Bölüm 30: Savaşım

21.6K 876 124
                                    


#Digital Daggers - Feel Like Falling#

Son zamanlarda olan desteğinden dolayı ayrıca teşekkür etmek istediğim @heartlesswmn 'a.

Ϟ

Özgürlükle aramda duran demir kapıyı gitmek üzere açtığım sırada kötülüğün kızı, yeniden ait olduğu dünyaya salınmış gibi hissediyordum fakat hemen ardımdan gelen cehennem tazısı pençelerini etime geçirmekte gecikmedi.

"Dokunma bana!" diye tısladım etime gömülen pençelerin beni kanatmasına izin vermeyerek. Çok geçti. Kendimi köşeye sıkışmış bulmuştum fakat hem öfkenin hem de umudun hengâmesinden doğan bir atılganlıkta kendimi onun da kuyruğunu kıstırmasına sebep olurken buldum.

Ağzından çıkan inlemeler bacaklarının arasındaki sızıyı bastırmakta yetersiz kalıyordu fakat daha fazla diz çökmeyecekti de. "Sana asla zarar vermem," diye dişlerinin arasından neredeyse hırladığında buna hangi içgüdüyle inandığımı sorguluyordum ve yanıtın sadece çocukluğumda saklı olduğunu da biliyordum. Geçmişin, suya yazılan bir yazı gibi bir anlık dalgada kaybolmasına izin verdim ve ona inanmamayı seçtim. "Ama biliyorsun, o..." diye devam edecek oldu. Fakat, "Evet," dedim akabinde onun yerine. Düşünme payını kestirip atmıştım. "O, senin donunun parası bile ödüyor ve sen de buna karşılık oldukça sadık bir köpeksin. Anlıyorum." Normalde asla etmeyeceğim bu saygısızlık, şimdi sadece onu bundan kurtarabilmek içindi.

"Bu sadakatle ilgili değil." diye karşılık verdi Levent salyalarını birkaç saniye benden uzak tutarak. Sakin sayılmazdı; fakat benim öfkemin yanında onunki ancak okyanusta damla olabilirdi. Üstelik hissettiğim şey sadece öfke de değildi. Hatırladıkça çıldıracak gibi oluyordum. "O gün..." diye devam etti. "Hatırlatmak istemezdim ama orayı kendi başıma temizlediğimi düşünmüyorsun, değil mi? Beni aradığın telefon, oraya vardığımda kullandığım araba, sen de dâhil her şey onunken, buna inanıyor muydun gerçekten?"

Refleksle etrafımızda bir gardiyanın olup olmadığına bakındığım sırada pençeler bu sefer bileğime gömüldü ve beni, hapishaneden dışarıya sürükledi. Sonunda askerleri de gerimizde bırakıp sessiz bir sokağa girdiğimizde beni bir bahçenin tuğla duvarına sertçe itmiş, avuç içlerimin altında küçük taşlar ezilmişti. Hızla yanına vardığımda ben de kendimi kontrol etmekten çok uzaktım. Omzuna ve göğsüne sertçe ve hınçla birkaç kere vurdum. "Ben onun malı değilim!" diye bağırdım. Birkaç kere daha üstüne atıldığım sırada saçlarım birbirine dolanmış, alnımda terden biriken birkaç damla oluşmuştu. "Niye beni öylece bırakmadın?" diye bağırmaya devam ettim. "Bıraksaydın da ben boğulsaydım ya pisliğimde! Niye uğraştın? Niye zahmet edip geldin?"

"Kapa çeneni!" diye karşılık verdi Levent. Kolumdaki et parçasına gömülen pençelerin o et tabakasını bir hiçmiş gibi yırtıp geçmesine çok az kalmıştı. Korku bu sefer yoktu. Levent'ten hiç o şekilde korkmamıştım. "Seni korumak için yaptım, tamam mı? Gerekirse yine yaparım. Bir saniye düşünmeden. Hatta eline silahı veren bile ben olurum, anlıyor musun? Gerekirse ve sen istersen... Yaparım."

Aldığım oksijen akciğerlerime dolmadan yeniden havaya karışıyor, bu da öfkem gibi beni sadece daha fazla yoruyordu. Yine de karşı koymayı da bırakmayacaktım çünkü şu an gözümde tam bir hayal kırıklığıydı. "Ama bütün bunlardan önce tek gereken babama söylemen, değil mi?" dedim alayla. "Tuvaletini bitirdikten sonra, "Bitti!" diye de sesleniyor musun?"

Gözlerinde tavrımdan doğan bir hayal kırıklığıyla iki küçük adım geriledi. Ayakkabılarının çıkarması gereken sözler küçük toprak alanda boğulup kalıyordu. Gerilemeye devam ederken, bunu hissetmesi gerekenin ben olduğumu bildiğinden bile emin değildim. İkimizin doğruları çok farklı olmaya başlamıştı. "Sonunda kimin haklı olduğunu anlayacaksın," dedi yavaşça. "Unutma ama, duyduklarını elbet bir gün sindirmek zorundasın. Ve aslında çok da fazla vaktin yok."

Acının İzleri (Ölü Doğanlar Serisi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin