Luna Lovegood

1.7K 42 0
                                    

Hava her zaman ki kadar soğuktu. Güneş en sonunda pes etmiş ve yerini buz gibi soğuk bulutlara vermişti. Kar yağmıyordu. Ama arada bir yağmur çiseliyordu ki bu da Hogwarts’ın etrafına hoş bir çimen kokusu yayıyordu. Bu kokuyu içine çekmek için bu buz gibi dondurucu havada dışarıya çıkan tek kişi Luna Lovegood’du. Ayakları çıplak, Yasak Orman’ın kenarında oturup kitap okuyordu. 

Bir sesle irkildi. Küçük bir çatırtı sesi gelmişti Orman’dan. Aldırmadı ve okumaya devam etti. Sonra bir ses daha. Ses giderek yakınlaşıyordu. Yağmur tekrardan başlamıştı. Artık kitabı parçalanacaktı. Aldırıyormuş gibi görünmüyordu. 

Birdenbire başını kaldırdı ve etrafa bakındı. Ardından ayağa kalktı. Saçları sırılsıklamdı ve her zamankinden uzun görünüyordu. Ormanın içine doğru bir adım attı. Gözlerini kıstı. Sanki bir şey görmeyi umuyordu. Yağmurun da getirdiği kasvetle birlikte ortalığa sis çökmüştü ve böyle bir ortamda Orman’da bir şeyin yolunu kaybetmeden gezmesi olanaksızdı. Elini uzattı ve bir adım attı. Bir şimşek çaktı. Dağların üzerinden gelen ışık ortalığı biraz olsun aydınlattı. O ışıkla önünde duran şeyi seçebildi Lovegood. Siyah ve toz bulutu gibi bir şeydi. Cismi varmış gibi görünmüyordu. Bir adım geriledi. Ayağı bir şeye çarptı. Arkasını döndü. Yerde biri yatıyordu. Islanan kitap kapağından ve turp küpelerinden hemen tanıdı onu. 

***

“Luna’yı gördün mü?” diye hızla içeri girdi Hermione.

“Yo, neden sordun ki?” diye sordu Ron. Harry ile satranç oynuyorlardı.

“Aritmansi için benden ders almak istemişti. Bir sürü kitap falan hazırladım ama onu bulamıyorum. Belki Parvati’yi bulmam lazım o biliyordur.”

“İyi o zaman.” Dedi Harry ve atının alınmasına göz yummak zorunda kaldı.

Şişman hanımın portresinden çıkarak Büyük Salon’a yöneldi. Koridorlar oldukça soğuktu. Gryffindor’un sıcacık salonunu Laklak’a ders vermek için bıraktığının nedenini anlayamıyordu. Üstelik kendisi onu arıyordu. Merdivenlerden inerken soğuğun yükseldiğini hissetti. Trabzanlardan aşağıya sarktı ve Giriş kapısının açık olduğunu gördü. Önünde de çoğunlukla 2. ve 3. sınıflardan oluşan bir kalabalık vardı. Hızla kalan birkaç merdiveni de indi ve bağırdı.

“Çekilin bakayım. Ne oldu? Orada ne var?” ama onlardan gelen yüksek uğultuyu bastıramadı. Birkaç kişiyi iterek aralarından geçerken ufak tefek bir 2. sınıf öğrencisi onun koluna dokundu 

“Orada birisi var, Yerde yatıyormuş.” Kafasını kaldırdı ve yere doğru baktı. Gerçekten de orada birisi vardı. Ama hava artık iyice kararmıştı ve dışarıda yağmur devam ediyordu. Küçük kıza doğru eğildi ve hemen Profesör McGonagall’ı çağırmasını söyledi.

Bir Sınıf Başkanı olarak ne yapması gerektiğini hatırladı ve uğultuyu durdurmak için var gücüyle bağırdı. “Dinleyin beni! Burada görülecek bir şey yok. Haydi hepiniz Salonlarınıza! Yarın pazartesi nasıl yetişmeyi planlıyorsunuz? Haydi, Dağılın!” En sonunda onları dağıtabilmiş olmanın gururu ve sevinciyle arkasına baktı ve bunların hepsi söndü. Şimdi daha yakından görebiliyordu. Upuzun sarı saçları vardı. Kahretsin Luna!

Hayır, o Luna değildi. Olamazdı! Hem nasıl olurdu! Kendisine hakim olamadı ve koşmaya başladı. Yağmur çıldırırcasına yağıyordu. “Luna! Luna lütfen!” yanına geldi ve başını kaldırdı. Gözleri kapalıydı. Her zaman ki gibi masum yüzü çok soğuktu. “Luna! Lütfen hadi aç gözünü!” diye bağırdı. Gözlerinden yaşlar iniyordu. Elinde tuttuğu kitabı aldı. Yarısı parçalanmıştı. Şatonun kapısına doğru baktı. Profesör McGonagall ve Madam Pomfrey koşarak geliyorlardı. Madam Pomfrey hemen onu yatırmasını söyledi. 

“Onu biz taşıyamayız, koş, Hagrid’i çağır!” diye seslendi Hermione’ye.

Hermione göz yaşlarını silerek ayağa kalktı ve Hagrid’in klübesine koştu. “Hagrid! Hagrid!” Hızlı hızlı kapıyı vurmaya başladı. 

“Merlin’in sakalı! Hermione bu havada ne işin var?”

“Hagrid, açıklayacak zaman yok, gelmelisin Luna bayıldı onu hastane kanadına götürmemiz gerekiyor!”

“Olamaz, kahretsin, kahretsin!” diye mırıldanarak paltosunu alıp çıktı. Luna’nın yanına geldiklerinde paltosunu onun üzerine attı ve kucaklayarak şatoya doğru hızlı adımlarla götürdü. 

İçeri girdiklerinde meraklı gözlerle karşılaştılar. Herkes birbirine fısıldıyor ve Luna’yı gösteriyordu. Hastane kanadına vardıklarında hemen onu ilk yatağa yatırdılar. Madam Pomfrey hemen birkaç sihirli söz söyledi ve Luna’nın gözleri açıldı ve nefes alışları belirginleşmeye başladı. “Merlin’e şükür ki yaşıyor!” dedi Profesör Mcgonagall.

“Sadece soğuktan dolayıdır muhtemelen. Nasıl oluyorda bu kadar soğuk bir havada dışarıya çıplak ayakla çıkıyor anlamıyorum. Ona biraz ısı verdim ve hemen düzeldi, görüyorsunuz ya. Ama dinlenmeye ihtiyacı var, hem de çok” Dedi Madam Pomfrey. “Yani dışarı çıkarsanız çok memnun olurum.” Pröfesör’e tabii ki açıkça git diyemezdi ama üçünün de üstü başı çamur içinde olunca durum biraz değişmişti.

“Tabii, tabii ki. Eğer bir gelişme olursa haber verirseniz sevinirim.” Dedi Profesör Mcgonagall ve dışarı çıktılar. “Granger, sen de odana git lütfen. Ve bunu Potter’la Weasley hariç kimseye anlatma. Nasıl olsa onlara anlatacaksın değil mi?”

Hermione başını salladı ve koridordan geçerek merdivenlere yöneldi. Bir süre sonra Hagrid ve Profesör McGonagall da oradan ayrıldı. Fakat kimsenin, hatta Madam Pomfrey’in bile fark etmediği bir şey vardı. Normalde masmavi olan kızın gözleri, artık siyah bakıyordu.

Karanlık RuhlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin