nine hundred fifty eight

710 59 10
                                    

Hastanenin neşe saçan yarı ölüsü Minseok, Melly'nin saçlarını geçici spreyle pembeye boyarken ''Bay Oh yakalamadan bitirmeliyiz.'' diye söylendi. Söylenmeleri bitmiyordu. Söylenmeleri Melly'nin yorgun yüzünün gülmesine neden oluyordu.

Hesaplamalarına göre Bay Oh'un yani Sehun'nun gelmesine yarım saat vardı. Bu Minseok için yeterli bir süre değildi! Bay Oh onu her zamanki gibi haşlayacaktı.

Minseok boyadığı saç tutamlarını oldukça sesli kurutma makinesiyle kuruturken ''Kurutma makinesi bizi ele verecek!'' diye çığırdı. Melly arkadaşının telaşını büyük bir keyifle izliyordu.

Saçları sonunda kuruduğunda tatlı bir pembe renge dönüşmüştü. Melly saçlarına hayran hayran bakarken Minseok kalıntıları ortadan kaldırmak için savaşıyordu. Bay Oh gelmeden odadan toz olmalıydı. ''Sakın Bay Oh'a benim boyadığımı söyleme!'' komodine bulaşmış boyayı silerken tekrar çığırdı. Melly saçlarıyla oynarken kafasını sallamakla yetindi. Galiba en sevdiği renk pembeydi. Pamuk şekerine benziyordu.

Minseok tüm malzemeleri kucaklayıp odadan çıktıktan sonra Melly yatağına geri döndü. Küçücük bir uğraş bile yoruyordu onu. Eskiden yapmaya bayıldığı şeylerden biri olan konuşmak bile zordu. Saatlerce konuştuğu zamanları özlüyordu. Özlediği çok şey vardı. Sabahları okula giderken köşe başından aldığı sütü özlüyordu en çok. O sütü içerek okula yürümek, sıcak rüzgarın her adımda tenine daha çok vurması, ortamdan asla eksik olmayan kuşların cıvıltısı ve güneş. Yazın okula gitmeye bayıldığı zamanları özlüyordu.

Dizlerini kendine çekip kollarıyla sarmaladı. Dışarıdaki manzarası güzel olsaydı en azından, mutlu olabilirdi. Maalesef dışarıdaki manzara güzel değildi, Melly'nin hayatı gibi. Küçük olan Sehun'nun gelmesini beklerken dokuz yüz elli sekizinci çiçeğini izliyordu. Günün sonunda solacağına adı gibi emin olduğu çiçek şimdi inadına parlıyor gibiydi. Melly'nin pembe saçları gibi.

Melly çiçeği dalgın bir şekilde izlerken Sehun yavaşça içeri girmişti. Sehun karşısında duran hastanın dalgın bakışlarını izlerken gülümsedi. Gördüğü en güzel hasta karşısında duruyordu. Gülümsemesi daha da derinleşirken sonunda gözüne ilişen pembe saçlar yüzünden gülümseyen yüzü ciddi bir hale bürünmüştü.

Ciddi bir sesle ''Melly.'' diye seslendiğinde pembe saçlı olan sesindeki o ciddiyetten yakalandığını fark etmişti. Gülümsemesini tutup aynı ciddiyetle ''Efendim Bay Oh?'' diye karşılık verdi. Sehun pembe saçlı çocuğa yaklaşıp bıkkınlık içeren bir sesle ''Minseok'u hastaneden attıracağım.'' diye homurdandı. Melly sonunda tutamadığı yorgun ama neşeli kıkırtısını sunduğunda Sehun'nun kalbi kıkırtıyla eş zamanlı olarak daralmıştı. Bu kıkırtı kuş cıvıltısından daha güzeldi. Ancak Sehun bu kıkırtıya bu sefer kanmamalıydı. Sinirli olmaya çalışarak pembe saçlı kızın yanına oturdu.

Önce kabarmış pembe ve yenilesi saçlara sonra da parlak parlak bakan gözlere çevirdi gözlerini. ''Yeşil için son demiştin.'' Sesindeki sitem fazlasıyla kendini belli ediyordu. Melly biran için pişman olsa da vazgeçti. Onun için saç boyamak zararlı olsa önemli değildi. Hastalığının ondan çalmadığı tek şey saçlarıydı. Geriye kalan her şey hastalığıyla birlikte yok olup gitmişti.

"Pembe son o zaman."

Son olmayacağını ikisi de biliyordu. Sehun yine de sesini çıkarmadı. Ölüme adım adım yaklaşan birinin isteklerine mani olamazdı.

Sahi, ölüme kaç adım kalmıştı?

Ne Melly ne de Sehun kalan adımların sayısını bilmiyordu.

Ancak Melly'nin bildiği bir şey vardı,

Bugün dokuz yüz elli sekizinci çiçek solmuştu.

Sunshine HospitalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin