Eve girince kendimi hızla banyoya attım. Güneşten kavrulmuş vücudumu ancak soğuk su serinletebilirdi. Duşun altına geçip soğuk suyu açtım. Ellerimi duvara dayayıp başımı öne eğdim. Kendimi suyun soğukluğuna teslim ettim. Vücuduma değen ilk soğuk su damlaları irkilmeme neden olsa da sonradan alıştım.Vücudumdan akan suları seyrederken derin düşüncelere daldım. Yine o gizemli kız gelmişti aklıma. Acaba neden bu kadar gizemliydi? Neden bana ismini söylememişti? Hepsinden de önemlisi ben bu kızı neden aklımdan çıkaramıyordum? Yakınımda duran ve bana yakınlaşmak için türlü bahaneler üreten Nil'i değil de, bana uzak ve benden uzaklaşamak için her yolu deneyen o gizemli kızı düşünüyordum sürekli. Zihinim kemiren düşüncelerle birlikte duştan çıktım.
Kurt gibi acıkmıştım. Yüzmek insanı çok acıktırıyor. Buz dolabından bir şeyler çıkartıp atıştırırken bana mesaj atan çiftçi geldi aklıma. Kitabevine gelmemi istemişti. Akşam olmadan kitapçıya gitmeye karar verdim ve yanıma bir hırka aldım belki geç kalırsam akşam üşümeyeyim diye. Hızla evden çıktım.
Yolda yürürken mesaj attım. "Birazdan bana tarif ettiğiniz kitabevinde olacağım. Şuan orada mısınız?"
Mesajıma anında cevap geldi. "Evet oradayım. Sizi bekliyorum."
Adresi bulmak zor olmadı. Zaten Şarköy'de hepi topu bir tane kitapçı vardı. Kırtasiyeleri saymazsak eğer. Buranın halkı kitap okumayı pek sevmiyor sanırım. Zaten yazlıkçılar da denize girmekten kitap okumaya fırsat bulamıyordur. Hal böyle olunca kitapçıya da gereksinim duyulmuyordur.
Birkaç dakika sonra kitapçıdan içeri girdim. Etrafta kimse görünmüyordu. Kitapları inceleyen bir iki müşteri vardı. Bir de arkası dönük bir kız vardı raflardaki kitapların tozunu alıyordu. Buranın çalışanı olduğuna göre çiftçi amcayı kesin tanıyordur. Yanına yaklaştım pardon bakar mısınız?" dedim kısık sesle. Kitabevinde yüksek sesle konuşmak uygun olmazdı.
Yüzünü dönmesiyle birlikte şoke oldum. Karşımda duran kız hayatımı kurtaran kızdı. Onun burada karşıma çıkacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. "Aaa bu ne güzel tesadüf." dedim şaşkınlıkla.
"Beni takip ettiğinizi düşünmeye başlıyorum artık."
Elimi kaldırdım ve hayır anlamında salladım. "Yok vallahi takip etmiyorum."
"Sakin olun ya sadece şakaydı. Tüm karşılaşmalarımızın birer tesadüf olduğunun farkındayım. Kitap seversiniz ve kitap almaya geldiniz, öyle değil mi?"
"Tam olarak öyle sayılmaz. Yani evet kitap severim ama buraya çiftçi bir amcayı görmeye geldim. Üzüm bağı varmış kendisinin."
Gülmeye başladı. "Amca mı?" Gülmeye devam etti, hatta kahkaha atmaya başladı. Gittikçe arttı kahkahaları. Ben ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Belli ki çiftçi amcayı tanıyor. Belki de amca değil de teyzedir ve bu yüzden gülüyordur. Elindeki toz bezini bıraktı ve koltuğa oturdu. Artık kahkaha atmıyordu daha doğrusu atmamaya çalışıyordu ve karnından gülüyordu.
"Amca birazdan gelir. Ama baştan söyleyeyim çok aksi bir ihtiyardır. Fazla üzerine gitmeyin. Hatta hiç bir şey söylemeyin, o ne derse kabul edin. Ha unutmadan söyleyeyim geçenlerde bastonuyla bir çocuğu dövdü bu arada."
"Öyle mi? Peki neden dövdü?" diye sordum şaşkınlıkla. Attığı mesajlardan nazik birisi olduğunu düşünmüştüm halbuki. Demek kaba bir herifmiş.
"Bir çocuk onun bağından üzüm koparmış o da çocuğu yakalayıp dövmüş."
Benim içimi az da olsa endişe kapladı. Sonuçta yaşlı bir adamdı ve bana vurmaya kalksa ona karşılık veremezdim. Acaba bir bahane uydurup dışarı çıksam mı diye düşünürken, "Hatta o çocuk yediği üzümler için para bırakmış. Sonra da mesajlaşmışlar falan." dedi ve yine gülmeye başladı.