Üzgünüm Emir. Ama bunu duyman gerekiyordu yoksa seni asla Ayaz'dan ayıramazdım. Sen her ne kadar ondan nefret ediyormuş gibi yapsan da sizin ikinizin, birbiriniz için gözü kapalı ölecek kadar bağlı olduğunuzu biliyorum. Ama sen bana lazımsın, özgürlüğüm için lazımsın Emir. Çünkü sen benim en büyük kozum ve özgürlük biletimsin.
Ben tam sekiz senemi kaçarak geçirmiştim çünkü yanlış zamanda olmamam gereken bir yerdeydim ve ölmemek için öldürmek zorunda olduğum adam uzun zaman önce bir MİT ajanı olan ve oradan bulaştığı kirli işler yüzünden emekli edilen ve Türkiye'nin en tehlikeli adamları listesinin başını çeken Turgut Ünsal'ın öz oğluydu. ve benim tatlı, masum, aşık Emir'im de o adamın haberdar bile olmadığı gayrimeşru çocuğuydu. Yazık ki kim olduğunun ve nasıl bir gücü elinde tuttuğunun farkında bile değildi. Kendini Ayaz'ın abisi sanıyordu ama kuzeniydi. Çünkü Emir'in asıl annesi, Derya. Karnındaki tohumun Turgut'tan olduğunun öğrenir öğrenmez tehlikeye girmemek ve hayatına kaldığı yerden devam edebilmek için çocuğu doğurup, kız kardeşine evlatlık verip kaçmıştı. Ben de annemin ölümünden sonra Turgut'u araştırmaya başladığım sıralarda Derya'yı bulmuştum. Benim bütün hikayemi bilen tek insandı ve tam anlamıyla bencil orospunun tekiydi. Onunla güzel işler yapmıştım, kafası çalışıyordu ve frekanslarımız tutuyordu. Bir ara onun hayatını kurtarmıştım ve bu şekilde bana güvenmeye başlamıştı herhalde, Emir'in varlığını bana söylediği zaman beynimden vurulmuşa dönmüştüm, inanılmaz bir şeydi, bir umuttu, peşinden gidebileceğim bir umuttu benim için. Ama Derya bu işlere daha fazla bulaşmamak için bir anda ortadan kayboldu ve o günden sonra ona ulaşamadım. Ben de kendi umudumu aramaya giriştim ve itiraf etmeliyim ki ortada dönen dümeni duyunca benim bile ağzım açık kalmıştı. Aslında bu işlerle uğraşmaz Emir'e direk Ayaz'la kardeş olmadığını söyleyebilirdim bu sayede de onu ondan koparabilirdim ama buna gönlüm el vermiyordu işte. Her türlü kötülüğü yapabilirdim ama onu öyle bir anneye mahkum edemezdim. Şuan yaptığım gibi ikisinin arasına girmek benim için daha zor olsa da Emir için çok daha kolaydı, beni suçluyordu, Ayaz'dan nefret ediyor gibi yapıyordu ama en azından yıkılmıyordu, ayakta kalıyordu. Geçmişini öğrendiği takdirde bir de bütün bu şeyleri onun omzuna yüklemek, bu gerçekten hiç adil değildi. Varsın benden istediği kadar nefret etsin, ben bunu zaten hak ediyorum, sonuna kadar hak ediyorum ama o ayakta kalsın, yıkılmasın. Çünkü o yıkılmayı hak etmiyor. Bütün bu saçmalıkları geçersek ben, Emir'i Turgut'a teslim edip bu şekilde onunla en azından bir anlaşma yapabileceğimi umuyordum. Ama lanet herife ulaşmak hiç de kolay değildi. Ayrıca anlaşma için gereken başka birkaç şey daha planlıyordum ve ben onları toplayıp Turgut'a ulaşana kadar Emir'in duyulmamasını ve güvenliğini sağlamak zorundaydım. Hem de bu ufak şehirde Ayaz'ın bana olan aşkıyla aramda gereksiz bir gölge gibi dikilen Melis'in varlığını yerle bir etmek istiyordum. Benim kuş beyinli kuzenim sırf kan bağımız var diye ona dokunmayacağımız sanıyorsa gerçekten yanılıyordu. Onun hayatını bütün bunlarla uğraşırken sadece hobi olarak bile mahvedebilirdim. Eğlenceli olacağa benziyordu. Bunları düşünürken Cemre dene beyinsizin evinin arkasına gelmiş olduğumu fark ettim. Telefonumu çıkarıp Cemre'ye hemen arkadaki parka gelmesi gerektiğini Melis'in durumunun çok kötü olduğunu içeren kıza bir mesaj attım ve ardından geçip parkın en karanlık köşesinde kalan banka oturup bacak bacak üstüne attım ve bir sigara yakıp bizim salağı beklemeye başladım. Ben sigaramın daha yarısındayken telaşlı adımlarla parka giren Cemre'yi gördüm. Her şeyi düşünmüştüm, planlamıştım. Çünkü herhangi bir zamanda Cemre buraya benim çağırmamla asla gelmezdi, beni aşağı yukarı tanıyordu. Ama şuan acıların kadını olan sevgili kuzenimi Ayaz'la yaşadığı dramatik sahneden sonra toparlanıp kafasını dinlemek için telefonunu kapatıp bir köşeye çekileceğini bilecek kadar iyi tanıyordum. Ve Cemre de mesajımı alır almaz teyit etmek için önce Melis'i aramış ama telefonunun kapalı olduğunu görünce ideal bir arkadaşın yapması gerektiği gibi şuan endişeli gözlerle parkı tarıyordu. Etrafın oldukça sessiz olduğunu fark ettiğinde önce "Melis?" diye seslendi ardından daha yüksek bir sesle "Gece? Kimse yok mu?" diye. Neredeyse gülecektim ama kendimi tuttum. Cemre benden yaklaşık yirmi metre kadar ileride duruyorken gözleri benim karanlıkta kalmış belirsiz siluetime takılınca bu tarafa doğru ürkek ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladı. Oturduğum bank köşede, iki ağacın arasında kaldığı için daha karanlık bir bölgede kalıyordu ve en yakın ışık kaynağı da iki üç metre ileride, Cemre'nin şuan yaklaşmakta olduğu yerde duran, oldukça zayıf ve titrek ışıklı bir sokak lambasıydı. Bu lamba da aydınlatmada hiç yeterli olmadığı için bankta oturanın ben mi yoksa Melis mi olduğunu seçmeye çalışırken fazlasıyla rahatsız bir hali vardı. Cemre bu yabancı gölgeyle arasında güvenli bir mesafe bıraktığına ikna olduğunda durdu ve "Sen misin Melis?" dedi korkusunu gizlemeye çalışarak. İşte şov başlıyordu. Tehlikeli sayılabilecek bir ağırlıkla ayağa kalkıp öne doğru bir adım attım ve aşağıda tuttuğum başımı tek seferde yukarı kaldırdım ve göz temasımızı sağladığımda da tehditkar bir gülüşle "Hayır, tekrar denemek ister misin?" dedim alay eder gibi. Ve o an kocaman bir hata yaptığının farkına vardığı için donup kalan yüz ifadesi görülmeye değerdi. Yine de yerinden kıpırdamıyor ortamı tartıyor gibiydi. Hala tam olarak anlayamamıştı aptal, moron. Ona olanları anlayabilmesi için birkaç dakika verdim ve tam yüz on yedinci saniyede geriye doğru bir adım attığını görünce "İnanılmaz gerçekten, bu kadar uzun sürmesi senin gibi bir sarı kafaya göre bile bir rekor." Dedim sahte bir şaşkınlıkla. "Şimdi sakın kaçmak gibi bir aptallık yapayım deme çünkü yapacağın en ufak bir yanlış hareket sevgili ablanı ölüme götürür." Cemre cümlemi bitirir bitirmez sanki az önce ablasını öldüreceğimi söylediğimi duymamış gibi "Melis! Ona ne yaptın?" diye bağırdı. Gözlerimi devirip "Gerçekten mi ya? Heyo, duymadın mı ben ablan diyorum, sen Melis'i mi düşünüyorsun şuan." Cemre salak olmakta ısrar edip " Melis nerede Gece, ona ne yaptın?" dedi, bozuk plak gibi devam edeceğini anladığımdan "Vay canına, gerçekten ablandan önce onu düşünecek kadar iyi bir arkadaşsın ha? Merak etme sen buradayken o evinde, muhtemelen mışıl mışıl uyuyordur. Ve söyleyeceklerimi yapacağın takdirde de ona fiziksel bir zarar vermeyi düşünmüyorum." Cemre sonunda öz ablasını düşünmeyi akıl edebildiğinde "Ablam? O, ona bir şey mi yaptın? Bu kadar ileri gidemezsin, bu senin için bile çok fazla Gece, ona hiçbir şey yapamazsın." Dedi inanmak istemiyormuş gibi kafasını dehşetle sağa sola sallarken. Stresten terlediğini görebiliyordum ve yapabileceğimi bilmesine rağmen inkâr içinde olması korkusunun ne kadar ezici olduğunun somut bir kanıtı gibiydi. Ben de bunun üzerine yarım ağız gülüp "Denemek ister misin?" dedim. Telefonumu kıvrak bir hamleyle arka cebimden çıkarıp Rauf'u aradım ve hoparlöre aldım. Daha ilk çalışta "Buyurun efendim." Dedi Rauf mesafeli ve tok sesiyle. Ben de hiç zaman kaybetmeyip "Konuştuğumuz gibi, Cemre'nin ablasını aldın mı?" dedikten sonra hafifçe çatılan kaşlarıyla "Neler oluyor?" diye mırıldandı kendi kendine "Efendim geç saate kadar dernekteydiler az önce de arka kapıdan çıktı, şuan arabayla peşindeyim." bunları duyduktan sonra şok olmuş bir ifadeyle elleriyle ağzını kapatan Cemre'nin aksine ben soğukkanlılığımı koruyup "Bu konunun üzerinde daha sonra duracağız Rauf, şimdi planı yeniliyorum. Senden istediğim şey, Cemre'nin ablasının arabasına arkadan çarpıp onu yoldan çıkartman. Anladın mı, üçe kadar sayacağım ve üç dediğimde o arabanın takla atmasını istiyorum, içinden canlı çıkmamalı." Ben bu emirleri verirken Cemre şaşkınlığını yenmiş ve ağlamaya başlamıştı. Sarsıla sarsıla ağlarken Rauf itaatkâr bir sesle "Anlaşıldı gece hanım." Dedi. Ben de Cemre'nin dehşetle açılan yaşlı gözlerine dönüp "Şimdi, neleri yapıp yapamayacağımı tartıştığımız kısmı geçtiğimizi düşünerek konuşuyorum sarı kafa, Melis'in hayatındaki küçük kuçu kuçum olacaksın, her yerdeki gözüm kulağım ve casusum olacaksın. Yoksa ablana gerçekten acımam, beni biliyorsun Cemre, umurumda bile olmaz." Cemre "Yapamam." Diye fısıldadı kanlanmaya başlayan gözleri ve çatallaşan sinir bozucu sesiyle. "Yani prenses Melis'e ihanet etmemek için ablanın ölüm fermanını imzalayacaksın, öyle mi?" dedim ve başımı hafifçe yana yatırıp düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra devam ettim "Hmm, düşündüm de belki trafik kazasından daha trajik bir ölüm seni ikna edebilir. Ne yapmalıyım? Boğazını mı kesmeliyim, kalbinden mi bıçaklamalıyım, aaahh ya da dur, buldum! Bence onu kan kaybından, yavaş yavaş ölürken arabasına kilitlemeliyiz. Aramızda kalsın ama kan kaybından ölmenin çok korkunç olduğunu duymuştum." Son cümlemi ona doğru yaklaşarak büyük bir sır veriyormuş gibi fısıldamıştım. Tanrııım, çok eğlenceliydi. Cemre artık gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuş parmaklarını dudaklarına iyice bastırmış hıçkırıklarını zapt etmeye çalışıyordu. Ona şöyle bir baktım da gözyaşlarıyla ıslanan yanakları ve parmaklarıyla, kısılan ve kızaran gözleriyle, onların içerisindeki çaresizlik ve korkuyla... Ne kadar da zavallı bir haldeydi ve bu benim azıcık bile umurumda değildi. "Rauf!" dedim yüksek bir sesle, sabrım tükeniyordu, "Arabaya arkadan vur." Ben bunu söyledikten sonra "Hayır, yapma lütfen." Diye korkuyla atıldı Cemre ama telefonun hoparlöründen gelen bir çarpışma sesi onu olduğu yere çiviledi ve tiz bir çığlık attı "Abla!" iki dakikalık bir sessizlikten sonra Cemre bana doğru atılıp güçsüz elleriyle yakama yapıştı ve "Bunu bana neden yapıyorsun lanet olası, ben sana hiçbir şey yapmadım, biz sana hiçbir şey yapmadık. Melis sadece sevdiği adamı geri istiyor! O benim ablam lanet olası, ablam! O benim ablam..." diye bağırırken deli gibi ağlıyordu. Onun güçsüz ellerinden kolaylıkla kurtulup tek elimle boynuna yapıştım ve nefesini kesecek kadar sıkmaya başladım. Bunu yaparken diğer elimde telefonu tutuyordum. Kıpkırmızı olan Cemre nefes alabilmek için elleriyle parmaklarımı çözmeye çalışıyordu ama tabii ki başaramazdı. Gözlerimi kısıp, "Şunu anlamanı istiyorum seni geri zekâlı, bu noktada kimin ne kadar suçsuz olduğu beni bağlamıyor tamam mı? Hayatın adaleti bu sarı kafa, sen veya Melis ya da ablan benim için sadece istediğim zaman paramparça edebileceğim porselen bebeklerden farksızsınız. Farz et ki ben şımarık bir kız çocuğuyum, canım da oyun oynamak istiyor ve ben de sizinle oynuyorum. Sizin küçük dünyanızın ne kadar sarsıldığı umurumda bile değil." Dedikten sonra artık havasızlıktan bayılacak gibi olan Cemre'yi geriye doğru savurdum ve yere yapıştı. Devam edip delici bakışlarımı ondan ayırmadan "Şanslısın ki sana ezik ve sorunlu kişiliğini Melis'in gölgesinden kurtarabilme şansı sunuyorum burada. Merak etme, biz seninle çok eğleneceğiz." Dedim. Ama Cemre öksürüklerinin arasından "Yapamam ben senin kadar güçlü değilim, lütfen ablamı rahat bırak, onun bu işle hiçbir ilgisi yok, lütfen ona zara verme." Dedi kesik kesik. "Pekalaa, o zaman biz de bunu zor yoldan yaparız. Saymaya başlıyorum Rauf, az önceki çarpışmada herhangi bir sorun oldu mu?" dedim artık sıkılan sesimle. "Hayır, efendim, sadece biraz sarsıldı. Bekliyorum." Telefonumu havaya kaldırıp "Bir!" diye bağırdım. Cemre'nin korku dolu gözleri elimdeki telefona sabitlenirken kararlılığının son demlerinde olduğunu görebiliyordum. Aslında o eziğe iyilik yapıyordum ve suratındaki ifade o kadar komikti ki saymayı bırakıp sanki ortada bir komedi filmi dönüyormuş gibi "Hadi ama," dedim gülerek "sence de biraz olsun eğlenceli değil mi?" Cemre inanamıyormuş gibi başını sağa sola sallarken bunların bir rüya falan olup olmadığını sorguluyor gibiydi, rüya olmasını her şeyden çok istediğini görebiliyordum ama rüya değildi, bu bendim, bu benim oyunumdu ve benim oyunlarımda kural olmazdı. Vakit kaybetmeden "İki!" diye bağırdım. Cemre ayağa kalkıp "Hayır, hayır, hayır! Yapmayacağım, benden istediğin hiçbir şeyi yapmayacağım, buna dahil olmak istemiyorum. Rahat bırak beni." Diye yineledi sözlerini. Ben de bu saçma sapan tavrı karşısında "Peki, yazık oldu." Dedim ve gayet soğukkanlı bir tavırla omuz silkip üç demek için dudaklarımı aralamıştım ki bum! Bizim sarı kafanı "Dur!" diye bağıran heyecanlı sesi karanlık parkta yankılandı. Bu sefer kendisi dizlerinin üzerine çöküp "Durdur şunu ne istersen yapacağım, yeter ki durdur artık şunu." Derken salya sümük iğrenç bir şekilde ellerini yüzüne kapatmış ağlıyordu. Çok bile dayandı diye geçirdim içimden. "Çarpma Rauf, kapatıyorum." Deyip telefonu arka cebime yerleştirdim ve siyah kotumun üst taraflarından tutarak biraz yukarı çektim ve artık resmen yerle bir olmuş Cemre'nin önüne hafifçe çömelip "Bundan sonra benim küçük kuçu kuçum olduğunun bilincindesin öyle değil mi sarı kafa, ağzını kapalı tut ve benden haber bekle." Dedim. Cemre ellerini yüzünden çekip gözyaşlarının arasından meydan okuyan bakışlar atarak "Senden nefret ediyorum." Dedi tükürür gibi. Ben de ona dudağımın sağ tarafını kıvırarak bakıp "Öyle mi?" dedim, "O zaman listenin sonuna adını yaz." Ardından da onu kazdığım çukurun içinde acılar içerisinde bırakıp koşar adımlarla parktan çıktım.
YOU ARE READING
SAVAŞÇI
Adventureİnsanın iyi bir yola inanması, iyi bir yolda olduğunu göstermiyor. Bunu anladığın vakit büyüyeceksin.