Bölüm 1: Kaybolan Anılar

827 22 5
                                    

                  

"Bana hiçbir zaman eskiden baktığın gibi bakamayacaksın değil mi? Artık değil Ayaz." Dediğini duydum sevgili kuzenimin ben evin ahşap merdivenlerinden inerken. Bu sesin sahibini hemen tanımıştım ve onun kelimelerinin hedefindeki kişiyi de tahmin etmem zor olmamıştı. Melis'in sesindeki kabullenilmiş çaresizlik keyfimi yerine getirirken Ayaz'ın vereceği cevabı zaten biliyordum ama yine de daha iyi duyabilmek için yavaşça bir iki basamak daha indim. Etraf oldukça sessizdi ve ben de hiçbir şeyi kaçırmamak için fazlasıyla dikkat kesildiğim için bir iki dakika geçtikten sonra Melis'in önce,  yavaşça iç çektiğini ve ardından attığı düzensiz adımları dahi duyabilmiştim. Demek ki ayaz tahmin ettiğim cevabı sözleriyle değil de gözleriyle vermeyi tercih etmişti ve bunun Melis'in üzerindeki yıkıcı etkisini düşünmek bile keyfimi yerine getirmek için yeterli olmuştu. Küçük kuzenimi yolcu etmek için ortasında olduğum merdivenleri kendimden emin adımlarla indim ve salon kısmına uğramadan girişe yöneldim. Neredeyse çıkmak üzere olan Melis'in sarı saçlarını gördüğümde bu saçlardan ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha hatırladım. Onun arkasından seslenip  "Ne bekliyordun ki?" dedim sesimi olabildiğince alaya boğarak, onun ne kadar üzüldüğü de umurumda değildi ne kadar zarar gördüğü de. "Ben Gece Korkmazer'im Melis. Onun ilk ve efsanevi aşkı. Sen sadece benim bıraktığım boşluğu doldurmaya çalışan küçük bir kız çocuğuydun. Ama bak, ben artık buradayım. Artık bitti Melis." Dedim. Benim sesimi duyduğu anda olduğu yerde kalan Melis, söylediklerimi bitirdiğimde az evvel çıkmak için tuttuğu kapının kolunu parmak boğumları beyazlayacak kadar sıktı ve bir süre güç topladıktan sonra bana doğru hışımla döndü.  Kıpkırmızı olmuş gözlerle "Çünkü hiçbir şeyi hatırlamıyor Gece, senin kim olduğunu, ortadan neden kaybolup durduğunu, ona neler yaşattığını, ondan neler aldığını... Bunların hiçbirinin hatırlamıyor." Dedikten sonra, gözlerine dolan ve gözlerini yakan yaşları büyük bir çabayla geri yollamak için duraksadı. O çirkin mavi gözlerinden bir kez daha nefret ettim. "Ona hatırlatmaya çalışmayacağım çünkü doktor tehlikenin ne kadar büyük olduğunu açık bir şekilde ifade etti ve ben senin aksine onu, iyiliği için bırakabilecek kadar çok seviyorum. Sen de biliyorsun ki bunların üstesinden bir kez daha gelemez. Sadece artık savaşmayı bırak çünkü ben bırakıyorum. Ben kaybettim Gece, sen kazandın." Dedi ve üzerine çöken acının ağırlığını artık zapt edemediği için uzun süredir tutmaya çalıştığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Kısılmış, zavallı gözleriyle karşımda ağlarken onun ne kadar zayıf olduğuna bir kez daha şahit oldum. Oldukça net bir sesle, sanki iki kere iki dört eder dermiş gibi "Biliyorum," dedim, "ben kazandım." Bunun üzerine acıyla buruşturduğu yüzünü inanamıyormuş gibi sağa sola salladı ve arkasını dönüp az önce açtığı kapıdan çıkarken sağ elini kaldırıp yüzüne götürüşünden gözyaşlarının yüzünde bıraktığı acı izleri silmeye çalıştığının anlamıştım. Ben kazandım Melis, her zaman ben kazanırım.

Kapıyı örtme zahmetine girmeden içeri ilerledim ve Ayaz'ı sağ elindeki viski bardağıyla şöminenin karşısındaki siyah, deri koltukta otururken buldum. Ama o, beni henüz görmemişti. Dalgın bakışları eşliğinde elindeki viskiyi sertçe tekledi. Nasıl göründüğünün farkında mıydı acaba diye düşünmeden edemedim. Çünkü benim gözlerimin objektifinden oldukça kederli ve yorgun görünüyordu. Zaten buraya döndüğümden beri, o her daim acı çekiyormuş gibi olan sert, sarsılmaz ifadesi birkaç kat daha koyulaşıp güzel yüzünü esir almıştı. Yumuşak, kumral saçları zaten oldukça dağınık duruyorlardı ama sanki yetmezmiş gibi sol elini kaldırıp parmaklarını sertçe dağınık saçlarına daldırdı ve ensesine kadar devam ettirip bıraktı. Bunu yaparken kendini bir şeye zorluyor gibi bir hali vardı. Saçlarıyla uyumlu bal rengi, yeşil karışımı gözlerini ise, sanki yeterince dikkatli bakabilirse kaybettiği anılarını şöminenin içinde yanmakta olan kızıl alevlerde bulabilecekmiş gibi onlara sabitlemişti ve sağ elinde az önce son damlasına kadar içmiş olduğu kristal viski bardağını tutuyordu hala. İtiraf etmeliyim ki gördüğüm portreye şömineden yanan kızıl alevlerden yüzüne yansıyan zayıf turuncu ışık da eklenince inanılmaz görünüyordu. Ama ben buraya döndüğümden beri onun ne kadar yaralandığını da görebiliyordum. Yanına gitmek yerine bara ilerledim ve kendime bir bardak viski doldurup şişeyle birlikte Ayaz'ın yanına oturdum. Kendi bardağımdan iri bir yudum aldıktan sonra ayazın hala elinden bırakmadığı boş kristal bardağı da yarısına kadar doldurup şişeyi yere, koltuğun önüne koydum. Ayaz'ın bir şeyler söylemesini bekliyordum ama o sessizliğini koruyup içkisini yudumluyordu, uzayan sessizliğe katlanamadığım için "Melis'i evden çıkarken gördüm az önce." Dedim sesimi oldukça sabit ve önemsiz bir konudan bahsediyormuşum gibi ayarlamaya özen göstererek. "Onu burada istemediğimi sana söylemiştim Ayaz." Ayaz bana döndü ve çektiği acıyı saklama gereği duymayıp "Bir şeyler yanlış gidiyor Gece, anlayamıyorum." Dedi. O kadar masum görünüyordu ki saçlarını okşamak istedim ve tabii ki istememle yapmam bir oldu. Elimdeki bardağı yere bırakıp sağ elimi şefkatle ensesine götürüp oradaki kısa saçları kavradım ve onu boynuma çektim. Hemen, sanki uzun süredir bunu bekliyormuş gibi benim gösteriş şefkatime teslim olup boynumun girintisine sığındı ve derin bir nefes aldı. Aynı şekilde ben de derin bir nefes alıp "Tam burası," dedim "kalbime giden damarların, boynumun en ince noktasından geçerken bıraktığı sıcaklığa ev sahipliği yapan bu nokta, burası senin." Bunları söylerken kabul etmek istemesem de samimiydim aslında, Ayaz cümlemi sindirdikten sonra az önce aldığı nefesten çok sanki aldığı ilk ve son nefesmiş gibi bir nefes daha aldı ve ben de elimi ensesinden çekmeden onu kendimden uzaklaştırıp diğer elimi de yanağına götürdüm. Dikkatlice beni izleyen bal rengi gözlerini benim koyu kahve gözlerimin esaretine alıp "Merak etme" dedim, "tam olarak olman gereken yerdesin."

SAVAŞÇIOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz