Gözlerime inanamıyordum ne olmuştu öyle? Neden herkes farklı davranıyordu. Büyük bir felaket olmuş gibi, her birimiz yara, bere içindeydik. Anlamıyordum, kendimden korkmaya başladım. Herkesin toparlanması gerekiyordu. Bunları düşünürken aklıma kızlar geldi acaba onlar iyi miydi ? Koşmaktan yorulmuştum, Ceyhun gayet iyi görünüyordu, tabi ki yüzündeki yaralar hariç ona "Gidip kızların çadırını kontrol et, ağzını kapatmayı da unutma" diye seslendim. Ceyhun "Hiç komik değil, bu durumda espri yapma olur mu ? " dedi ve yerinde düşündü. Ceyhun çadırın oraya vardığında kızlar yoktu. Bana " Kızlar burada yok ki " diye seslendi, " O zaman gidip karavana bak " dedim. Karavana gittiğinde bizi yanına çağırdı ve o manzara inanın ki hiç hoş değildi. Karavanın her bir bölümü kan olmuştu kusmamak için kendimi zor tuttum ve kendimi dışarı attım Anlamadığım tek nokta çadırlarını neden terk etmişlerdi ve karavana gitmişlerdi. Ceyhun birkaç dakika sonra beni yanına çağırdı ve köpek tasmasını gösterdi " Bu kızlardan biri köpek tasması takıyor olamaz dimi " dedim. Zorda olsa gülümsedi. Ulaş yanımıza gelip " Hey! Unuttunuz mu yanlarında köpeklerde vardı sizi avanaklar " dedi. Ceyhun'la birbirimize bakıp güldük. Bir anda duraksayıp onlara "O zaman bu olan şey hayvanları öldürüyor öyle mi ? " dedim. Ulaş'la Ceyhun bana bakarak sanırım der gibi bir bakış attılar.
Daha sonra çadırın yanına gidip oradan telefonumu buldum. Birilerine ulaşmaya çalıştım fakat sinyal bile yoktu sanırım tüm dünya bu şeyin etkisindeydi diye düşündüm. Ceyhun'la Ulaş'ı yanıma çağırıp " O kızlar yaşıyor olabilir onları bulmalıyız" dedim. Bana ters ters bakıp " Bu halimizle mi ? " dediler. Haklıydılar çünkü yaralıydık daha doğrusu yaralıydılar sonuçta ben kendiliğimden iyileşebildim. "Tamam o zaman biraz dinlenip yola öyle çıkarız " dedim. Çadırdan bulabildiklerimizle hem karnımızı doyurduk hem de onlar kendi yaralarını sardı. Yemekleri ateşte pişirirken değişik bir olay oldu, yemeğin olduğu kabı her almaya çalıştığımda ateş ya daha da yükseliyor ya da bana yaklaşıyordu. Bu yüzden ateşi söndürene kadar ateşin yanına gitmedim. Yola çıkmaya hazır gibiydik tek eksiğimiz içecek suyumuzdu, etrafta tatlı su bulmak zordu, sonuçta su, her isteyenin karşısına çıkmaz ama biz onlardan değildik sanırsam, bir şişede olsa su bulabildik ve yola çıktık. Yolda olabildiğince suyun ve benzeri şeylerin yanında fazla durmadım. Kendi iyiliğim için tabi ki de.
Hava kararmaya başlamıştı güneşin kararmaya yakın aldığı renk beni her zaman büyülemiştir. Akşam önümüzü görmekte zorlanıyorduk ki Ulaş elinden o garip ışıkları çıkartana kadar, yolumuz aydınlanıyordu en azından. Ulaş'ın doğal ışığı yine de ileriden gelen ateşin ortaya çıkardığı ışığı, dumanı ve gölgelerin dansını görebilmemize engel olmadı. Yanlarına gittiğimizde aradığımız kızlardan farklı olarak bizim yaşlarımızda bir grup genç vardı. Aralarından en kalıplısı yanımıza gelip bizi ateşin yanına davet etti. Ulaş hemen söze girip "sizde değişik şeyler oldu mu? " diye sordu. Ben Ulaş'ı dürtüp susmasını istedim. Gruptaki gençlerden birisi "Ne yani bir tek biz değil miyiz ? " deyince şaşkınlık içinde baktım ve daha sonra dayanamayıp "Sizde ne gibi değişiklikler var " dediğimde bir tanesi ayağa kalkıp yanıma oturdu ve ağızını bile kıpırdatmadan bana seslendi. İlk başta irkildim tabi ki sonra Ulaş'la Ceyhun 'a dönüp duydunuz mu dedim. İkisi de bana garip bir yüz ifadesiyle baktı.
Daha sonra yanımda oturan çocuk "sadece odaklandığım kişi beni duyabilir" dedi. Hem etkilendim hem de korktum. Kalıplı olansa ayağa kalktı ve yakınlarda ki bir ağacı yerinden söküp kaldırdı. Biz birbirimize baktık tabi orda uzun bir süre. En sonuncusu ayağa kalktı sonra birden ortadan kayboldu ve arkamızda belirdiği anda arkamı dönüp vurasım geldi. Daha sonra içlerinden biri " Peki sizin ne gibi özellikleriniz var" dedi. Ulaş ayağa kalkıp onlardan biraz uzaklaşmasını istedi ve elinden elektrik kıvılcımları çıkardı ve oturdu. Ceyhun'da hemen Ulaş'ın arkasından kalkıp az önce kalıplı olanın yerinden söktüğü ağaca dönüp son gücüyle bağırdı. Tabii bizi uyarması gerekirdi kulaklarımızı kapatmamız konusunda ama nerde. Ağaç yerinden fırlayıp yanına birkaç arkadaşını da aldıktan sonra yuvarlanarak gitti. Alkışlayacak gibi oldular ama bir şeyde duymuyorlardı zaten. Benim öylece oturduğumu gördüklerinde "Senin bir özelliğin yok mu ? " diye sordular. Cevap olarak "Ben gücümü şu anlık kontrol edemiyorum " deyince " Göster, biz sen yaparken uzaklaşırız " deyip geri çekildiler. " Pekala bunu siz istediniz" deyip elimi yanan kamp ateşine döndürdüm ve elimi yukarıya kaldırmamla alevler elimle aynı anda gökyüzüne doğru ilerlediler o anda sanki alevler dansçı ve ben onların eğitmeniymişim gibi alevleri havada dans ettirdim. Ulaş'ta Ceyhun'da daha önce bunu yaptığımı görmedikleri için hayranlıkla beni seyrettiler. Elimi indirdim ve alevler danslarını bitirip selam verdiler. Bize nereye gittiğimizi sordular onlara " Yanımızda bizimle beraber olan kızlar vardı bu olaydan sonra onları kamp yaptığımız alanda bulamadık bu yüzden onları arıyoruz" dedim. Kalıplı olan "Bu gece burada kalın yarın devam edersiniz yolunuza hatta biz de gelebiliriz sizinle " deyip bize uyku tulumları verdi. Sabah uyandığımda uyku tulumu kapalı da olsa güneş ışıkları uyku tulumundan içeri girip gözlerimi kamaştırıyordu. Uyku tulumunu açıp kalktım ve güzelce esnedim. Herkes uyuyordu iyi olan şey güneş yeni doğmuştu bu da demek oluyor ki kızları aramak için daha çok vaktimiz vardı. Yüksek bir sesle "Kalkın uykucular ! Daha geç olmadan yola koyulmamız gerekiyor " deyip yerlerinden sıçrattım. "Önce bir kahvaltı etseydik" diye mızırdandılar ama işe yaramadı tabii ki. Yolda çantalarından çıkardıkları atıştırmalıkları yediler. Başka bir derenin kenarından geçerken karşıda büyük kıllı bir canavar gördüm koca pençeleri küçük bir insan bedenine geçiyordu, ağzı kan içinde olan canavar bize dönüp hırlayarak koşmaya başladı. Orada içgüdüsel olarak kaçmamız gerekirdi fakat kaçmadık. Diğer gruptaki kalıplı olan çocuk canavara karşı koymaya çalıştı fakat canavarın pençesi çoktan onu ikiye bölmüştü. Kanları üstümüze sıçradığı anda kaçmaya başladık. Arkada kalan beyin okuyucu (benim tabirimle) canavarın pençelerinin altında kaldı ve canavar onu cüssesiyle ezdi. Ceyhun o anda arkasını döndüğünde kulaklarımızı kapatmamız gerektiğini anladık ve arkasına geçtik. Ses o kadar şiddetliydi ki biz onun arkasında olmamıza rağmen toprağa basamadık. Ses bittikten sonra canavar derenin içine yuvarlandı ve sersemledi. Bu fırsattan yararlanarak Ulaş'a işaret ettim tam canavar ayağa kalktığında ellerimle suyu ayının etrafına bir duvar gibi ördüm o an onu nasıl yaptığımı anlamadım tabii, ulaş ben o duvarı ördüğümde "daha sonra şaşkınlıkla bakabilirim" dedi ve elektriği suyla birleştirerek bir renk şöleni oluşturdu. Birbirimize bakarak kahkahalar atmaya başladık. Görünmez olan çocuğu yanımıza çağırdık ve dinlenmek için oturduk. Sohbet açmak için "adın ne " diye başladım. Bana isminin Çağrı olduğunu söyledi." Garip bir takım olmaya başladık isimlere baksanıza Ulaş, Eren, Çağrı Ceyhun vay be neyse" dedim ve lafıma devam ettim " Peki bu olan şey sırasında ne yapıyordun? " diye sordum. "ben aslında az önceki gruptan ayrıydım beni olaydan sonra buldular, olay sırasında şehrin diğer tarafına gidiyordum, radyoda haberleri duyunca saklanacak bir yer bulmaya çalıştım fakat arabadan indiğim anda bilincimi kaybetmişim uyandığımda karşımda o diğer iki çocuk vardı " dedi. Ulaş "Bu sohbete yolda da devam edebiliriz şimdi yola çıkalım hava karmadan kızları bulamasak da saklanacak bir yer bulmalıyız" dedi. Hepimiz başımızı sallayarak onay işareti verdik. Canavarın parçaladığı bedene bakmak istemesem de baktım ve o ceset parçalanmış da olsa bana tanıdık geldi. Herkesi durdurarak cesede bakmasını istedim. O ceset yanımıza karavanla gelen kızlardan olan Aybüke'nindi. Ceyhun'un cesede baktıktan hemen sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Bizde psikolojimizin bozulmaması için kafamızı çevirip yola devam ettik. Güneşin bulunduğu konumdan öğlen olduğu anlaşılıyordu. Yolumuzun hemen ilerisinde patika ikiye ayrılıyordu. Gruptakilere "Bence sağdan gidelim" dedim. Ulaş hemen karşı çıkıp " Niye soldan değil de sağdan gidiyoruz" demesinin ardından Ceyhun' la Çağrı başlarını salladı. "İyi sizin dediğiniz gibi olsun ne değişecekse! " diyerek soldan devam ettik. Yolda ilerledikten yaklaşık birkaç dakika sonra bir şelalenin başına geldik. Kafamı onlara çevirip sinirli bir şekilde baktım. "Benim dediğimi yapsanız ölür müydünüz? " dedim. Ulaş kendini üste çıkarmaya çalışarak " Sen suyu falan kaldıramıyor muydun hadi suyu kaldır da biz de yavaşça aşağıya inelim" dediğinde Ceyhun'la Çağrı Ulaş'a somurtmuş bir şekilde bakıyorlardı. Onlara "Hey bu iyi bir fikir değil hem daha gücümü daha doğru düzgün kontrol edemiyorum ya sizi düşürürsem" dedim ve yolumuzu döndürerek sağ taraftaki yoldan devam ettik. Yerde hayvan kanları vardı. İlerlerken neden bir yerleşme bölgesine değil de ormanın içine doğru gittiğimizi merak ettim belki de kız şehre doğru kaçmıştır diye düşündüm. Bu düşüncemi onlarla da paylaştım. Ulaş bana bağırıp "O zaman neden iki saattir burada yürüyoruz hem daha demin yolda o kızlardan birisinin cesedini gördük hemde parçalanmış" diyerek atar yaptı. Ona sakin olmasını söyleyip yola devam ettik. İlerlememizden birkaç dakika sonra büyük düzlük bir alana vardık, burası bir piknik bölgesiymiş. Etrafta yiyecek var mı diye kolaçan etmeye başladık ben bütün karavanları gezerken diğerleri de araba ve benzeri yerlere baktı. Üç su şişesi, bir yemek sepeti ve içi olabildiğince yiyecek doluydu. Bulunduğumuz düzlük alanın üzeri ağaçlarla kaplıydı sanki geceymiş gibi fakat yine de güneşin parlaklığı ağacın yapraklarından yansıyıp bize ulaşıyordu. Piknik bölgesinde ki araçların hepsini kontrol ettik fakat hiçbiri çalışmıyordu. En azından bizi hızlandıracak bisikletler bulduk. "Sonuçta ayağımızı yerden kesse yeterdi dimi" deyip sırıttım onlarda bana bakıp sırıttı. Hava kararmaya başlamıştı ormanda hayvanlar olmadığından ortamda duyulan ya öksürüklerimiz yada bisikletlerimizdeki pedal çevirme sesleriydi. Ulaş bu sessizlikten sıkılıp şarkı söylemeye başladı bende hemen arkasından başladım söylemeye. Şarkıyı söylerken arada da gülüyorduk. Havanın iyice karardığını fark ettiğimizde bisikletleri ormanın kenarına çekip bir ateş yaktık ve dinlendik. Diğerlerinin gözlerinden uyku akıyordu ama bana uyumak farklı bir şeymiş gibi geliyor ve uykum bir türlü gelmiyordu. Bir bahane uydurdum ve dedim ki " Bu gecelik nöbet bende" Ceyhun bana dönüp "Nöbet mi burada başımıza ne gelebilir ki" dedi. Çağrı araya girip "Bugün yaşadıklarımızı unuttun herhalde" dedi. Ceyhun arkasını dönüp yattı, Çağrı'yla Ulaş'ta onun arkasından uyudular. Bense ateşe dönüp ellerimle sanki alevler oyun hamuruymuş gibi onları şekillere sokmaya çalıştım. Canım sıkıldıktan sonra onları bırakıp düşündüm havayı suyu ve ateşe şekil ve yön verebiliyorum peki ya toprak ona? Hemen elimi yere doğru indirdim ve odaklanmaya çalıştım ve toprağı ellerimi hareket ettirerek şekil verdim. O anda aklımda bir şey vardı;Ben bunları nasıl yapıyordum sonuçta bir çizgi kahraman değildim . Bunun bir bilimsel açıklaması olduğunu düşünememiştim. Bu işler düzene koyulduğunda buna bakacağım tabii aklımdan çıkmazsa o zamana kadar. Yerimde oturmaktan o kadar canım sıkılmıştı ki yerimden kalkıp alevleri onları ellerimle hareket ettirmeden etrafımda dönmelerini sağlamaya çalıştım fakat olmadı. Ne düşünüyordum ki alevler etrafımda dönecek ha, yok olmadı elim ateş olsun dimi. Kendi kendime gülüyor etraftaki malzemelerle kendime oyun yapıyordum. Bu görüntüler beni hayrete düşürüyordu fakat en sonunda bende uyumaya karar verdim. Kalktığımda güneş tam tepemizdeydi. Ayağa kalkıp bir güzel esnedim ve bir önceki gün olduğu gibi yine onları ben kaldırdım. Ulaş yerinden sıçrayarak uyandı yanına gittiğimde ona ne olduğunu sordum "rüya mı kabus mu bilemem ama çok korkunçtu, aslında başları iyiydi etrafımızda kızlar havuzdaydık ama sonra birden bire bir bağırış sesi duyuyorum ve korkudan suya elektrik veriyorum tabi ben hariç diğer herkes suyun içinde acı çekerek ölüyor siz bile" dedi ve gidip suratını ısladı. Ceyhun uyandığında Ulaş'ın yanına gidip onu sakinleştirmeye çalıştı ben de Çağrı'yı uyandırdım. Sanırım gece etrafla biraz fazla uğraşmışım çünkü ateşin olduğu yere doğru kafamı çevirdiğimde bir toprak parçasının içinden su fışkırıyordu ayrıca yerde sönmemiş alev közleri vardı. Diğerleri benim olduğum tarafa dönerek suratıma baktılar. Onlara gülümseyip dün piknik alanından bulduğumuz yiyeceklerden kahvaltı için uygun olanları seçip çıkardım, biraz kurumuşlardı ama olsun yenilebilirdi. Onları çağırıp yemelerini istedim oturdukları anda sanki iki gün boyunca ağızlarına hiç yemek girmemiş gibi saldırdılar tabi hızlı yedikleri için hemen karınları şişti normalde benim de aynı şeyi yapmam gerekirdi ama yapmadım bu olay olduğundan beri bir değişim olmuştu bende hem de büyük bir değişim. "Yemeğinizi yediyseniz hadi kalkalım, daha gidecek çok yolumuz var gibi gözüküyor devam etmeliyiz" dedim ve onları ayağa kaldırdım onlar kendilerini toplarken bende kahvaltıda yediğimiz şeylerden arta kalanları topladım ve yola çıktık. Yolda gideli yaklaşık bir iki saat olmuştu ki karşımıza iki adam çıkıp bisikletlerimizi, üstümüzdeki yemek vb. şeyleri çıkarıp onlara vermemizi yoksa bizi güçleriyle yok edeceklerini söylediler. Uzun boylu ve sakallı olan adam bizden malzemeleri vermemizi istedi. O anda Ulaş'a işaret ettim ve işaretimle yanımıza yaklaşan adama elektrik verdi, bende toprağa odaklanarak adamın ayaklarını kalın bir toprak tabakası ile kapladım. Diğer adam bize doğru hamle yapacakken Ceyhun ileri koşup adamı yerinden hareket ettirmeyecek fakat onun kulak zarını patlatacak bir şekilde ses dalgası gönderdi. Adam yere yatıp ağlayarak kulaklarını tuttu.Bizde hiçbir tepki vermeden yolumuza devam ettik. Yolda bir müddet ilerledikten sonra bir yerleşim yeri gördük. Bölgeye ulaştığımızda sanki hayalet şehirdeymiş gibi hissettik kendimizi çünkü hiçbir şey ya da kimse yoktu fakat biz yinede şansımızı denedik. O bölgede sonunda bir araba bulduk. Araba gece mavisi renginde bir arazi aracıydı, bisikletlerimizide arabaya bağladıktan sonra yola çıktık. Hava kararmış ay yukarıda yanındaki küçük izleyiciler olan yıldızlarla bizi izliyorlardı. Arabanın farları geniş bir alanı aydınlatıyordu. Her birimiz arabayı nöbetli olarak kullandık sanırım araba kullanırken uyanık kalabilen bir tek Ulaş'tı. Gün doğumuna yakın arabayı kullanma sırası bendeydi. Güneş doğarken arabanın farlarına sana ne gerek varmış dercesine aydınlatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyük Patlama ; Güç
Bilim KurguGüneşteki büyük bir patlama etrafa gama ışınlarını yaydı, dünyadaki bazı insanların hücreleri mutasyona uğradı kimileri güçlerini kötüye kimileri iyiye kullandı... Arkadaşlar lütfen değerlendirin çok ihtiyacım var..