UYANIŞ

22 4 1
                                        

Dilara fotoğraf makinesinin deklanşörüne basıp düşünmeden ardı arkasına gördüğü her şeyi çekmeye başladı. Aldığı istihbarat doğrultusunda, bir süredir önünde polislerin beklediği inşaat alanını izliyordu. Aslında sadece 1 ekip otosuyla 1 ambulans gelmişti ve araçlardan inen görevliler beklemeden hızla harekete geçmişti. Neyin bu kadar acil olduğunu henüz anlayamamıştı ama bir gariplik olduğu kesindi.

Saklandığı yerde biraz daha eğildi, makinenin lensini hızla değiştirip ambulansa apar topar taşınan bedeni yakalamaya çalıştı. Polislerin olay yerini şeritle çevirmediğini fark etti. Aslında polisler hiç olmadıkları kadar aceleci görünüyorlardı. Ambulans olay yerinden sirenini bile açmadan ayrılmaya hazırlanırken polisler de kendi ekip aracına yöneldi.

Bu işten kötü kokular geliyordu, Dilara ne olduğunu anlamaya kararlı bir şekilde fotoğraf makinesini çantasına tıktı ve düşünmeden motosikletine doğru koşturdu.

***

Komiser Mert derin bir nefes aldı. Birime derhal haber verip baygın haldeki kızın inşaat alanından ambulansla alınmasını istemişti, kendisi ise güvenlik protokolü gereği hemen olay mahallinden ayrılmıştı. Şimdiyse ambulansın peşinden gidiyordu, plan gereği kızı bir ara sokakta alacak ve gizli merkezlerine götürecekti.

Ambulans ekip aracıyla ilerlediği yoldan uzaklaşıp karanlık bir ara sokağa daldığında mesafesini koruyarak takibe devam etti. Ambulans ansızın durup arka kapıları içeriden açıldığında, Komiser Mert de aracını kenara çekti. Hızla arabasının arka kapısını açtı ve genç kızı taşıyan sağlık görevlilerinin onu yatırmasını izledi. Etrafını kabaca kolaçan edip tek kelime etmeden direksiyonun başına geçti.

Kızın bir süre daha uyanmayacağından emindi ama yine de işini şansa bırakacak türde biri değildi. Parmağını kulağına götürüp iletişim memuru Elif'e bağlandı. "Tamamdır, sütlacı aldım."

Elif buz gibi bir sesle, "Güvenli hattayız, garip benzetmeler ya da tuhaf şifreler kullanmana gerçekten lüzum yok," dedi.

Komiser Mert gözlerini devirip boğazını temizledi. "Gerekli hazırlıkları yapılsın işte, yoldayız." Dikiz aynasından baygın haldeki kıza baktı ve olan bitenleri düşünerek masum yüzünü dikkatle inceledi.

Birkaç dakika sonra gökdelenin bir ok gibi göğü delen sivri ucunu görebiliyordu.

***

Gözlerimi açtığımda ormanda koşuyordum. Aslında koşan ben değildim, benim çocukluk halimdi. Çıplak ayaklarımı, yüzümü ve ellerimi çizen dikenli otlara rağmen yavaşlamıyordum. Ben de, çocukluk halim de kimden kaçtığımı biliyorduk ama artık kaderimden kaçamayacağımı öğrendim. Çocuk olan ben ise bunu yakında öğrenecekti.

Uzaktan takip eden dedem görüş alanıma girdiğinde korkuyla nefesimi verdim. Bana, ormanda yolunu arayan kendime baktım. Kaçamayacaktım, çünkü bir görevim vardı. Sonrasında yaşanacaklara kendimi hazırlayarak yumruklarımı sıktım. Dedem beni, o küçük kızı belinden yakaladı ve hayatının ilk önemli dersini vermek üzere onunla göz göze geldi.

"Sorumluluğundan kaçamazsın Arin. Bedeller ödendi ve sırf sen istemiyorsun diye bunlar hiçe sayılamaz." Sonrasında kalkan elini tutmak, o küçük kıza vurmasını engellemek isterdim. Ama bunu ne o zaman yapabildim ne de sonrasında. Bana defalarca vurmasını, kendince beni yetişkin yapmasını izliyordum. Böyle olmuştu, dedem beni istediği kişi olana kadar, kendi tarifiyle, terbiye etmişti.

Artık hem terbiyeli hem de yetişkin bir kızım ve kimsenin bana elini sürmesine bir daha izin vermem. Asla.

Etrafımdaki her şey renklerini kaybedip solmaya başladı, sonra da tamamen yanmış bir kâğıdın ince ve gri külleri gibi parçalanıp havaya savruldu. Karanlıkta kala kalmıştım. Kollarımı ve bacaklarımı oynatamadığımı fark ettiğimde olduğum yere mıhlandım ve zihnimden ona uzandım.

Âzimüşşan nefesim kadar yakındı ve ne zaman istesem gelirdi. Ancak bu defa cevap vermedi. Sanki uzun yıllardır dilediğim şey gerçeklemiş, sonunda beni bırakıp gitmişti. Hem de bir bedel ödemeden! Bu rüya olmalıydı... Ve birden zaten öyle olduğunu anladım. Ben sadece rüyalarımda hür olabilirdim.

Kendimi toplayıp olanları hatırlamaya çalıştım. O silahlı adam, inşaat ve pembe gaz hızla gözlerimin önüne geldi. Beni yakalamış ve hapsetmiş olmalıydı. Şimdi uyanmalı ve nerede olduğumu anlamalıydım. Acaba ne durumdaydım? Başımda kaç nöbetçi vardı?

Karanlığın içinde ansızın bir ışık belirdiğinde beraberinde sesler de geldi. Ritmik bip seslerine eşlik eden, sanki hastanedeymişim gibi garip bir koku vardı. Parlak ışık dağılıp nihayet görüntüler netleştiğinde ellerimden ve ayaklarımdan bir yatağa prangalarla bağlı olduğumu anladım. Ne kadar sağlam olduklarını anlamak için çekiştirdim, kesinlikle şu durumda bir şey yapamazdım.

Kafamı yavaşça kaldırıp nasıl bir yerde olduğumu görmeye çalıştım. Duvarlar yerine tavandan yere parmaklıkların uzandığı yarı aydınlık bir hücredeydim. Derin bir nefes alıp çevremdekileri idrak etmeye çalışırken derinden gelen bir inleme ses duydum. Nereden geldiğini çözmeye çalışarak hızla sağa sola baktım. Ancak parmaklıkların ötesi karanlıktı.

O inleme sesine eşlik eden diğer sesleri duyduğumda kafese kapatılan tek kişinin ben olmadığımı anladım.


Cin AvcısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin