Bu sefer giden Mini'ydi.
Kendi ismini hatırlayamayan ama hastalandığında annesinin adını sayıklayan, utanınca bütün yüzü kızaran, geceleri kabus görmekten kurtulamayan Mini'ydi o işte. Daima oda arkadaşı olarak kalacağımızı düşündüğüm Mini'ydi.
Sabah uyandığımızda birkaç tatlı doktor odamıza gelip Mini'ye gülümseyerek artık buradan gidebileceğini söylemişti.
Başlangıçta onun için sevinmiştim. Buradan kurtuluyordu. Sonrasındaysa tamamen yalnız kalacağım geldi aklıma. Öylece en yakın arkadaştan ayrılmanın zorluğunu çıkarttım anılarımın kapalı olduğu sandıktan.
Mini ile iki yıldır aynı odada kalıyorduk, hatırladığımız, bildiğimiz ve öğrendiğimiz her şeyi birbirimizle paylaşmıştık. Mutluluklarımızı birlikte, üzüntülerimizi birlikte yaşamıştık. Birlikte uyuyup birlikte gezmiştik.
Şimdiyse dışarıya gidecekti. Gerçek insanların, gerçek katliamların olduğu dışarıya. Küçük Mini, o korkunç dünyada nasıl hayatta kalabilirdi?
Endişelerimi kısa sürede kenarıya bırakmıştım çünkü doktorlar o kadar güven verici gülüyorlardı ki, sanki dışarıya çıkınca Mini bir kuş kadar özgür kalıp istediği gibi yaşayabilecekti, hiçbir şey onu incitemeyecekti.
Ona eşyalarını toplamasını, sosyalleşme saatinde arkadaşlarıyla vedalaşmasını ve son yemeğini yemesini söylediler. İki yıl içinde o kadar gelişme göstermişti ki, dışarıyı artık hak ediyordu.
Bir anda aklıma, neden o gidiyor da ben gidemiyorum düşüncesi takıldı ama neyseki geldiği gibi kısa sürede gitti. Mini, zaten birkaç parça olan eşyalarını toparladıktan sonra beyaz çantasına doldurdu ve benim beyaz yatağıma gelip oturdu. Elimi tutup bana baktığında bir anda ağlamaya başladı, kendimi tutmaya çalışsam da ben de onunla birlikte ağladım.
"Jennifer, sen de kısa sürede çıkacaksın eminim. Dışarıda yine buluşacağız. Hem belki ev arkadaşı bile oluruz." Titrek sesi daha da ağlamama neden olsa da ben de başımı sallayıp duruyordum. "Gitmeni istemiyorum." dedim ona sarılıp. "Benim tek ailem sensin."
Sonrasında kahvaltımızı yedik, ağladık ve sonunda kendimizi az da olsa topladığımıza karar verip çalan zille birlikte konuşma gruplarımızın yanına ilerledik.
Mini'nin yanından gün boyu ayrılmamaya karar vermiştim. Hoşlandığı çocukla sarılıp yanından ayrılırken ordaydım, yakın arkadaşlarıyla dakikalarca süren vedalaşmaları sırasında da ordaydım. Mini, küçük, sevimli ve tatlı bir kızdı. Onu sevmemek için ya cidden sorunlarınızın olması ya da onu tanımıyor olmanız gerekiyordu.
Onun gitmemesini her ne kadar istesem de kendisini kötü hissetmesini de istemiyordum. Sürekli, "Her şey iyi olacak. Kısa zamanda yine görüşeceğiz. Sakın burayı merak etme. Mükemmel bir yaşama başlayacaksın."gibi şeyler diyordum.
Herkesle vedalaştıktan sonra onunla birlikte gidecek olan Jay de hazırlanmış bir şekilde öne çıkmıştı.
Doktorlara doğru giderken son kez arkalarını dönüp geride kalanlara baktılar. Mini, el sallarken bana gülümsüyordu da. Ben de ona el salladım, göz yaşlarımı saklamaya çalışırken.
O harika gülümsemeli doktorlar onları yanlarına alıp onları bir kapıdan geçirdikten sonra kendimi öyle bir boşlukta hissettim ki, tarif etmem mümkün değildi. Mini artık yanımda olmayacaktı.
Sanki bu her gün olan bir şeymiş gibi gayet normal bir şekilde herkes dağıldıktan dakikalar sonra bile kapıya bakmayı sürdürdüğümü hala daha hatırlıyorum. Sonunda göz yaşlarım ve kalbimdeki sızının eşliğinde yalnız hissederek odama ilerlemiştim.
Bembeyaz odamdaki bembeyaz yatağıma uzanıp kapkara düşüncelere dalmıştım.
Yıllar sonra geçmişi düşündüğümde keşke değiştirebilseydim dediğim tek şey vardı. O da Mini'nin gidişini engellemekti.
Nereden bilebilirdik ki, o güler yüzlü doktorların her ay bizden iki kişiyi sessizce öldürdüğünü?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HafızA
Science FictionBir varmış bir yokmuş. Gününlerden birinde, sokaklarda hafızasını kaybeden kişiler belirmeye başlamış. İnsanlar öyle çok korkmuşlar ki, kral şövalyelerini sokağa yollayıp bu insanları yakalatmış. Hayır, tabiki de böyle olmadı. Çünkü bu bir masal değ...