin be adam bu saatte?!" dedi içerideki ses.
Duraksamıştım. İçerideki veya içeridekiler eğer bir Crop timi olsaydı zaten pek de cevap vermemi beklemezlerdi. Bu yüzden az da olsa içim rahatlamıştı ve içeri seslendim.
"E.. Şey, adım Elijah. Küçük bir grubum var. Elektriğinizin olduğunu gördük ve belki bir günlüğüne bizi misa..." konuşmam yarım kalmıştı. Kapıyı açtı. Elinde bir silah vardı. O sırada cidden korkmuştum fakat tehdit olmadığımı göstermek için ellerimi kaldırıp sopayı fırlattım ve parmaklarımla hala kapının dibinde duvara yaslanmış bekleyen Frank'e beklemesini işaret ettim. Kaşlarını çattı ve bana "Ne, ne yapıyorsun?" der gibi baktı. Göz ucuyla görmüştüm o bakışı. Adam bir süre bana baktıktan ve süzdükten sonra silahını indirdi fakat eli tetikteydi. Kapıdaki aralıktan gözüm arkaya ilişince koltuğun arkasına saklanmış genç bir çocuk görmüştüm.
"Bu saatte delirdiniz de mi dışarılarda dolanıyorsunuz?" Diye tekrar sormuştu.
"Grubumla gece seyahat ediyoruz. Gündüzleri bildiğiniz üzere ortam pek elverişli değil ve Crop devriyeleri etrafta cirit atıyor." dedim.
Crop dediğim an adamın gözleri resmen alev aldı. Bir an o mavi gözleri buharlaşacak sandım. Silahının namlusu ile içeri geçmemizi işaret etti. Bende Frank'e kalkmasını söyledim ve ev sahibi ile göz göze gelince "Tedbir almamız gerekiyordu" dedim. Bruce, Alice ve Camille da içeri geçtiler. Cidden elektrikli ısıtıcıları vardı, sıcak suları. Mutfakları erzak doluydu. Yine de çantalarımızın içini kontrol etmeyi ihmal etmedi.
"Bu Frank, Camille, Alice ve Bruce. Benim kim olduğumu zaten biliyorsun" dedim.
"Robert" dedi. "Robert Marvin" diye ekledi. Oğlunu göstererek "Oradaki de oğlum Tylor" dedi.
Evdekiler bulunmaz bir nimet gibiydi ki zaten öylelerdi. Robert bize bir oda vermişti. Elimi kafamın arkasına yerleştirip sıcak yatağın tadını çıkartarak tavanı izlerken Frank'e döndüm ve "Alarmı kurmayı unutma dostum" dedim ve pis pis sırıttım. Alice ve Camille da daha uykuya dalmamış olacaklardı ki güldüklerinin sesini duydum. Frank ise "Ciddi misin? Yine mi aynı espri?" diyerek beni biraz bozmuş olsa da aldırış etmedim. Alice ve Camille'ın gülüş sesleri bu cevap ile beraber bir nebze daha sesli olduğunu fark ettim ve bende onlarla beraber güldüm. Bruce, Bruce ise bize horlamaları ile eşlik ediyordu. Her ne kadar hoş bir ortam olsa da bir yandan kafamda bazı sorular dönüyordu. Uzun zaman sonra böyle rahat bir yeri ilk defa bulmuştuk. Rahat bir uykuyu grubuma borçlu hissettim ve yarın konuşurum diyerek ses etmedim. Ama sorular susmuyordu. Robert o silahı nerden bulmuştu? Neden bu evde elektrik vardı? Cidden uyumakta çok zorluk çektiğim fakat bir o kadar rahat bir geceydi. Peki ya Amy kimdi?..
![](https://img.wattpad.com/cover/65471289-288-k614332.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NR-Zero
Ficção Científicaİnsanlar, teleportasyonu bulduğunu sanarken ummadıkları bir şey oldu. Dünya içinde bir yerden başka bir yere gitmeyi hedefleselerde, bir başka gezegeni dünyanın yanına yerleştirdiler. Ve "iki dünya", tek düzeni kaldıramadı. Dünya kaosa sürüklendi. ...