Hayatımda tanıdığım en garip insanlardan biridir Amy. Bir sigara kadar gereklidir, ve bir o kadar da gizemlidir. Belki de bu dünyaya biraz gizem gerektiği için yaratılmıştır Amy...
Yağmur damlalarının Tanrı'nın gözyaşları olduğuna inanan Amy ile bir cuma sabahı karşılaşmıştım. Bir balık restoranının önünde bekliyordu. Kısa beyaz şortunun üstüne kırmızı atlet giymesiyle sıradanlığı yakalamıştı. Belki de toplumun içinden birisi olduğunu göstermeye çalışıyordu. Diğerleri,diğer ünlü sanatçılar, gibi dışarı çıkarken boya badana yapmıyordu. Boya badanadan kastım, giyinmek ve makyaj. Salaş ve ona özel tarzını anlayabilen bir kafadaydım. Bu da benim onunla konuşmam için bir sebep değil miydi... Gittim ve yanındaki banka oturdum. Ayaktaydı. Birilerini beklediği belliydi. Arka cebimden tabaka, metal sigara kutusu, çıkardım. Kapağını açıp ona uzattım. İlk üç saniye yüzüme anlamsızca bakmasıyla geçti. Sonra bir tane aldı. Burnunun üzerindeki sivilceye kadar inceledim. "Çakmak suratımda galiba ha?" dedi yavaşça. Kendi kendime mırıldandım. Bir star karşımda çakmak istiyordu, ne yapmalıydım ki. Tabakanın arka tarafından çakmağı çıkarttım ve uzattım. Alıp sigarayı yaktı ve uzun bir nefes aldı. Göz göze gelmekten korktuğum için onun gibi karşı tarafa baktım. Bir yandan sigarayı içine çekiyor bir yandan karşıya dikkatlice bakıyordu. "Otur... Yani boş yer var..." dedim yüzüne bakarak. Sanki benden bunu bekliyormuş gibi hemen oturdu ve bacak bacak üstüne attı. O, uzaklara bakarken bir araba durdu önümüzde. Siyahtı ve parlıyordu. Sigarası daha bitmemişti ama bitirmek için beklemedi. Kalktı ve arabaya bindi. Bir teşekkür bile etmeden gitmişti. Sinirimden sigaramı söndürdüm. Arabanın arka camı açıldı. Amy arka koltukdaydı. Öksürüyordu, ciğerlerinden gelen bir öksürüktü bu. Sigaraya devam edemedi ve camdan fırlattı. Sonra araba hareket etti, onu son kez görmek için arabayla yarışırcasına koşuyordum. Araba ana caddeye dönüyordu. Uzunca yüzüne baktım ve umutsuzluğu hissettim. Bir şey beynimi yokluyordu. Sokağa attığı sigarayı bulmalıydım. Banka doğru koştum ve onun attığı sigarayı yerden aldım. Sigaranın süngeri ruj lekesi olmuştu. Bu benim için güzel bir şeydi. Hiç bu kadar şanslı olduğumu sanmazdım. Eve doğru yürürken bir kasetçinin önünde durdum. İçeride Amy kasetleri gözüme ilk çarpanlardı. Param daha vardı. Bütün kasetlerin aynı olduğunu görünce üzülmüştüm. Ama farketmezdi, tek çeşit olsa bile bir tane almayacağımı biliyordum. Huyumdur bu, aynı şeyden bir sürü alırım. Kırmızı bir poşete koydu tezgahtar. Aldım ve eve doğru yürüdüm.
Evimin altında bir kalabalık beni karşılamak için bekliyormuş gibiydi. Çığlıklar geliyordu fakat idrak edemedim. Daha da yakınlaştığımda çığlıklar daha net geliyordu. "Amy, Amy!"... Koşar adımlarla oturduğum yerin önüne geldim. Kalabalık birden dağıtıldı. İki adam gördüm o esnada, simsiyah giyinmiş, kalıplı... Kalabalığı dağıtıyorlardı. Arkadan bir bayan geliyordu. Simsiyah saçları vardı. Simsiyah bir elbise giyip üstüne deri ceket giymişti. Doğruyu söylemek gerekirse bu kadın umrumda değildi. Eve çıkıp kasetleri dinlemek istiyordum. Siyah giyen korumalar bana bakınca hemen binanın içine girdim. Eve çıkarken poşetten bir kaset düştü. Elime aldım ve inceledim. Üstünde bir fotoğraf, fotoğrafta Amy ve onun ahtapota benzer saçları... Eve girmeden önce aşağıdaki siyah giymiş kadını düşündüm. Saçları aynıydı, isimleri de. Koşarak aşağı inmeye başladım. Merdivenin basamaklarını ikişer ikişer inmekten vazgeçip üçer üçer inmeye başlamıştım. Binanın kapısını açtım. Amy yan sokaktaki bara giriyordu. Onun dikkatini şu an çekmezsem başka hiçbir zaman bu şansı bulamayacağımı düşündüm. Kalabalığın içinde benim sesim duyulmazdı, biliyordum. Poşetten bir kaset çıkardım ve Amy'nin kafasına firlattım. Hissetmişti ve korkmuştu. Kimin attığını merak etmiyordu ama yine de arkasını dönmüştü. Çok da ünlü birisi değildi ama tanınması gereken biriydi. Korumalardan birisi Amy'yi korurken diğeri benim üstüme geliyordu. Kalabalıktan sesler kesilmişti. "Sigara ister misin Amy?" diye bağırdım, korkuyla. Amy biraz göz gezdirdikten sonra beni gördü. Tanıyamadı. Üstüme gelen koruma kolunu kaldırdı ve gözüme bir yumruk attı. O an hiç bir ses duyamadım ve nefes alamadım. Birkaç saniye geçince başımda Amy'yi gördüm. Bana bakıyordu. Tanıması için tabakayı çıkarttım ve uzattım. Koruma tam tekme atacaktı ki Amy "Dur, bunu tanıyorum." diye fısıldadı. Elini uzattı ve kalkmama yardım etti. Kafamın yanına baktığımda yırtılmış olan poşetimi farkettim. Kasetler etrafa dağılmıştı. Konuşamıyordum. Amy tekrar fısıldadı "Bir koltuk daha ayırın"...
İyice kendime geldiğimde kendimi bir yatak odasında buldum. Koca adamın yumruğu üstümde kalıcı bir hasar bırakmamıştı ama yorgun hissediyordum. Kim beni yatağa yatırıp gitmiş olabilirdi? Amy olamazdı. Koskoca Amy Winehouse beni yatak odasına alacak... Bende pek bi hayalperestim. Aslında çok tanınmış olmayan biri deyip onu yüceltmem bana da garip geliyor ama bu şaşkınlığımı yumruğun bıraktığı yorgunluğa bağlıyordum... Kaldığım odanın kapısı bir anda açılmıştı. Amy yanında korumalar olmadan içeri girdi. Doğruldum ve ayağa kalktım. Bana tabakayı uzattı. Uzatırken içinden de bir tane sigara çekmeyi ihmal etmedi. "Şimdi küçük bir konser vereceğim. Saat iki gibi başlayacak. Yani on beş dakika var. İstersen beni dinlemeye gelebilirsin. Sana yer ayırdım." dedi yavaşça. Düşünmeden "Olur." cevabını vermek ona da garip gelmişti. Cevap vermeden göz kırptı ve odadan çıktı. Saat tam üç olunca aşağı indim. Siyah elbisesiyle sahneye yavaş yavaş çıkıyordu, Amy. Gırtlaktan gelen sesi biraz geçmişimin kirli sayfalarını hatırlatıyordu, biraz da geleceğimi. Geleceğimin Amy olmasını istiyordum. Yeni bir şarkıya geçerken hep göz göze geliyorduk. Dördüncü şarkıdan sonra herkes yemek yemeye başladı. Molaya benziyordu. Herkes bir anda Amy'yi unutup önüne gelen tavuğu ve pudingi yemeye başlamıştı. Belki de kimse Amy'yi tanımıyordu. Öylesine gelmiş bir sanatçı sanmış olabilirlerdi... Tabağıma ve yanında verilen aparatlara alışkın olmadığım çok belli olmuş ki Amy yanıma gelip "İstersen karnını doyurma, çıkışta sana yemek ısmarlarım?" deyince şaşırdım. Bu kızın iyi niyeti hoşuma gitmişti. Ona göstermem gereken bazı şeyler vardı. Onun bu sıkıcı hayattan sıkıldığını görüyordum ve "Kurtar beni!" dercesine bana bakıyordu. Saatin üç buçuk olduğunu görünce elinden tuttum ve "Senden tek isteğim benimle dışarı gelmen, lütfen." diye fısıldadım. Şaşırmıştı ve nereye olduğunu sordu. Cevap vermek istemedim çünkü merak etmesini istiyordum. Elinden tuttum ve masadan kalktık. "Saat dört olunca sahnede olmam gerekiyor. Seninle gerçekten gelmek isterdi... Dur...." cümlesini bitirmeden koşmaya başladım. Elinden çekiyordum, ve o topuklu ayakkabılarıyla beni yavaşlatıyordu. Çıkış yazan tabelaları takip ediyordum. Ve birden durdu. Korktum. "Neden durdun?" dedim kulağına. Cevap vermedi. Düşündü, düşündü ve merdivene oturdu. Aniden durgunlaşması pek normal değildi. Gerçi onu pek de fazla tanıyamamıştım. Topuklu ayakkabılarını çıkarttı eline aldı ve aniden koşmaya başladı. Bu sefer de ben hızına yetişemiyordum. Alt katı bar olan bu otel ne kadar da büyüktü... Kapıya geldiğimizde dışarıya baktı ve aniden önümüzden geçen bir taksiye el işareti yaptı. Taksi ücreti şehir içi ulaşımlarda fazla tutabilirdi, ama bunu göze aldıysam parayı düşünmemem gerekirdi. Taksiye bindik ve birbirimize baktık. Onu her haftasonu gittiğim uçuruma götürmek zorundaydım. Çünkü orayı görmesi gerekiyordu. Yeri tarif ettim ve taksiciden hızlı olmasını istedim. Amy şaşkın ve düşünceliydi. Onun ahtapotu andıran saçları ve kocaman gözlerine büyük bir tutkuyla bağlıydım. Hayatımda ilk defa bu kadar kısa sürede bir insana bağlanıyordum. Taksi durduğunda söylediği miktar epey fazlaydı. Yanımda o kadar nakit para yoktu. Amy'de düzgün bir kıyafet bile yoktu. Sahne kıyafetinden de o kadar para çıkmazdı herhalde. Amy'le göz göze geldik. Garipti ama ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Aniden taksiden indik ve uçurumun kenarına koştuk. Taksici arabadan indi ve bize doğru sopayla koşuyordu. Sopa nereden çıkmıştı, bilmiyordum ama bir kez daha darbe kaldıramazdı bu vücut... Amy elimi tuttu ve uçurumdan aşağı baktı. "Korkuyorum, daha önce hiç denemedim..." dedi Amy. Anlamsız cümleler kuruyordu. Uçurumdan aşağı atlamayı denemek normal bir eylem gibi konuşuyordu. Uçurumun aşağısında girilmesi yasak olan bir göl, yanımda şarkıcılığa yeni başlamış ve şöhretin basamaklarını teker teker tırmanan bir kız, arkamda taksi parası isteyen bir budala... Aşağı atlamak, düşündürücü. Taksicinin yanımıza gelmesine yaklaşık on saniye vardı. Amy elimi daha sıkı tutmaya başladı ve hissettiği korku, damarlarıma işlemişti. Taksicinin yanımıza gelmesine dokuz saniye kalmıştı. Amy'nin elini öptüm ve o an kalbimin altındaki heyecanla karışık olan korkuyu bastırmak çok zordu. Taksicinin yanımıza gelmesine sekiz saniye kalmıştı. Taksicinin attığı adımlar ve çıkan topuk sesi, o saniyelerde duyduğum tek şey olmuştu. Taksicinin yanımıza gelmesine yedi saniye kalmıştı. Amy arkama geçmiş benim bir tepki vermemi bekliyordu. Taksicinin yanımıza gelmesine altı saniye kalmıştı. Yoldan geçen bir kadın arabasını sağa çekip yanımıza geliyordu. Taksicinin elindeki sopanın darbesini yüzümde hissetmeme beş saniye kalmıştı. Yoldan gelen kadın "Bir sorun mu var?" demesiyle yüzüme yiyeceğim darbeye sadece dört saniye kalmıştı. Amy'nin elini bıraktım ve taksiciye doğru koştum. Darbe yemeyi beklemek, ölüme eş değerdi. Beklemek, sonucunu tahmin ettiğiniz bir şeyi beklemek. İş yerinizde işinizle ilgili bir hata yapmışsınızdır ve patron sizi odasına çağırmıştır. Odasına girdikten sonra bakarsınız ki patronunuz telefonla konuşuyor. Telefondaki çağrıyı sonlandırıp sizinle konuşmasını beklemek. İşte darbe yemeyi beklemenin bundan fazla farkı yok. Birinde ruhsal çöküş, diğerinde fiziksel bir çöküş yaşarsınız... Son üç saniye kala taksiciyi kalın gövdesinden tutup yere yatırdım. Dışarıdan gelen seslere kapalıydı kulağım. Sadece bir çığlık, ve taksicinin ettiği küfürü duyabildim. Sonrası hafızamdan silinmiş gibiydi. Taksiciye ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu...
Gözlerimi açtığımda kendimi Amy'nin kollarında buldum. Saat beşi çeyrek geçiyordu. Amy'nin tüm vücudu ıslaktı. O ahtapotu andıran saçları biçimsiz bir hâl almıştı. "Ne oldu bize?" diye fısıldadım. Cevap vermedi. Biraz bekledikten sonra "En büyük hayalim, paten giyen bir garson olmaktı." diye fısıldadı. Saat dörtte başlaması gereken konserin ikinci yarısını unutmuştu. Amy ve ben, imkansız gibi gözüken bir ilişkiye mi imza atıyorduk? Yoksa her zaman olduğu gibi yine saçma sapan hayallere mi dalıyordum...
Bir rüzgar esti, derimin altına işleyen bir rüzgar. Oturur pozisyona gelince bir şey farketmiştim. Benim de üstüm ıslaktı. İki ihtimal vardı. Ya Amy ile birlikte duşa girmiştik ya da uçurumdan düşmüştük. Birinci ihtimal dünyadaki en imkansız ve güzel olanı. İkincisi ise birlikte geçirdiğimiz bu güzel günü mahvedebilecek güce sahip olan... Birden ayaklandım ve arkama baktım. Düşünmenin bir yararı yoktu. Amy benden bir şey istiyordu, bunu anlamayacak kadar odun değildim. Sonra kendi kendime söz verdim; "onun bu hayalini gerçekleştireceğim" diye... Hava çok kötü değildi. En azından üstümüzü kurutacak bir tutam güneşimiz vardı. Ayaktaydım ve Amy bana bakarak mırıldandı "Üşüyorum". Yere tekrar oturdum ve elimi omzuna attım. Vücudunu kendime doğru çektim ve güneşe baktım. Bir an arkama döndüm ve bir şey farkettim. Deri ceketli bir kadın, bizim fotoğrafımızı çekiyordu. Benim gördüğümü farkedince kamerasını havaya doğrulttu ve bulutları çekiyor gibi yaptı. Bizi çektiğinden adım kadar emindim. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Bir ünlüyle güneşin batışını izlemek için para ödendiği bir ülkede çoğu kişinin istediği şeyi şu an ben yapıyordum. Bunları düşünürken birdenbire kendime sinirlenmiştim. Amy'yi bir ünlü olarak mı görüyordum? Hayır, o benim için bir ünlü değildi. O bir Amy'di. Kalbimde boş bir daire vardı. Amy şimdilik o daireyi kiraladı. KİRALAMAK bile büyük bir boşluğu doldurmak değil midir?
Kurumuştuk. Bedenimizin her yeri ıslanmıştı. Saat altıya kadar beklemiştik, omuz omuza. Kurumaya ihtiyaç duymayan tek şey tabakaydı. İçinde sadece bir tane sigara kalmıştı. Amy içki bağımlısı değilmiş. Bağımlı olduğu tek şey sigaraymış. Bana sigaraya nasıl başladığını anlattı. Sesi o kadar güzeldi ki anlattığı şeyi dinleyemedim bile. Sona kalan sigarayı ona verdim. Çakmak, tabakanın dışında olduğu için ıslanmıştı. Amy ve ben ayağa kalktık. Sahile benzer bu yerde biraz yürüdük. Yürüdüğümüz yolun sonu güzel bir kasabaya çıkmıştı. Cebimi yokladım. Ama hiç param kalmamıştı. Belki de tüm param suyun içindeydi. Ama o kadar para için o suya tekrar girmezdim... Amy bankta oturan bir adam gördü ve çakmağını istedi. Sigarayı yaktı ve uzunca içine çekti. Hava kararmıştı. Üstündeki elbise ve çıplak ayakkabıları Amy'yi rahatsız ediyordu. Burada beklemesini söyledim. Hızlı adımlarla karşımda duran binanın bahçesine girdim. Etrafta beni izleyen birileri yoktu. Kuruması için asılmış kıyafetler bahçenin dışından görünüyordu. Bir elbise, bembeyaz ve yumuşacık. Asıldığı ipten çıkardım ve bahçeden sessizce çıktım. Ayakkabı olmasa da o sahne kıyafetinden kurtulacaktı. Yanına gelirken elimdeki beyaz elbiseyi görünce şaşırdı. Elbiseyi aldı ve "Alt tarafı biraz nemli. Ne güzel kurutmuşsun. Yoksa mesleğin kurutuculuk mu ha?" dedi, dalga geçerek. Doğru söylüyordu. Mesleğimden ona hiç bahsetmemiştim. "Ben bir barınakta çalışıyorum. Kafam bu aralar biraz dalgın. Ve yorgunum. Bu hafta barınaktan izin aldım. Yıllık iznimi kullanıyorum. Bilirsin her insanın biraz kafa dağıtmaya ihtiyacı vardır." dedim ve kişisel konulara giriş yapmaya başlamıştık. "Kafa dağıtmak. Bilirim. Tıpkı benim şu an yaptığım gibi. Biliyorsundur, şarkıcıyım. Şarkıcı olmak kolay olabilir. Önemli olan sesini tüm dünyaya duyurmak. Ben insanlara çabuk aldanırım. Çoğu zaman dolandırıldığım olmuştur. Ama huyum bu. Ben bir işi yapmak zorunda hissetmeyi sevmiyorum. Bir yerde çalışmak zorunda hissetseydim kesinlikle istifa ederdim. Böyleyim işte. İstediğini yapan, kurallara uymayan... Bir keresinde okuldan atıldığım olmuştur. Ama asla pes etmem. Eğer bir şeyi yapmak zorunda değilsem o işi sonuna kadar devam ettiririm. Farklı olduğumu biliyorum..." diye cevap verdi Amy. Uzun bir sohbet sonunda saatin yedi olduğunu yürüdüğümüz yolun sonundaki saat kulesinden gördük. Amy eve gitmek istemediğini söylemişti. Ben buna dünden razıydım. Dışarıda uyumak bize hiç anormal gelmiyordu. Çünkü ikimizde bunu istiyorduk zaten... Kalın dudakları vardı. Dişleri de büyüktü. Bu onu bana karşı daha da çekici yapıyordu. Gözü yaşarmıştı. Gözünü her kırptığında gözlerindeki sürmeler aşağı doğru akıyordu. Siyah bir su damlası gibi... Kasabanın meydanına doğru yürümeye başlamıştık. Acıkmıştık. Kafamıza esti ve herhangi bir evin kapısını çaldık. Kapıyı bir kadın ve adam açtı. Kendimizi onlara tanıttık. Amy Winehouse'un tanrı misafiri olarak geldiği bir ev, tabi ki eğlenceli olacak. Bize her imkan sundular; duş, akşam yemeği, film, dergi, kıyafet ve sıcacık bir yatak... Dışarıda kalmayı deliler gibi istediğimiz için o evde kalmayı nazikçe reddettik. Onun dışında duş almıştık. Ne yazık ki onunla aynı küvete bir türlü girememiştim. Bence de ilk zamanlardan aynı duşa girmek, güzel ama saçma olurdu. İlk zamanlar derken, ben bir ilişkinin başladığını düşünüyordum bile...
Bu evde her işimiz bittikten sonra bizimle bir fotoğraf çektirdiler ve vedalaştılar. Maddi durumu iyi olan bir ev olmalı ki bize kıyafet bile verdiler. Gece yarısı gidebilmemiz için bir mekan önerdiler. Bir miktar para da verdiler ama verirken "Bu parayı borç bilin. Yine evimize gelmeniz için bu parayı size borç olarak veriyoruz. Yine bekliyoruz..." gibi sözler ettiler. Manevi anlamda bir evimiz olmuştu. Bu sefer gideceğimiz yere teksi tutmadık. Yürüdük. Vardığımızda saat on bir buçuktu. Bize önerdikleri yer çok lüks bir gece kulübüydü. Kapısında biraz bekledik ve girip girmeyeceğimizi düşündük. O sırada kapıda bekleyen bir adam yanımıza gelip "Amy Winehouse adına ayırtılan odamız var. İçeri girmek ister misiniz?" diye fısıldadı. Açıkçası neden benim adıma değilde Amy'nin adına yer ayırtılmıştı? Benim ismim Jordaaaaaan diye bağırmak geçti içimden, ama yapamadım. Gece kulübüne güven olamazdı. Her an bir sapık çıkabilir ve Amy'yi korumak için bir olaya karışabilirdim. Ayrıca biz yer falan ayırtmamıştık. Bu da geçirmemesi gereken ayrıntılardan biriydi...
Saat on iki olunca bi bankta oturmaya başladık. Elini tuttum. Hayatımda hiç böyle birini görmemiştim. Elini tutmama asla kızmamıştı. Her şey ne çabuk gelişiyordu. Kendini hiç ağırdan satmıyordu. Garip olan buydu. Onu merak ediyordum. Üzerindeki gizemli bakışları ile ara sıra dönüp bana bakıyordu. Bu bankta sabahlamayı düşünürken arkamızdan el fenerine benzer bir ışık yanıp sönüyordu. Arkama baktım. Ve sahilde bizi kamerayla çeken deri ceketli kadın tam arkamdaydı. Amy'nin elini bıraktım ve kadına doğru koşmaya başladım. Ana cadde üzerinde elli metre kadar koştuktan sonra kadın kayıplara karışmıştı. Amy'de peşimden koşup gelmişti. "Nasıl?" dedim sessizce, "Bir kadın aniden kaybolabilir?"... Amy döndü ve bana baktı. "İsmini bile tam bilmiyorum. Ama sana aşık olduğumu biliyorum. Bir insan bu kadar kısa sürede nasıl aşık olabilir ki... Lütfen, öp beni..." bunları aniden söylemesi garibime gitmişti. Elinden tuttum ve kenara çektim. Okul servislerinin bulunduğu bir yere gittik. Bi servisin üstüne tırmandık. Ve onun konuşmasına asla izin vermedim. Sadece ben konuştum ve ben öptüm. O sadece bana baktı. Bir okul servisinin üzerinde yaptıklarımız doğru olmayabilirdi, ama umrumda değildi. Umrumda olan şey Amy'di.
Sabaha karşı saat sekiz gibi uyandım. Yanımda Amy yoktu. Sadece okul servisinin üzerine rujla yazılmış bir not: Yapamam
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amy İle Bir Gün
FanfictionBir kitabı okumak veya okumamayı seçerken kapağı sizi yanıltmasın. . . . Bir kişi de bütün hislerimi harcamış gibiyim, ve bir o kadar yorgun...