BÖLÜM 1**

136 9 0
                                    

"Birileri yalan olur,
                 Birileri yanan."
                 

Herkesin hikayesi farklıdır. O hikayedeki insanlar, konular, yer ve zaman hep farklıdır. Benim hayat hikayem ise bence bana ait olmamalıydı.

Ben Miray. Miray SOYHAN. 17 yaşında, yeşil gözlü, açık kahve saçları olan, kitap ve müzik delisi, Atasoy kolejinde okuyup, insanlar arasında görünmezlik gibi bir özelliğe sahip olan kız.
Bazı insanların aksine okulu seviyorum. Yeni insanlar tanıyıp kaynaşmak için değil tabiki. Kendimi dış dünyadan soyutlayıp yalnızlığımı en iyi şekilde yaşayabildiğim için. 

Şuan okulun ilk günü ve ben 3 yıldır gelenek haline getirdigim; okul bahçesinin en ücra köşesindeki banka oturmuş, okula gelenleri gözlemliyorum. Sanırım bu yapabildiğim en iyi şey.
Sanki yıllardır görüşmüyormüş gibi sarılıp öpüşenler, okula değilde podyuma gelirmiş gibi giyinip boy gösterisi yapanlar, liseye yeni başlamış ve üst sınıflar tarafından ezilenler... Atasoy Koleji bu yıl oldukça renkli. Ama bunun beni ilgilendirdiği pek söylenemez çünkü ben her zaman sınıfta en arka sıraya oturmus, kimseyle konuşmayan hayalet kızım. Üstelik hayalet kimliğim sadece okul için geçerli değil. Ben dışarıda da silik biriyim. Bütün gününü kitapçıda geçirip, akşam yemeği saatinde evde olup, yemek saatinden sonra odasından çıkmayan biriyim. Beni diğerlerinden ayıran tek özelliğim parlak yeşil gözlerim olsa gerek.

Her neyse okulun durumuna dönelim. Şuan çok sevgili müdürümüz (!) konuşma yapacak çünkü tüm öğrenciler sıraya girmiş durumdalar. Her yıl aynı konuşma. Sanki o konuşmayı yapmasan ailelerimiz bağışta bulunmayacak. Aptal herif. Neyse ki bu sefer cok uzatmadı. 

Sınıfıma gidip yine aynı sırama oturdum. Cam kenarı en arka sıra. Edebiyat öğretmenimiz İlknur hoca (ayrıca sınıf öğretmenimiz olur kendisi) küçük bir tanışma merasiminden sonra bizi serbest bıraktı. Bu dersten sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamadım zaten. Son ders uyuyakalmıştım ve uyandığımda okulda pek kimse yoktu. Başımdaki ağrı ve ben hariç. Evet pazartesi sendromu gibi bir olayım var. Düzenli olarak her pazartesi başım ağrır. Bunun için hap kullanmam gerekir ama oldum olası doktorlardan nefret ettiğim için hap kullanmıyorum. Ailemin bile umrunda degilken, küçük bir ağrıyla başa çıkabilirim sanırım. Onların aklıma gelmesiyle ağrının şiddeti artmış, ve bütün vücudumu ele geçirmeye başlamıştı. Eğer migreniniz ve pazartesi sendromu adlı bir rahatsızlığınız varsa hayat bazen çok yorucu olabiliyor. Kurduğum cümleyle aklıma gelen Cedric'le buruşmuş olan yüzüm bir kat daha buruşmuştu. Bakmayın öyle bende ' eğer 8 yaşında ve aşıksanız hayat çok güzeldir.' diyen o çocuğu severdim ta ki geçen yıl, çizgi filmin finalinde Cedric'in Chen'e tecavüz ettiğini öğrenene kadar. Ve bu en sevdiğim çizgi filmlerden biriyle vedalaşmam ile sonlanmıştı. Üzülmüştüm çünkü çizgi filmler bize gerçek dünyadaki bazı şeyleri kavramamızda yardımcı olurdu. Mesela scooby doo bize asıl canavarların insanlar olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bütün insanların bir maske taktığını ve işlerine göre o maskeleri kullandıklarını ama artık yüzlerine ikinci bir deri gibi yapıştığını...

Şimdilerde yok öyle çizgi filmler. Yok Rafadan tayfa, yok Maşa ile Koca Ayı bunlar da ne böyle?  Bizim zamanımızda böyle miydi? Sabahın 7'sinde kalkar Tom ve Jerry'nin birbirlerini delirtmelerini izlerdik. Yani normal çocuklar erken kalkarlardı. Ben ise sabah o saatlerde ailemle kahvaltı ettiğim için izleyemez, öğlen tekrarlarını izlerdim. Annem ve babamla oturup bir gün bile ailecek bir şeyler yaptığımızı hatırlamam mesela. Hatırlamam çünkü asla öyle şeyler olmadı hayatımda. Asla o şevkatli ve mutlu aileyi yaşamadım. Ama onlar olmasa bile Meryem teyzem bana yetiyordu.

Yalnızlığımı kabulleneli çok uzun zaman olmuştu. Yani artık eskisi gibi neden sevgi dolu bir ailem olmadığını düşünüp ağlamıyordum en azından. Bu benim için yeterince büyük bir tecrübe. Ben ne kadar ağlasamda onların umursamazlık seviyeleri o kadar artıyordu ve ben artık ağlamıyordum. En azından onların yanında. Meryem teyze ağladığım zaman dilimin bir süreliğine kekeme olduğunu bilir ve ' gözlerin anlatıyo her şeyi.' derdi. Sonra o geldi aklıma. Sanki uzun zamandır onu düşünmüyormuş gibi hissetmiştim. Onun aklıma gelmesiyle başımdaki ağrı, görevini kalbime devretmişti. Sanırım yine üşengeçliği üstündeydi. Kalbimdeki ağrı en az başımdaki ağrı kadar vücudumu sarmaya başlamışken beni sadece bir şeyin kurtaracağını biliyordum. Müzik. Şu yaşıma kadar beni terketmeyen tek destekçim. Kitaplarımı unutmamak lazım tabi ama onları okumayı bırakmayı göze almışken, şarkı söylemek ve dinlemeyi hayatımdan çıkaramayacağımı uzun zaman önce farketmiştim. Okulun arka sokağı hiç sevmeme rağmen o sokaktan geçmek istedim ve ordan geçerek parka oturdum. Bir banka oturup biraz dinlendikten sonra kalkabilirdim.



İnstagram: emine.tskn
Twitter: kisacaemine
SnapChat: eminetaskin7

MESAFEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin