Geçmiş (1)

36 3 3
                                    

Yaklaşık altı saattir yürüyorum, güneş tam üstümde ve şapkamın altından kafatasımı etkileyecek sıcaklıkta beni bunaltıyor. Yürüdüğüm yol boyunca en ufak bir insana rastlayamadım, sanırım dünyada tek kalan nadir kişilerdenim ve farklı bir kıtada yaşıyorum. İki aydır tek rastladığım canlı bir sokak köpeğiydi ancak yanımda fazla duramadan başka taraflara doğru yol aldı. Bu üzücü, benim için çok üzücü çünkü boş bir saksıyla oturup sohbet etmek beni üzmeye yetiyor. Dünya yaklaşık üç aydır böyle ve ben sadece iki ayımı hatırlıyorum çünkü ilk bir ay çok hızlı karıştı olaylar ve tek başıma yürüyorum. Neler mi oldu? Biraz geçmişe dönelim-...


1 Şubat 2016 - Deneyin ilk günü!

Bilim adamlarının kurdukları nükleer santral projelerine düyada bulunan tüm ülkeler destek çıktı diyebilirim, tabii halka sormadan! Santral kurulduktan hemen sonra daha az fatura ödeyeceğimizi ve daha kârlı çıkacağımızı öne sürüyorlardı ancak tam tersi oldu. Santral kurulduktan bir hafta sonra belirsiz bir neden ile patladı. Sadece bir ülkede değil, kurulan tüm ülkelerde! Kurulan yer ve civarları toza bulandığını hatırlıyorum ve milyonlarca insanın öldüğü kulaklarımıza geliyordu. Televizyonun önünde elimde bir tabak tatlı ile birlikte olanları izlemek hoştu, en azından sadece insanlara üzülebiliyordum kendime değil. Haber kanalları çoğu zaman bilim adamlarını kamera karşısına çıkartıyor, kopacak kıyametin belirtilerini anlatıyor ancak çoğu spiker tarafından susturulup başka konulara atlanıyordu. Olaylar patlamadan iki gün sonra daha değişik bir karmaşaya bıraktı kendini. Gökyüzünün rengi açık kırmızıya dönüşmüştü, beyaz görünen bulutlar sabahları kıpkırmızı gözüküyor, güneşi kapatan bulutlar rahatlamamıza engel oluyordu. Arada yağan yağmurlar, saf su değil asitleri taşıyor, günü birlik yağan kül yağmurları çoğu insanın ölümüne neden oluyordu. Tüm dünya bu oluşan projeye karşılık geçte olsa isyanını göstermek adına sokağa dökülmüş, hepsi birer birer katledilip ailelerine acı haberleri ulaştırılmıştı. Yönetenler kaçmıştı, sebep olanlar büyük bir uçağa binip farklı bir kıtaya gitmek için yola koyulmuştu ve insanlar çoktan birbirlerini katledip, ortalığı karmaşaya vermeye başlamıştı. Çok insan hatırlıyorum, babamın dahi önümde bir araba tarafından ezilip öldüğünü hatırlıyorum. Kız arkadaşımın evde saklanır vaziyette alnının çatından vurulduğunu hatırlıyorum, rezillikler diz boyu! Sona yaklaşmıştık, hemde oldukça kötü bir sona.


2 Mayıs 2016 - Günümüz!

Terleyen şapkamı biraz havaya kaldırıp terleyen saçlarımı sıvazladıktan sonra tekrar yerine taktım, önümde güneşten kızaran bir kaya gördüm ve ona doğru yürüyüp oturdum. Taktığım sırt çantamı dizlerimin üstüne alıp fermuarını biraz araladım ve köşelere saklanmış su şişesini sıkıca kavrayıp önümde duran boş manzaraya bakıp suyumu yudumlamaya başladım. Sıcaktı, içtikçe içesim geliyor ancak suyun sıcaklığı buna engel oluyor ve beni rahatlatmak yerine sadece sıcaklığa neden oluyordu. Bu bir hazineydi ve ben güzel bir hazineye sahiptim, şişemin kapağını kapattıktan sonra çantamın içine bırakıp çantamı dizimin yanına bıraktım. Karşımda yaprakları dökülmüş ağaç duruyor, onun hemen arkasında ise ölü bir geyik ceseti. Şehirden uzaktaydım, gördüğüm tek şey kurumuş kumlar ve sıcaklığından bunaltan küçük bir çöl. Ormanlığa yakın olduğumu bilmek beni mutlu ediyor, eminim ki mutasyonlular burada değiller. İki aydır insan görememem beni bir nebze üzüyor olsada diğer yandan sevindirmiyor değil. Sonuçta kendimi huzursuz hissetmiyorum ancak konuşabilecek bir dost iyi olurdu. Havanın kararacağı vakite çok fazla var, çantamı kavrayıp omuzlarıma iyice sabitledikten sonra oturduğum kayanın altına doğru sıvıştım. Güzel bir gölgelik alan ve ben bunu kaçırmam! Arkamı iyice kontrol ettim, böceklerden tiksindiğim kadar ölüme sebep olan adamlardan tiksinmiyorum! Arkama iyice yaslanıp şapkamı biraz aşağıya indirdim, önümde güzel bir manzara ve üstüme gölge yapan büyük kaya beni huzura erdirmeyi sağladı. Üç saat uyudum, saat artık önemsiz ancak kafamdan salladığım bir sayı beni umuda sürüklüyor. Gözlerimi hafif kısık şekilde açtığımda pantalonumun üzerinde avucum boyutunda bir örümcek bana göz kırptı. Dona kaldım, tiksinme ve korku hislerim kat sayısına ulaştı o an. Kız gibi çığlığı basıp kayadan kafamı çarpmadan sürüklenerek çıktım ve bacağımı savura savura yola koşmaya başladım. Bu sırada yüzümü buruşturdum, sıcak halen hat saffada olduğu için korkularımın üstüne birde sıcak eklenmişti. Silah süngüsü o an boş olan sokağı yankılattı, gözlerim büyüdü ve pantalonumu kontrol etmekten kendimi alıkoyarak kafamı önüme doğru kaldırmaya başladım. İki siyah ayakkabı dikkatimi çekti, biraz daha süzdüm ve sonunda tüfeğin namlusunu karşıma alabilmiştim. Namludan başka bir yere bakmayarak ellerimi kaldırdım, hayatım için yalvarma pahasına ulaşabilmiştim. "Ellerini kaldır!" Ses inceydi, masumdu ve oldukça kulağa hoş geliyordu. Bir insan, hatta bir kadın! Gözlerimi büyültüp, hızla bana silah tutan kişinin suratına kesildim. Siyahımsı saçları, hafif buğday teni ve sinirli yüz hatlarını bana karşı kullanıyor ve işaret parmağını tetiğe basık şekilde tutup beni yere sermek için zaman kolluyordu. İki aydır gördüğüm ilk insan olduğunu kendime milyonlarca defa hatırlatıyordum, mutluydum ancak endişeliydim de. Üstelik bir kız gibi bağıra bağıra çıkmıştım karşısına, sanırım ürkmüştü ve silahına davranmıştı. Suratını incelemeye kaptırdım kendimi, biraz kafamı salladığımda anlamsız şekilde suratıma bakıp neden konuşmadığımı çözmek için çaba sarfettiğini gördüm.

"Aa-... İnsa-.."

"Ne?!"

"İnsansın yahu, bak mutlu oldum ama silahı indirebilir miyiz?"

"Neden bağırıyordun?"

"Örümcek, elim kadardı inanmıyor musun bana?" alay eder surat ifademi kullandıktan sonra ellerimi yavaş yavaş yere indirmeye başladım, boş durmadı. Silahın namlusunu göğüsüme darbe niteliğinde vurdurarak kaldırmam için bir uyarıda bulundu. Bıkkın ifademi koruyarak ellerimi tekrardan havaya kaldırdım ve dudaklarımı büzüp üfledim.

"İndir şu silahı artık ya!"

"Canını bağışlıyorum, yoluna devam et."

"Nereye ya?! Beraber et yiyebilirdik, tavuk yeni buldum bak!"

"Aç değilim!" dedi umursuzca. Arkasını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı, benim önümden kayıp toprak yola doğru yürüyordu ancak onu bu kadar kolay kaybedemezdim. Üstelik iki aydan sonra ilk defa bir insan bana cümle kurmuştu, kolay mı?

KıyametHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin