Yıldızların belki de gökyüzünde varlığını ilk kez böylesine belli ettiği ilkbahar gecelerinden biriydi. Kerem balkonda her zamanki gibi tek başına oturmuş çayını yudumluyordu. Gözleri yıldızlara öyle derin bakıyordu ki kapının önünde top atılsa farkında olmayacaktı sanki. Peki neydi onu bu kadar düşündüren? Geçmişte yaşanmış olup içinde öldüremediği olan şey neydi? Hepimizin başına birçok olay gelebilir bu hayatta. Bazı olaylar 2 günde bazıları 2 yılda unutulur ama bazı durumlar vardır ki hiç unutulmaz ve bir ömür bizimle yaşamaya devam ederler. İşte tamda böyle bir durum yaşamış olmalıydı Kerem.
Annesi Hatice Hanımın sesini o dalgınlıkla iki üç defada ancak duyabildi. “Saat on bir oldu sabah işe kalkamayacaksın” diyordu annesi. “Tamam anne yatıyorum” diye dönüt verdi. Sabah önemli bir toplantısı vardı ve erken kalkması gerekiyordu. Bu düşünceler içinde odasına gidip yatağına uzandı.
Sabah kardeşi Sevgi’nin sesiyle açtı gözlerini. Sevgi üniversite öğrencisiydi ve biraz sorumsuz bir kızdı. Her sabah “Defterim nerde? Dosyam nereye kayboldu?” Diye bağırıyor ve evde yine aynı telaş yaşanıyordu. Kerem yüzünü yıkadıktan sonra odaya geldi ve şakalı bir tavırla;
-“Ne oldu bayan sorumsuz? Yine neyin telaşı bu sabahın köründe?”
-“Aman abi birde seninle uğraşamam bugün sınavım var yeterince stresliyim zaten.”
-“Benim kardeşim neyin üstesinden gelmedi ki yaparsın sen” diyerek cesaretlendirdi ve bir nebzede olsa rahatlattı kardeşini.
-“Seni uyanık öpücüğü nasıl alacağını biliyorsun” dedi ve gülerek Kerem’in yanağına bir öpücük kondurdu Sevgi.
Kerem ve ailesi İzmir’de yaşıyorlardı. Evleri şehrin biraz daha dışında kalan dağ yamacına yerleştirilmiş, büyük bahçeli bir evdi. Sahip oldukları bu güzel ev ve aile şirketleri Kerem’in dedesinden kalmıştı. Babası aile şirketini çok iyi bir şekilde çalıştırmış ve işleri biraz daha büyütmüştü. Fakat geçirdikleri büyük bir trafik kazası sonucu babasının ölümü aileyi çok derinden etkilemiş ve ailenin kendini toplaması büyük bir zaman almıştı.
Babasının ölümünden sonra şirketin tüm yükü Kerem’in üstüne kalmıştı ve en başlarda bu yükün altından nasıl kalkacağı konusunda oldukça endişeliydi. Ama zaman içinde şirket büyüklerinin yardımı ve çok fazla çalışmayla babası kadar olmuştu. Şirketi giderek büyütmeyi ve şirketin adını ülke genelinde duyurmayı başarmıştı.
Kahvaltısını ettikten ve üstünü giydikten sonra kapıda annesine seslendi. “Anneciğim ben çıkıyorum gel bir uğur öpücüğü ver bakalım” dedi ve her sabah olduğu gibi annesini öperek çıktı evden. Arabasına bindi ve şirkete doğru yol almaya başladı. Yolda giderken gördüğü bazı şeylere çok fazla takılıyordu. Yolun kenarındaki bir kedi yavrusu, küçük bir çocuk, simit satan bir dede... Böyle durumlarda gözlerinin yaşardığı günler bile oluyordu bazen.
Telaşlı bir şekilde şirkete vardı. “Günaydın Kerem bey” diye seslendi sekreteri Hülya hanım. “Günaydın Hülya hanım” diyerek yanıtladı güler yüzlü bir şekilde. Odasına girmeden önce sekreter masasına tekrar yöneldi ve biraz telaşlı bir şekilde;
-“İngiltere’den gelecek olan misafirlerimiz kaçta gelecek Hülya hanım?”
-“1 saat sonra burada olacaklarını haber ettiler Kerem bey.”
-“Her şey hazır mı? Bir eksiğimiz kalmadı değil mi? Biliyorsunuz bu toplantı bizim için çok önemli.”
-“Siz hiç merak etmeyin Efendim hiçbir eksiğimiz yok.”
Bu toplantıda yurtdışıyla ilgili bir proje görüşülecek ve eğer işi alabilirlerse ilk kez yurtdışında yapılacak bir proje almış olacaklardı. Bu yüzden oldukça telaşlıydı ve her şeyin herkesin hazır olması gerekiyordu. Toplantı saati yaklaştıkça daha fazla heyecanlanıyordu Kerem. Odasında duvarda asılı olan babasının resmine bakınca gözleri doldu. “Sana verdiğim sözü tutacağım ve bu şirketin adını yurtdışında duyuracağım. Sen rahat uyu canım babam” diyerek babasına verdiği söz bir kez daha aklına geldi ve birazdan gelecek olan misafirlere daha iyi görünmek için kendini topladı.
Toplantı odasına gitti. Tüm çalışanlarını çağırdı ve toplantının önemini herkese anlatarak bu projenin alınması gerektiğinin defalarca altını çizdi. Herkes bunun için hazırdı ve artık sadece bu işi almanın hesapları yapılıyordu.
Artık beklenen saat gelmişti. İngiltere’den beklenen misafirler gelmiş ve toplantı başlamıştı. Uzun süren görüşmeler sonucunda Kerem hayal ettiği projeye imza atmıştı ve o gün belki de çok uzun zamandır mutlu olmadığı kadar mutluydu. Bu toplantının olacağından ailesinin haberi yoktu. Çünkü toplantı olumsuz geçerse ailesine hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordu. Eve giderken yol üstünde bir pastaneye uğrayıp tatlı aldı. Çok heyecanlıydı, bu güzel haberi annesine vermek için sabırsızlanıyordu.
Eve yetiştiğinde annesi merak etmişti ve Kerem’i kapıda bekliyordu. Kerem annesinin elini öptü ve sımsıkı sarıldı.
-“Hayrola oğul bu tatlı, el öpmeler ve sarılmaları neye borçluyuz? Uzun zamandır böyle mutlu görmemiştim seni, gelin mi buldun bana yoksa?” Diye sordu Hatice hanım gülerek.
Gelin lafını duyan Kerem’in birden yüzü asıldı ve teni bembeyaz oluverdi.
-“Yok Hatice hanım o işi unut sen acelem olmadığını biliyorsun. Sana başka haberlerim var.”
-“Söyle bakalım neymiş seni bu kadar mutlu eden haber?”
-“Yakında İngiltere’ye gidiyorum ana. Bugün toplantı vardı ve Allah’a şükürler olsun işi aldık. Babama verdiğim sözü tutmama çok az kaldı.”
Bu haberi duyan Hatice hanım çok sevindi ve oğlunu kutladı. Haberi alan evin büyük kızı Selin de çocukları ve eşiyle beraber bu mutluluğa ortak olmaya gelmişti. Selin doktordu ve mesleğinde çok başarılı biriydi. Eşi Erkan ile üniversite yıllarında tanışmış ve okul bitince evlenmişlerdi. Evlendikten sonra ailesini pek ziyaret edemiyordu çünkü çok yoğun bir iş temposu vardı. Boş zamanlarında ise çocuklarla ilgileniyordu.
O gece evde uzun zamandır görülmeyen bir mutluluk ve huzur vardı. Herkes bu haberin vermiş olduğu sarhoşluğu yaşıyordu. Çünkü tüm aile rahmetli Ali beyin bu işi ne kadar hayal ettiğini ve bunun için çok emek harcadığını biliyordu. Çok sıcak bir aile ortamı oluşmuştu ve bu ortamı herkes çok özlemişti. Bu yüzden evde kahkaha sesleri sabaha kadar susmadı.
Sabahın erken saatlerinde uyandı Kerem. Çünkü her cumartesi olduğu gibi erken saatlerde tek başına oltasını alıp Kara göle giderdi. Balık bahaneydi sırf tüm haftanın yorgunluğunu atmak için gidip biraz doğayla zaman geçirmek ona iyi geliyordu. Ama neden özellikle sadece Kara göle gidiyordu?
Oltasını alıp yola çıktı ve yetiştiğinde her zaman olduğu gibi aynı ağacın altına oturuverdi. Bu göl, bu ağaç ona geçmişteki çok özel birini hatırlatıyordu. Oltasını açıp göle attı ve etrafına bakınmaya başladı.
Dönüp ağaca baktı, 5 yıl önce kendi eliyle yazdığı Kerem-Tuğçe yazısını görünce yine gözleri doldu. Koskoca beş yıl önce yazmıştı bu yazıyı ve yazarken Tuğçe de yanındaydı. Yerinden kalkıp ağaçtaki yazıya baktı ve o günü hayal etti;
Tuğçe uzun boylu, esmer hayat dolu biriydi. O gün ona çok yakışan fıstık yeşili elbisesini giymişti. Aynı günün sabahı bir kafede buluşmuşlardı. Tuğçe bir zamandan sonra sıkılmış ve “hadi sevgilim balık tutmaya gidelim” teklifini o yapmıştı. İlk kez beraber balığa gideceklerdi. İşte şimdi tam Kerem’in bulunduğu noktaya geldiklerinde birbirlerine bakıp söz vermişlerdi. Her ne olursa olsun ve hayat onları hangi duruma getirirse getirsin İzmir’de oldukları her Cumartesi buraya 5 dakika dahi olsa geleceklerdi. Bu yüzden son 5 senedir her cumartesi sabahın köründe gelip güneş batana kadar buradan ayrılmazdı Kerem. “Ya Tuğçe ben gittikten sonra gelirse de göremezsem” diye düşünüp her cumartesi gününü orada harcardı. Fakat Tuğçe 5 senedir hiçbir cumartesi gelmemişti. Acaba neredeydi ve neden gelmiyordu? Verdiği sözü mü unutmuştu yoksa gelemeyecek kadar uzaklara mı gitmişti? 5 senedir Tuğçe’den hiçbir şekilde haber alamıyordu. Oysa bir zamanlar iki gün bile uzak kalamayacak kadar yakınlardı birbirlerine. Kurulan hayaller, verilen sözler ve onca yaşanmışlık varken Tuğçe nasıl olur da birden her şeyi unutmuş olabilirdi. Bu düşüncelerle ve Tuğçe’den geriye kalan soru işaretleriyle geçip gitmişti koskoca 5 yıl.
Akşam eve gittiğinde kardeşi Sevgi’nin moralinin bozuk olduğunu fark etti. Sevdiklerini üzgün görmeye dayanamıyordu. Yemekten sonra Sevgi odasına çekildi. Kerem annesi ile birlikte çay içerken Sevgi’nin neden üzgün olduğunu sordu. Annesi bilmediğini ve okuldan geldiğinden beri durgun olduğunu söyledi. Annesi “Neyin var?” diye sorunca da “hiç sadece yorgunum” diye cevap verip geçiştirmişti Sevgi. Kerem gece yatmadan önce kardeşinin odasına gitti ve henüz uyumamış olduğunu gördü.
-“Bakıyorum da bayan sorumsuz hâlâ uyumamış.” Diyerek odadaki boş sandalyeye oturuverdi.
-“Biraz ödevim vardı onları yaptım şimdi uyuyacağım abi” diye yanıtladı Sevgi.
-“Bugün seni durgun ve huzursuz gördüm. Seni üzen bir şey mi oldu okulda?”
-“Hayır abi hiçbir şey olmadı. Sadece bugün çok yoruldum.”
Kerem kardeşinde farklı bir durum olduğunu anlasa da çok üstüne gitmek ve konuşmak için zorlamak istemedi.
-“Peki öyle olsun bayan sorumsuz. Ama ne zaman istersen burada konuşabileceğin bir arkadaşın olduğunu unutma” diyerek odadan ayrıldı.
Yastığına başını koyar koymaz aklına her gece olduğu gibi Tuğçe geldi. 9 yıl önce üniversiteye başladığında okulun ilk günü çarptığı ve kitaplarını düşürdüğü o kızın ömür boyu aklından çıkaramayacağı bir yer edineceğini nerden bilebilirdi. Böyle talihsiz bir kazayla tanışmışlardı Tuğçe ile. Aşk tesadüfleri sever dedikleri şey bu olmalıydı. İlk derse girdiğinde karşısında yine Tuğçe vardı. Aynı bölümü okuyacak olmaları ve onun da henüz ilk sınıf olduğunu görmek anlamsız bir şekilde mutlu etmişti Kerem’i. Haftalar, aylar Kerem’in Tuğçe’yi uzaktan izlemesi ile geçiyordu. Daha yakından tanışma ve yakınlaşma adına bir kaç girişimde bulunsa da başarısız olmuştu. Çünkü Tuğçe utangaç ve dersleriyle ilgilenen biriydi. Zamanını ders dışındaki şeylerle harcamak istemiyordu ve dersten arta kalan boş zamanlarını kütüphanede kitap okuyarak geçirirdi. İlk dönemin sonu gelirken Kerem bir kez daha şansını denemek istedi ve dersten sonra Tuğçe’nin yanına giderek bir kahve içmek için zamanı olup olmadığını sordu. Tuğçe, nasıl olduğunu anlamadan ağzından bir anda “evet var tabii” cümlesi dökülüverdi. O kahve aralarında başlayacak olan büyük aşkın ilk işaretiydi belki de. Kahve içerken çok samimi bir şekilde devam eden sohbet ve karşılıklı gülmeler Kerem’i çok mutlu etmişti. Tuğçe ani bir panik ile saate baktı ve;
-“Çok geç olmuş. Kusura bakma benim kalkmam gerekiyor.” Diyerek masadan kalkmaya yeltendi.
-“Tabi nasıl istersen” diyerek yanıtladı Kerem. İçinden “gitme” demek istese de.
-“Kahve için teşekkür ederim” diyerek oturdukları kafeden uzaklaştı Tuğçe.
Kerem’in gözlerinin içi gülüyordu. Hayal ettiğinden çok daha farklı bir kişi çıkmıştı sessiz ve soğuk görünen o kızın içinden. Tek merak ettiği şey acaba bu fırsatı bir daha bulup bulamayacağıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahi Neydi Bizim Hikayemiz?
RomanceHer insanın içine gömdüğü bir hikayesi vardır. Peki bu hikayeyi yeniden diriltmek mümkün müdür? Kerem'in bir türlü unutamadığı meleğinin küllerinden doğup yeniden yanmaya başlama hikayesi...