1. Bölüm

370 17 22
                                    

                                                                  Yolcu'nun Seyir Defteri
                                                                  Tarih: 21. Yüzyıl
                   Yer: Deniz Seferi, Gökyüzü'nün altı, Balıkların üstü

Günlerdir beklenilen o sefer gerçekleşti. Birkaç gün öncesinden sefer hakkında konuşulmaya başlanmıştı bile. Sefer'e kiminle çıkılacağı mühim miydi?. İsmi anıldığında yürekleri titreten, eşrefi mahluk Efendimiz (s.a.v) de dediği gibi 'dini üzerine olduğumuz kardeşlerimiz'. Anlaşılan o ki mühim mesele. Şair'in bile şiirinde bahsettiği, başının ucunda olmasını dilediği sevdikleri, arkadaşları, akrabaları, dostları vardı.. Bu yolculukta o yanında olmasını murad ettiğimiz kişilerden birkaçı eksikti. Sevinç yanımızdan biraz eksiltilip, hüzün yanımıza eklenmiş bir durumda biraz da burukluk olan bir seferdi bu sefer..
Farklı şehirlerde olduklarından bahsetmeyeceğim sana bu defa. Bilakis aynı beldedeyiz. Anlaşılan o ki kalplerimiz birbirinden hicret etmiş. Aynı zamanda mesafeler de -engel değil densede- engel. Uzun lafın kısası kalbten kalbe olan yollarımıza bir yenisi inşa edilmiş. Hüzün sarmıştı bedenimizide farkedememişiz. Var olsun!
Güneşimizin yarı çapı hesaplayıpta tam bizim bulunduğumuz noktaya vurmasıda farklı bir mesele tabi.
Sağ tarafımda oturan refika gökyüzünü hayal ederken, bir diğeri onu yorumlamakla meşguldü. Tam olarak ne olup bittiğini hatırlayamıyorum.
Ne düşündüğümü bilmiyorum ki? O esnada aklımdan geçenleri, neler söylendiğini daha hatırlayamıyorum. Siyak ve sibakını sorarsan hiç bilmiyorum. Affet, dünlerde kalmışım. İnanılması güç bir şekilde bugünü yaşadığıma zar zor inandırdırlar beni. Böylece inanmış oldum. Dedim ya dünlerde kaldım, bir önceki cümleyi dahi tekrar etmekten sıkılmadan geçmişi yaşıyorum. O zaman ki insanlar, o zaman ki kuşlar, o zaman ki ağaçlar, o zaman ki çiçekler, o zamanki tuttuğum ellerim, o zamanki baktığım gözlerim, o zamanki gülüşlerim, o zamanki deyişlerim, kısacası o zamanki ben.. Hayır kısa değilim. Ben kısacası denecek kadar kısa bir hayat yaşamıyorum. Baya baya uzun ve boyuna yaşıyorum. Uzunluğu ve kısalığı da neye göre hesapladığımız da önemli değil mi? Diyeceksin mantıksal konuşma bana. Mantık diye bir ilim var, en azından varlığından haberdarız. Peki bu ilimse, nasıl herkes mantık yürütebiliyor? Bu sohbeti de burada kesersek, belki konuşamayacağımı düşünebilirsin. Yoksa, Şair'in dediği gibi 'Hayat kısa, kuşlar uçuyor mu? Yoksa başka bir zatın 'Hayat kısa, bırakın kuşlar uçsun' diyerek bir önceki şairi suaturması mı? Aslında bakıldığında ikiside aynı yere çıkıyorlar, az bir farklılıkla. İkiside şair, aşağı yukarı aynı söz, az bir farklılık. Peki bu şairlerin birbirlerini düzeltmesi neden bu kadar önemsenecek bir durum haline geldi?
Farkında mısın? Bir diğeri şair değildi: Ama şair yazmışım hataya düşerek. Kusura bakma. Her yazı yazana yazar, her şiir yazana şair dendiği bir ortamda yaşayınca, insan alışıla gelen bu klişe sözleri kullanmaya başlıyor. Var olsun! Farkına vardık.
Seferden taa geldik şaire. Aradaki bağlantıyı kurmamı isteyeceksin, karışıksın dermişçesine bakacaksın belki bana. Bağlı olduğumuz bu hayatın bağlantı kabloları bile birgün kesilecekken, benim, dünyalık bir lafın bir diğer dünyalık lafa bağlantısını kurmam çok zor. Sözcüklerim birbirine karışıyor, yazılarım yarım kalmış, noktadan hemen sonra virgül, tırnak işareti yerine soru işareti, ünlem yerine üç nokta koymuşum, hiç farkında değilim. Çok zaman geçti o seferden. Bir önceki seferde öyle çabuk geçmişti. Bir virgülle başladı, bir noktayla bitti. Oysaki üç noktayla bitirmek istemiştik ama olmadı. İstediğimiz herşey olmuyordu ne yazık ki şu fâni dünyada. 'Nasipse bir dahaki sefere' dedik. Bu konuşmada hoş bir şekilde sonuçlanmıştı. Bir başka konu açmaya hali kalmamıştı hiç kimsenin. Kıyıya az kalmıştı. Kıyıya yaklaştıkça , yüreğimi sanki bir yerlerde unutmuşum hissine kapıldım. Ve o an olduğum yerden şok olmuşcasına kalkmayı diledim. Ama öyle olmadı. Kimse bilmedi yüreğini unutan bu insanı. Deniz yeşil renge bürünmüştü. Normalde yeşilin bu tonunun güzel olduğu söylenirdi. Ama bu defa kimse beğenmemişti. Haklılardı. İnsanoğlu kendine nimet verilince unutuyordu. Deniz nimeti verilmiş, rengini beğenmiyor. Tabi sorarsan o deniz o renge nasıl geldi, nasıl o kadar iç karartıcı oldu? Başka mesele..
Bir hocamız vardı. Dersin bazen son kısımlarını, bazen tamamını ümmetin meselelerini konuşmaya ayırırdı. Ve hep konuşmasını bitirdikten sonra , bütün kaygıların toplandığı yüz ifadesiyle, ağzından çıkacak o birkaç sözü bekliyorduk sabırsızlıkla. "Ümmetin çok meselesi var arkadaşlar, çok meselesi".. Bu söz bir yerlere dokunsun, bir yerde nakşolsun temennisiydi hocamızınki. Başarmış mıydı? Ayrı bir mesele..
Seferin sonuna gelmiş bulunuyorduk sanırım. Birilerinin ayak sesleri, arabaların ve dünyalık seslerin yakınlaşmasıyla farkına varabilmiştim. Dedim ya çok mesele vardı. Sırasıyla düşününce çok zaman alıyordu. Vakit kaybı değildi kesinlikle. Kimse bunun aksini iddia edemezdi. Nedense bu defa seferi sonlandırmak ağrıma gitmişti. Ne yapılabilirdi ki başka? Çok mesele vardı bu defa..

Hamd Alemlerin Rabbi olan, bizleri yoktan var eden, ol dediğinde olduran, Allah (c.c.)'a, salat Allah'ın kulu ve Rasûlü Efendimiz (s.a.v)'e ve diğer peygamberlere, selam Ashabı kiram ve diğer inanan herkesin üzerine olsun..

~SEYİR DEFTERİ~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin