YENİ BİR OKUL, YENİ BİR AŞK, YENİ BİR ÖLÜM

1K 91 7
                                    

MERHABA ARKADAŞLAR. BU BÖLÜME ÇOK UĞRAŞTIM, BİRAZ UZUN OLDU. UMARIM HOŞUNUZA GİDER. LÜTFEN YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİN, ONLAR BENİM TEK YOL GÖSTERİCİM :))
*** BU BÖLÜM DİDEM ÖZERCAN'A İTHAF EDİLMİŞTİR.

Bir kez daha üvey babamın soğuk ellerini nemli tenimde hissettim. Ürperdim ve isteksizce geniş salona girdim. Annem beni lila koltuğa yayılmış ve bacak bacak üztüne atmış bir vaziyette bekliyordu. Yine göz alıcı kırmızı rujunu sürmüş, siyah mini elbisesini bordo stilettolarıyla tamamlamıştı. Her zamanki gibi oldukça genç, güzel ve alımlıydı.
"Nerede kaldın sen?" Bana sinirle çıkıştı. "Baban seni bekliyor."
"O benim babam değil." Gayet sakindim. Belkide tüm bu olan bitenden bıktığım için sesim sakin çıkıyordu.
"Parası cebinde olduğu sürece senin baban. Şimdi defol. Eğer memnun olmazsa hıncımı senden çıkarırım."
İçimden küfrettim. Yine neye sinirlenmişti.
"Nerede?"
"Yatta, seni bekliyor."
Ayaklarımı sürüyerek boğaz manzaralı yalıdan çıktım. Yata geldiğimde üvey babamı yatak odasında telefonunu kurcalarken buldum.
"Gelmekle lütfettiniz bayan. Sizin yüzünüzden geç kalacağım."
"Şirket senin değil mi zaten? Hem madem geç kalmak istemiyorsun, o zaman gitmelisin."
Yüksek perdeden bir kahkaha büyük yatta yankılandı.
"Komik kız. Soyun hadi."
Birden gözlerimden birkaç damla yaş akıp, parlak zeminle buluştu. Normalde bu kadar çabuk ağlamazdım. Neden duygusallaştığıma ben de anlam veremedim.
"Ne oldu? Genelde ben işe başlamadam ağlamazdın? Bugün duygusal günündesin sanırım. Tekrar söylüyorum, soyun."
Ondan nefret ediyordum. Parası için benimle zorla beraber olmasına ses çıkarmayan annemden de. Ahh tanrım. Yavaşça soyunmaya başladım. Üzerimdeki kelebek desenli mavi elbiseyi çıkarıp yere attım. Elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Kendi kendimi, birazdan bitecek, zaten toplantısı varmış, gitmek zorunda gibi sözlerle içten içe avutuyordum. Üzerimde sadece çamaşırlarım vardı. Üvey babam arkasını dönüp laptopuna gelen maili incelemeye koyuldu.
Pislikler.
O an aklıma bir şey geldi. Korkunç bir şey. Bir daha bana el sürmesine izin vermeyecektim. Yanımdaki lambayı aldım ve hiç düşünmeden kafasına geçirdim. İnleyerek yere yığıldı. Arkamdan bağırdığını duyabiliyordum.
"Seni geberteceğim küçük sürtük."
Kan ter içerisinde kalmış bir biçimde uyandım. Saat sabahın 5'iydi. Aditi de uyanmıştı ve telaşla yanıma geldi.
"Kabus mu gördün?"
Evet anlamında başımı salladım. Üvey babam kabusların en kötüsüydü. Beni buraya o göndermişti. Malum olaydan sonra. Tabii parasını ödemeyi şiddetle reddettiği için burs kazanmam oldukça sevindiriciydi. Artık annem yoktu. Daha da önemlisi, artık o soğuk eller yoktu...
***
"Jacques sana mı bakıyor yoksa ben mi hayal görüyorum?"
Yemekhanedeydik. Aditi yanımda, tavuğa benzer bir şeyi mıncıklarken aynı zamanda benimle konuşuyordu. Karşımda ise yeni tanıştığım Sura vardı. Arkadaş canlısı, hoş bir kızdı. Tıpkı Aditi gibi.
Sura'nın kafasından Jacques'i göremediğim için surat astım.
"Bilmiyorum, göremiyorum."
"O zaman ben bir yana geçeyim." Sura ayaklandı ve ben saniyesinde bileğinden yakaladım.
"Olmaz, sırf Jacques'i görebilmek için seni yan tarafa oturttuğumu sanar."
"Öyle değil mi zaten?" Konuşan Aditi'ydi.
"Evet öyle, ama bunu onun bilmesi gerekmez."
Sura başını salladı.
"Haklı."
"Öyleyse en yakın arkadaşın olarak benim sana rapor vermem gerekir. Şu an tabağına bakıyor, bugün çıkan yemekle, tavuk bozuntusuyla, bir sorunu var sanırım. Okulun geri kalanı gibi. Şimdi Jilly'nin kulağına eğiliyor. Bir şeyler söylü..."
"Şu rapor verme işini biraz fazla abarttın sanırım." Bitirmesini beklemeden sözünü kestim.
"Ama en önemli kısmı dinlemedin ki!"
"Neymiş o?"
"Masadan kalktı ve şu an buraya doğru geliyor."
Saniyelik bir heyecan patlaması yaşadım. Kalbim sıkıştı ve tek diyebildiğim "Ahh, öyle mi?" oldu.
Düzeltmek için elimi saçlarıma götürdüm fakat çok geç kalmıştım. Hedef yerine ulaşmış, yeşil-gri gözlerini bana dikmiş bekliyordu.
"Merhaba."
"Me..Mer..Merhaba." Ahh hayır, kekeliyor olamazdım.
"Lara'ydı değil mi?"
"Ev...Evet. Sen nereden biliyorsun?"
"Jilly bahsetmişti. Okulumuzun yeni zeki kızı. Aynı zamanda güzel de." İlk başta benimle konuşup konuşmadığına emin olamadım. Bu yüzden cevap alabilmesi için biraz beklemesi gerekti. Adımı biliyordu. Tanrım, biliyordu.
"Teşekkür ederim."
Belli etmemeye çalışsam da içimde fırtınalar kopuyor, küçük kelebekler midemde hızlı hızlı kanat çırparken başım dönüyordu.
"Yarın izin günümüz. Sana Paris'i gezdirmek istiyorum."
Bu bir soru muydu? Yoksa "Yarın Paris'i gezeceğiz, haberin olsun istedim." tarzı bir şey miydi?
"Bu bir soru mu?"
"Hayır. Ben reddedilmekten hoşlanmam. Ki beni reddetmeyecek kadar zeki bir kız olduğunu gözlerimle gördüğümden, sana sorma nezaketinde bulunmadım. Üzgünüm. Şöyle diyelim, yarın izin günümüz şehirde gezintiye çıkmak istiyorum. Bana eşlik et?"
Pekala, bu daha iyiydi. Kimi kandırıyordum ben? "Yarın nereye gidersem sen de benimle oraya geleceksin." dese bile koşa koşa gitmeyecek miydim? Onda bu gözler oldukça herhangi bir kızla konuşurken "Kibarlığın canı cehenneme." diyebilirdi. Hiç kimsenin dert edeceğini sanmıyordum. Aditi beni dürttü ve gerçek hayata döndüm. Ne kadardır konuşmuyordum?
"Tabii, çok sevinirim." dedim. Başıyla onaylayarak göz kırptı ve "elit" arkadaşlarının yanına geri döndü. Okulun hiç şüphesiz en yakışıklı çocuğu ve obez bir kız? Hayır, ben obez değilim! Sadece birkaç kilo fazlam var. Neden iç sesim beni rahat bırakmıyor? Hayatımda bir kez olsun mutlu olmayı hak ediyorum .Ahh tanrım, lütfen Jacques'ın yanında rezil olmama izin verme.
***
"Lara, siyah sutyenin yok mu senin? Kalkmış, siyah bluzun içine beyaz sutyen giymişsin."
"Fark ediliyor mu?"
"Yanlardan, evet"
"Tabiki siyah sutyenim var."
"O zaman ne diye bunu giydin?"
"Kopçası koptu! Çok mu belli ?" O kadar stresliydim ki bir sutyen kopçası için deli gibi ağlamaya başlayabilirdim.
"Tamam, sakin ol. Eğer göğüslerine çok dikkatli bakmazsa anlaşılmaz. Tabii bakabilir de..." Aditi'ye küçük bir dirsek attım. O sırada kapı çaldı.
"Ahh geldi işte. Nasıl görünüyorum?"
"Muhteşem."
Kafa salladım ve kapıyı açmaya gittim. Beni, koyu lacivert bir kot pantolon, lacivert bir gömlek ve siyah blazer ceket giymiş Jacques bekliyordu. Ayakkabılarına baktım. Tıpkı onun gibi kusursuzdular. Bir anda ne kadar uyumlu giyindiğimiz fark ettim. Üzerimde fırfırlı bir gömlek ve yüksek bel bir kot etek vardı. Rugan siyah babet giymiştim. Ahh, sadece tekini giymiştim. Aditi'nin kolyemle verdiği diğer babeti alarak ayağıma geçirdim. Utanarak gülümsedim.
Fosforlu pembe kolyemi de gömleğimin yakasının altına sokmayı sonunda başarmıştım ve ortaya bu uyumlu görüntü çıkmıştı. Daha önceden sözleşmiş sevgililer gibi gözüküyorduk.
Ahh, o kelime... Sevgilim...
"Paris'i keşfetmeye hazır mısın?" Çapkın bir şekilde göz kırptı.
Yaklaşık 15 dakika sonra Buffet De La Gare De Paris'te -adını doğru telaffuz etmek için 15 dk durmadan pratik yapmam gerekti- oturmuş kahvelerimizi yudumluyorduk. Enfes. Bir tren istasyonu kafesi. Küçük bir teras ve zarif masalar...
"Burayı sevdin mi?"
Başımı salladım.
"Çok güzel"
"Senin kadar değil."
Güldüm.
"Hadi, anlat bir şeyler. Hayatından bahset. Geride bıraktığın şeylerden."
Boğazımda küçük bir yumru oluştuğunu hissettim.
"Şey, yani. Herkes gibi işte."
"Anlamadım?"
"Üvey babam ve annemle beraber yaşıyordum. Annemin evlenmesini beklemiyordum ama sonra üvey babamla evlendi."
Bana baktı.
"Pek hoş anıların yok." Bileğimdeki neredeyse geçmek üzere olan ize baktı. Hala mordu.
"Üvey babandan şiddet görüyordun, annenden değil. Annen sana fiziksel şiddet uygulamıyordu." Eliyle çenemi kaldırdı ve ona bakmamı sağladı. "Banan seni küçükken bırakıp gitmiş olamaz, o öldü. Trafik kazasında."
Gözlerimin dolmaya başladığını hissettim.
"Hiç evlenmediler. Annenin ilk eşi üvey babandı."
Duraksadı.
"Aman tanrım Lara. Buna nasıl katlanabildin? Üvey babanın sana dokunmasına?"
Bu kadarı fazlaydı. Masadan ağlayarak kalktım. Hızlıca yürümeye başladım. Jacques'ın arkamdan bağırdığını duyabiliyordum. Hayatımın boktan olduğunu biliyordum ama bunu hiç tanımadığım birinin ağzından duymak bana çok ağır gelmişti. Bütün bunları nereden biliyordu? Hıçkırarak ağlamak istiyordum fakat yapamıyordum. Boğazımda takılı kalan hıçkırıklar güçlü birinin beni kolumdan tutmasıyla serbest kaldı.
"Çok özür dilerim, Lara. Aptalın tekiyim. Lütfen. Gel, oturalım. Bir daha konusunu açmayacağım. Sadece kendimi fazla kaptırdım. Lütfen."
O kadar yatıştırıcı bir ses tonu vardı ki onunla beraber masaya geri oturdum.
"Tüm bunları nasıl bildin?"
Başını ellerinin arasına aldı.
"Üvey babanın sana şiddet uyguladığını bileğindeki morluktan anladım."
"Babamın trafik kazasında öldüğünü nereden anladın?"
"Taksideyken huzursuzlandın. Bu kötü bir anın olduğunu gösterir. Ayrıca kimse onu terkeden bir adamın resmini göğsünde taşımaz."
"Kolyem gömleğimin altında kalıyordu."
"Babetini giymek için eğildiğinde gördüm."
"Babam olduğunu nereden bildin?
"Ben sadece parçaları birleştirdim."
"Üvey babamın beni taciz ettiğini? Annemin ilk eşi olduğunu?"
"Çok utangaçsın. Özellikle erkeklere karşı. Bu çoğu kızda normal karşılanır. Fakat sen bir erkeğin gözlerine doğrudan bakamıyorsun. Baktığında ise gözlerine şüphe ve güvensizlik var. İşte bu her kızda normal karşılanmaz. Annenin ilk eşine gelince, kelimeler benim için büyük önem taşır. Annemin evlenmesini beklemiyordum ama üvey babamla evlendi, dedin. Eğer zamanında babanla evlenmiş olsaydı bir daha evlenmesini beklemiyordum derdin."
Güldüm.
"Çok saçma o an kullandığım sıradan sözcüklerdi. Bir daha dememiş olmam hiçbir şeyi kanıtlamaz Sherlock Holmes."
"Haklısın, bunlar sadece tahmin. Doğrulukları hiçbir zaman %100 olamaz."
"Ama doğrular."
Tek kaşını kaldırdı ve hafifçe yanağımı okşadı.
"Sıkma canını, lütfen. Sadece boşboğazlık ettim. Hadi, asma suratını. Hesabı isteyip şöyle güzel bir şeyler yapalım, Alışveriş gibi mesela."
"Güzel bir şeyler mi? Erkekler alışverişten nefret eder?"
"Yanımdaki kızı mutlu eden hiçbir şeyden nefret edemem." Hafifçe güldü. İfadesinden, hareketlerinden, duruşundan, neredeyse onu Jacques Delacourt yapan her şeyden özgüven ve ego fışkırıyordu. Onu bu kadar sevimli kılanın ne olduğunu merak ettim. Kendini beğenmişlerden nefret ederim. Ama o... Tüm bildiklerime farklı bir boyut kazandırmıştı. Hayatıma yeni bir anlam yüklemişti. Evet, bu aşk değildi belki ama her ne ise, aşka dönüşmesi için gereken her şeyi Jacques bana sağlıyordu. Onu, başıma geleceklerden habersiz bir şekilde seviyordum.
***

"Nasıldı?" Aditi heyecanla sordu.
"Çok yumuşaktı." dedim. Bahsettiğim şey Jacques'ın dudaklarıydı. Biraz alışveriş yapıp sinemaya gitmiştik fakat filmi izleyebildiğimiz pek söylenemezdi. Gülümsedim. Zaten Fransızcaydı. İzlesem de bir şey anlamazdım.
"Yani şimdi siz çıkıyor musunuz? İnanamıyorum! Okulun en gözde çocuğu bir bursluyla çıkıyor."
Suratım asıldı ama bozulduğumu belli etmemeye çalıştım.
"Aman tanrım, ben çok özür dilerim. Öyle demek istemedim."
"Sorun değil, gerçekten. Şaşırmış olmana hak veriyorum"
"Yani çıkıyorsunuz."
Güldüm.
"Bilmiyorum."
"Birden ciddileşti birşey düşünüyor gibiydi.
"Bugün Tommy'yi gördün mü?"

"Ben en son Jilly'yle gördüm." dedim. Yine uyku tutmamıştı ve tanrım, bahçede sevişiyorlardı. Muhtemelen uyuyakalmıştır, diye düşündüm. Fakat sonra içim ürperdi.
"Tommy burslu değil mi?"
"Evet, ne alakası var?"
"Hayır ben sadece... Neyse, yok bir şey. Paranoya yapıyorum."

Ertesi gün resim dersinde Bay Mahon'un verdiği aptal elmaları çizmeye çalışıyordum. Tanrım.. Bir insan nasıl bu kadar yeteneksiz olabilir? Aditi'nin resmine baktım. Elmaların gerçeklerinden farkları yoktu.
"Seni kıskanıyorum." Resme baktım.
"Öyleyse duygularımız karşılıklı." Paletle boğuşan Jacques'a baktı. Kıkırdadım ve resmime geri döndüm.
İki kez kapı tıklatıldı ve içeri 1.70 boylarında bir kadın girdi. O sert ifadeyi nerede görsem tanırdım.
Jacques atıldı.
"Merhaba anne."
"Okulda annen değilim." Kadın buz gibi soğuktu. Ürperdim. Zavallı Jacques.
Bay Mahon konuşmaya başladı.
"Müdüremiz Bayan Delacourt bir duyuru yapacak, dikkatinizi vermenizi rica ediyorum sevgili akademi öğrencileri."
Sınıfın gürültülü halinden eser kalmamıştı. Herkes öylece durmuş, birbirinin nefes alış verişini dinliyordu.
Kadın boğazını temizledi.
"Bugün gerçekten üzücü bir haber aldık." Durdu ve sınıfın kelimelerini sindirmesini bekledi.
"Arkadaşınız, Tommy Jake Lyons... Maalesef bu sabah vefat haberini almış bulunmaktayım. Acı kaybınızı paylaşıyor ve hepinize baş sağlığı diliyorum."
İşte o an... O sessizlik anı... Ölüm sessizliği... Bir çığlık duydum. Aditi'nin çığlığı. Tüm sınıfı dolduran korkunç bir çığlık. Onu teselli etmek aklıma gelmedi. Tek düşünebildiğim Jilly'ydi . Ona baktım, Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ne üzgün ne de mutluydu. Birden bu ifadeyi nerede gördüğüm aklıma geldi. 2 gün önce, gece uyuyamadığımda dolaşmaya çıkmıştım. Bahçede, ve o oradaydı. Ölmeden önce Tommy'yi son gören kişi Jilly'ydi. Aman tanrım.
Ayağa kalktım. Aditi'nin çığlıklarını bile bastırabilecek kadar yüksek sesle bağırdım.
"Bunu yapan Jilly'ydi. Onu gördüm!"

DELACOURT AKADEMİSİ(Öğrencilerin dikkatine, Akademi ölümcül olabilir!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin