Gözlerim kararıyor, nefesim yavaş yavaş kendini rüzgara bırakıp burun deliklerimden uzaklaşmaya çalışıyor ancak ona tutunmaya yeminliyim, üstelik ilk defa tenime mermi isabet etti, hoş değil mi? Geçmişi hatırlıyorum, evde oturduğum günleri ve kız arkadaşımla el ele geçirdiğim zamanları hoş, madem cennet ışığını göremiyorum o halde sizlere eskilerden bahsedeyim!
Evde oturduğum sıkıcı bir gün, televizyon yeni kurulan nükleer santral için seferber olanları gösteriyor, umrumda değil. Yerimden kalkıp buzdolabına doğru yürüyorum, aldığım sandviçi süratli şekilde mideme gömerek evden dışarıya çıkıyor ve dostlarımın yanına doğru kadıköy iskelesine doğru yürüyorum. Havada bunaltıcı bir sıcak var, cebimden bir dal sigara çıkartıp dudaklarımın arasına yerleştirdikten hemen sonra caddelerin kaldırımlarına döşenmiş stantlar dikkatimi çekiyor. Stantların üzerinde nükleer santral'i hedef gösteren boykot içeren fotoğraflar ve yazılar bulunamakta. Birkaçını okuyup sırıtıyor, yoluma devam ediyorum. Santral çalışmalarının sürdüğü şehir bize uzak, uzak olduğu için sanırım yaşlılar izleyemiyor ve sitrese giriyorlar. Hepsi birer delirmiş tavuk gibi insanlara sataşıp, kahvelerde kağıt oynayıp camın önünden geçen insanları izliyor. Saat tam kıvamına oturduğunda sıkı dostlarıma veda edip hafif alkollü bedenimi eve taşıyıp yatağıma uzanıyorum. Biz erkekler ayaklarımızı sadece yürümek için değil, birşeyleri açmak içinde kullanırız! Yatakta kalçamı biraz aşağıya sıyırıp bilgisayarın tuşuna parmaklarımla dokunuyorum ve tekrar arkama yatıp klavyeyi dizlerimin üzerine alıyorum. Sosyal sitelerde ve forumlarda büyük yazılar dönüyor, siyaset içeren ve dünyanın yok olacağına inanan kişiler. Hoşuma gitmiyor değil bu karışım, sıkılmaktan çok izlemek hoş. Saatimin bir kısmını yedikten hemen sonra açılış saati beliriyor ekranımın üst köşesinde. Zaman gelmişti ve belirli saatler içerisinde ülkelerde kurulan santral'ler ilk defa açılacak ve halka canlı yayın üzerinden sunulacaktı. Bilgisayarın başından kalkıp dolaptan bir bira daha kavrayıp koltukta yerimi aldım, heyecanlıydım çünkü başarabileceklerini düşünmüyordum. Masanın üzerinde duran defterleri bir kenara atıp derslere lanet edercesine homurtulandıktan sonra ayaklarımı cam sehpanın üzerine koyup arkamı yaslandım, televizyonun sesini açıp soğuk bira ile içimi ısıtmaya başladım. Yayında boş boğaz insanların geçmesi için dua edercesine üflediğim anda sonunda kameralar santral'in dışını çekmeye başlamıştı. Çoğu işçi etrafta koşuşturuyor, bir kişi elinde tuttuğu not defterlerini kameraya gösterip işlerin çok iyi gittiğini anlatıyor. Sonunda tüm spikerler susmuş, yerini hapörlerden gelen seslere bırakmıştı. "Üç, iki, bir. Santral çalıştırılmak için hazırlanıyor, başardık!" Televizyonda bulunan herkes ölümsüzlük iksirini bulmuş gibi seviniyor, alkışlıyor ve hunharca bağırmaya başlıyorlardı. Dünyada yeni bir adım atmıştık, başarmıştık ve iyi yerlere gelebileceğimizi kafalarımza aşılamak için işçiler boy gösterisi yapıyorlardı. Yayın kapandıktan hemen sonra tatmin olmayan heyecan duygumu bastırmak için bilgisayarın başına oturup sosyal paylaşım sitelerinde gezinmeye başladım. Bir kesim mutlu, bir kesim mutsuz. Bir kesimse benim kafamdan ilerleyip, komik fotoğrafları yayıyor ortalığa. Saate baktığımda saatin on bir olduğunu görüyorum, boş bira şişesini çöp kutuma bırakıp yatağıma uzanıyor ve sabah olacak dersleri bir an önce vermek için sabırsızlanıyorum.
Şiddetli bir çığlık! Ağır olan uykumu sokakta gelen kadın sesleri bozuyor, masa lambamı açıp kafamı camdan dışarıya çıkatıyor ve ağır küfürler eşliğinde olan bitene bakıyorum. Bazı kişiler arabalarına binip yola koyulmaya çalışıyor, diğerleri ise camlara çıkıp telefonlarının çekmesi için dua ediyor. Bu karmaşılıkları izlediğim sırada sert bir rüzgar saçlarımı uçuruyor, düzelttikten sonra kafamı havaya kaldırıyorum ve şaşkınlıktan dudaklarım "o" harfini çiziyor. Gökyüzü kırmızı, tamamen. Bulutlar dahi kana bulanmış gibi gözüküyor, çakan şimşekler ve yağan küller dikkatimi onlardan çekemememi sağlıyor ancak geç olmadı. Silah sesini duyduktan hemen sonra içeriye daldım, camı kapatıp salona doğru koşturdum ancak televizyonları kontrol ettiğim sırada hepsinin kesildiğini gördüm. Cep telefonum çekmiyor, internet çalışmıyor ve televizyon yayınlar tamamen kapalı. Endişeli şekilde balkonun kapalı kısmından olan biteni seyrediyorum, Anadolu yakası tamamen duman şekilde gözüküyor ve dumanlar görüş açımı hafif hafif kapatıyor. Sanırım aptallıklarının bedelini ağır ödedik.
Sırt çantamı kavrayıp, içine bazı kıyafetler dolduruyorum. Kalan yerlere sandviç ve bira! Çantamı kapatıp montumu sıkıca giyiyor ve kapşonumu yağmura karşı kapatarak kapımı kilitleyip binadan dışarıya çıkıyorum. Sokak savaş alanı, dükkanların çoğu yağmalanmaya başlamış ve birileri haraketsiz şekilde yerde yatıyor. Sokakta çaresiz şekilde ağlayan bir genç dikkatimi çekti, aynı yaşlarda olduğumuz açıkça belli hızlı şekilde yanına koşarak kolundan tutuyor ve neler olduğunu bilmek için sorular soruyorum. "Ne oluyor moruk? Ortalık savaş alanına döndü."
"Haberin yok mu?!"
"Neyden yok? Anlat hadi."
"Dünyada kurulan çoğu santral patladı ve patlama etkisi yakınlarında bulunan şehirleri yok etti. İklimin değişeceğini ve bu patlamanın yavaş yavaş İstanbul'un yakalarınıda vuracağını belirttiler. Radyasyon yüzünden çoğu insan değişime uğruyormuş, uzaklara kaçmayı düşünüyoruz belki Avrupa ancak nasıl?!"
"Ne diyorsun sen ya?"
Şaşkın şekilde etrafı izledikten sonra, elimi adamdan çekip ailemlerin evine doğru koşmaya başlıyorum. Dörtyol olarak nitelendirilen Beşiktaş ışıklarından sekerek bir arabanın altında kalmaktan kurtulduktan sonra bir sokağa giriyor ve önüme çıkan zillere sırasıyla basmaya başlıyorum. Açılması gerekiyor, merakımdan! Gecenin saat üçü ve ben uyumakta aptallık ettim! Zile bastıkça açılmıyor ancak binanın içinden türlü türlü sesler geldiği bariz. Ayağımı sertçe kaldırıp cam kapıya bir tekme patlatıyorum ve kapının kilidini kaldırarak binaya dalıyorum. Üçüncü kata kadar koşup, ailemin oturduğu evin kapısına vardıktan sonra biraz nefesimi kontrol ediyor ve üst katlardan gelen çığlık seslerine aldırmamak için kulaklarımı tıkıyorum. Kapıya sol elime bir darbe indiriyorum ancak kapı aniden sonuna kadar açılıyor. "Kapı aralık mı?" diyorum kendi kendime. İçeriye temkinli şekilde girip, odaları kontrol etmeye başlıyorum ancak ilk üç oda tamamen boş. Salona doğru yaklaştığım da ise kapısında dolu kitapların ve kırılmış vazoların olduğunu görüyorum, tıpkı bir hırsız vaakası! Kapıyı soluma alıp içeriye girdikten sonra manzara karşısında yere kusmam bir oluyor. Ailem dehşet şekilde vurularak koltuklarında öldürülmüşlerdi, benim için bir şok hüzüntüden sonra mide bulantısına yol açmıştı. Hızlı şekilde göz yaşlarımı tutamayarak binaya bıraktım kendimi, nefesimi toparlamaya çalışıyor ve kalbimin atışını yavaşlatmaya çalışıyordum. Kendimi toplamanın yararlı olacağını söyledim defalarca kendi kendime ancak üst kattan gelen bir silah sesi daha yerimden sıçrayıp binadan çıkmama neden oldu.
Patlamadan üç hafta sonra!
Üç haftadır konserve mısırları ile idare ediyorum, midem kötü. İnsan yüzü görmüyor ve bulduğum boş bir kulübede geceyi geçirmek zorunda kalıyorum. Şehirden uzağım, asıl amacım Avrupaya doğru çıkıp Santral kurulmayan uzak bir yere göç etmek, eminim insanlar bir yolunu buldular! Sokakta bulunan çoğu mağaza, alışveriş noktaları kül içinde kaldı ve beklenmedik bir olay daha yaşandı. Mutasyonlular sokakları esir aldılar. İki hafta önce patlama burayıda vurdu çoğu binanın camları toz haline dönüştü ve çoğu insan acı şekilde can verdi. Can vermeyenler ise değişerek ölü hayatlarını öldürmeye adadılar. Haklılar, başka ne yapacaklardı? Beyinsiz varlıklar, akıllı olduklarını biliyorum ancak benim için beyinsizler. Geceleri hep ses işitiyorum, çığlık sesleri. Ufak bir çocuğu öldürdüklerine şait olmuştum ve elimden izlemekten başka birşey gelmedi. Sokağım hiç boş değil, boş olduğu bir vakit buradan uzaklaşıp şehir dışına doğru koşacağım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıyamet
Science FictionDünya eskisi kadar parlak, iç açıcı değil maalesef. İnsanlar yemek için birbirlerinin boğazlarını deşebilecek seviyeye geldikten sonra ortalık gerçekten karıştı. Büyük ülkelerin sonsuz krallıklarını büyütmek için uğraştığı deneyler başarılı oldu, ar...