- 1. Hikaye-
O sabah üzerinde ayrı bir uyuşukluk vardı. O her zaman uyuşuktu ama bu sabah diğerlerinden farklıydı. Sanki olacakları hissetmişti. Kaderin yolunu çizmesine izin vermişti. Okula servis ile gidiyordu ve az sonra servisi gelecekti. Hazırlanmalıydı ama o hala yataktan çıkmaya teredüt ediyordu. En sonunda karar verdiğinde hızlıca giyindi. Okul formasından oldu olası nefret etmişti. Kahvaltı faslını es geçip kendini dışarı attı. Ama artık çok geçti servisi kaçırmıştı. Servisci onu aramaya tenezzül bile etmemişti. Sinirle bir küfür savurdu. Tek çaresi otobüsü beklemekti. Durağa doğru giderken onu kaldıracak bir annesi olmadığı için sinirliydi, servisçiye sinirliydi, hayatına sinirliydi. Bu sabah çok sinirliydi.
Otobüs onu fazla bekletmeden geldi. Allahın belası otobüste yer yoktu. Ayakta kalmıştı. Uzun camın olduğu kısımda sırtını cama vererek boş boş insanları seyretti. Otobüsleri hiç sevmezdi zaten. İnsanlar üst üste binerdi ve hiç rahat değildi. Düşündükçe sinirleniyor, kendine hakim olamamaktan korkuyordu. Aslında güzel bir kızdı. Kıvırcık kızıla yakın saçları, çimen yeşili gözleriyle dikkatleri hemen üstüne çekerdi. Bir an için gözlerini kapattı. Aldığı parfüm kokusuyla irkildi. Bu koku burada olmamalıydı. Ani bir hızla gözlerini açtı. Açtığı için duyduğu pişmanlıktan dolayı kendine küfrederken, gözlerini o masmavi gözlerden ayıramıyordu. O aşılması zor, kaybolmaktan korktuğu derin mavi gözler... O mavi gözler onu süzüyordu. Kısa bir duraksamanın ardından cesaretini topladı. "Bu kadar yakın olmasan?" dedi. Kaybedecek neyi vardı ki? Bu hayat ona ne vermişti? Masmavi gözleri şaşkınlıktan donmuş, ona anlamsız bakışlar atıyordu. Cevap vermeye niyeti yoktu sanki. Dudakları yukarı kıvrıldı, pürüzsüz yanaklarında bir gamze belirmişti. Kafasıyla birkaç adım ötede duran kalabalık erkek grubunu işaret etti. "İstersen ben gideyim, onlar gelsin." dedi. Şaşırmıştı, bu cevabı hiç beklemiyordu. Onun mavi gözlerine dalınca, o gruptaki çocukların kendini süzdüğünü, adeta bir avmış gibi ona baktıklarını fark etmemişti. Boğazını temizledi. "Peki,burada dur ama biraz uzaklaş." dedi. İki adım geri çıksada aralarındaki mesafe hala fazla yakındı. Bu kadar yakın olması iyi değildi. Onu fazla etkiliyordu.
Az sonra otobüs daha da kalabalık oldu. Gözleriyle uyum içinde olan sarı saçlarını karıştırarak tekrar aralarındaki mesafeyi kapattı. Bunu zorunlu olarak yapmıştı ama bu onu rahatsız etmek yerine heyecanlandırmıştı. Daha önce hiç görmediği bir yabancının ona bunları hissettirmesi... ilginçti. İlginç, sadece ilginç olarak nitelendirdi bunu. Aralarındaki sessizliği bozmak amacıyla bir soru sordu. "Adın ne?" Yine o muzip, gamzelerini ortaya çıkaran gülümseme... Elini uzattı, tanışmalar böyle olurdu. Elleri birbirine kenetlendiğinde midesinde bir karıncalanma hissetti. Bir şeyler oluyordu, daha önce hissetmediği, olmasını hiç istemediği şeyler. Kendinden emin bir sesle, "Rüzgar." dedi. Bir an duraksadı. Sanki elini bırakmasını hiç istemiyordu. Titremediğinden emin olamadığı bir sesle, "Öykü." dedi. Hala el eleydiler. Rüzgar gözlerini kısıp ona baktı, onu süzüyordu. En sonunda elleri ayrıldığında,kulağına eğildi. Kendinin bile zor duyduğu bir ses tonuyla "Sanki." dedi, "Sanki,seni daha önce gördüm."
Öykü onu daha önce görmediğine adı gibi emindi. Görseydi unutmazdı bu gözleri. Görseydi kaybederdi kendini, bir daha bulamazdı benliğinde. Sakin bir ses tonuyla, "Sanmıyorum." dedi. Rüzgar sanki beklediği cevap bu değilmiş gibi ona baktı. Tam gözlerinin içine. Bu sessiz ve uzun bir bakışı. Öykü bu bakışla eridi. İçinde Rüzgar'ı tanımak, onunla olmak gibi bir istek doğdu. Rüzgar kısık ve kederli bir ses tonuyla, "Emin misin?" dedi. Emin miydi? Değildi. Emin olsaydı onunla konuşmazdı, o yabancıyı. Niye bu kadar rahattı ki?Düşünceli bir ses tonuyla, "Ben..." dedi Öykü,"Bilmiyorum." O an kendi verdiği cevaba çok korktu. İnsan ne düşündüğünü, kimi tanıdığını nasıl bilmezdi? Korkuyla bakan gözleri Rüzgarı bulduğunda onun son derece sakin olduğunu gördü. Ama az sonra nefesini kesen şey oldu. Rüzgar ona sarıldı. Bu dostça bir sarılma değildi, bu sanki bir istekti. Rüzgar ondan bir şey istiyordu. Sertçe, "Emin değilsin." dedi.
Öykünün kalbi bu kadar hızlı atmamalıydı. Bir kalp bu hıza nasıl dayanabilirdi ki? Rüzgar geri çekildi. Öykünün yüzünü ellerinin arasına aldı. "Düşün," dedi şefkatle. Otobüs okula yaklaşırken aralarındaki sessizliği Öykü bozdu. "Rüzgar..." dedi. Bu gerçek olamayacak kadar korkunçtu. Nasıl unuturdu onu?Yüzünü ıslatan ılık gözyaşları boynuna doğru inerken, sesinin duyulmaması için elleriyle ağzını kapatıp,olduğu yere çöktü. Bu olamazdı. O neden...? Rüzgar onun yanına çömeldi. Otobüsteki kalabalık, meraklı gözlerle yere çömelen bu iki gence bakıyordu. Rüzgar Öykünün gözyaşlarını sildi. "Tamam." dedi sakince "Geçecek." Öykü hıçkırıklardan kurtulunca derin derin nefesler aldı. Ağlamaktan kızaran gözlerini Rüzgara çevirdi. "Özür dilerim." dedi ağlamaklı tiz bir sesle.
Otobüs okulun önünde durdu. Rüzgar Öyküyü de alarak otobüsten indi. "Korkma." dedi Rüzgar. Öykü Rüzgar'a sarıldı. "Ben senden korkmam ki sevgilim." dedi. Sevgilim, bu sözcüğü söylemeyeli uzun zaman olmuştı. Ya da o öyle düşünüyordu. Rüzgar "Pekala." dedi, "Burada bekle sana simit alıp geleceğim." Öykü onaylarcasına kafasını salladı. Rüzgar gülümsedi ve yanından ayrıldı. Sanki gülümsemesinde endişe vardı ya da daha önce hiç görmediği bir şey. O böyle düşünürken gözleri kapandı, yere yığıldı. Hiçbir şey duymuyordu, rüzgarın yaprakları hareketlendiren seslerinin dışında...
Gözlerini açtığında bir çift mavi gözle karşılaştı. Bu gözler ona endişeyle bakıyordu. "Merhaba." dedi mavi gözlerin sahibi. "Merhaba." dedi Öykü tedirgin bir sesle. Bu çocuğu tanımıyordu. "Ben Rüzgar." dedi gülümseyerek. Öykü bu cevaba, "Ah." demekle yetindi ve tekrar uykuya daldı. Rüyasında bir çocuk görüyordu, bir gölge. Ona sesleniyordu. Çocuk yavaşça ona yaklaşırken Öykü kaçmaya çalışıyordu. Ama olmuyordu, yerinde sayıyordu. Ensesinde hissettiği nefesle arkasını döndü ve o derin gözlerle karşılaştı. Fısıldadı adını "Rüzgar" diye. O anda tekrar uyandı. Rüzgar, o neredeydi?Seslere odaklanınca, bir konuşma duydu. Bu o sesti. "Bu ne kadar devam edecek?" diyordu onun sesi.
"Rüzgar Bey durumu biliyorsunuz." dedi daha kalın bir ses. Bu doktor olmalıydı. Hastanedeydi. "Biliyorum ama bir şey olmalı! Yapabileceğim bir şey olmalı!" dedi Rüzgar bağırarak. "Ne yazık ki yok." dedi doktor "Biliyorsunuz erken bunama engellenemez."
Erken bunama?
"O her şeyi unutuyor. Annesini bile unuttu." dedi Rüzgar. "Size bunların olabileceğini söylemiştim." dedi doktor, "Kendinizi daha kötüsüne hazırlayın. Kendi adını bile unutacak." Rüzgar yıkılmıştı. Doktorun dediklerini en az yüz kez daha duymuştu ama inanamıyordu. İnanmak istemiyordu. Rüzgar Öykünün yanına gitti. Uyanmıştı, gözleri fal taşı gibi açılmış Rüzgar'ı izliyordu. "Uyandın mı?" dedi Rüzgar neşeli bir sesle. "Evet.Neden buradayız?" dedi Öykü. Rüzgar'ın gözleri doldu ama ona, onu ne kadar çok özlediğini, çok hasta olduğunu, yakında adını bile unutacağını söyleyemedi.
"Hiç, basit bir bayılma sadece." dedi Rüzgar. Öykü tatmin olmuş gibiydi. Ama az önce konuşulanları duymuştu. O unutuyordu. Rüzgar'ı ilk aşkını, annesini, kardeşlerini, babasını hatta kendi adını bile. Belki bunu bildiğini de unutacaktı. Daha on sekiz yaşındaydı. Unutacak ne yaşamıştı ki?
Rüzgar Öykünün elinden tutarak hastaneden çıkarken düşündüğü tek şey vardı. O yine unutacaktı. Ve kendini yine ona hatırlatacak, tekrar tanışacaklardı. Öyküden vazgeçemiyordu. O, onun öyküsüydü. Onu unutsa bile, onundu.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Öykü. "Sonsuzluğa." diye fısıldadı Rüzgar, "Sonsuzluğa."
tugcaa©2013
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Farklı Hayatlar [Tek Bölümlük Hikayeler]
Short StoryFarklı Hikayeler, Farklı Sonlar, Farklı Aşklar. [Tek Bölümlük Hikayelerden Oluşur.] ©Tüm Hakları Saklıdır.