Uzun boyu, kahvenin en güzel tonu saçları, esmer teni ve baktığında insanı boşluğa sürükleyen kahverengi gözleri. Sürüklendiğin boşlukta üşütecek kadar soğuk bakışlar. Duygulu bir o kadar da duygusuz. Alfabenin tüm harfleri bir araya gelse de tarif edemez bu gözleri.
"Mete" dedi soğuk bir sesle. Elini uzatmadan sadece bir baş selamıyla. Bu tutumu ne kadar kaba da olsa tokalaşmaları sevmediğimden rahatlamıştım. "Azra" dedim aynı baş selamıyla. Tam tanışma faslı bitti oyuna başlıyoruz derken Ece "nesine oynuyoruz, öbür türlü tadı çıkmaz" dedi. Bir iddiamız eksikti diye geçirdim içimden.
Koray "haklısın , kaybeden kahve ısmarlasın o zaman" diye bir iddia attı ortaya. Saçma sapan bir şeyler söyleyecekler diye korkmadım değil. Ama yanıldım. Kahve içmek gayet masumane bir iddia. Oyun gittikçe eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. Ece, Asu, Koray, Orkun dörtlüsü oldukça iyi anlaşmış esprileriyle enerjiyi iki katına çıkarmışlardı. Beraberlikte giden oyun benim son atışıma bakıyordu.
Bowlingte oldukça iyiyimdir. Hayatın beyazındayken sıkça oynardım. Ama şimdi Mete'nin kendi etkisi altına aldığı tarifsiz bakışları, en iyi olduğum şeyi yapmamda zorluyordu beni. Dikkatimi oyuna verip atışımı yaptım. Asu ve Ece abartmaksızın üstüme atladılar. Düşüp rezil olmaktan son anda kurtulduk. Ve gelsin tebrikler. Koray"kahveleri nasıl içersiniz kızlar" diyerek yenilgiyi kabul etmiş bulundu.
Mete ve ben işin kahve kısmından kaçmaya çalıştık. Sanırım o da benim gibi bu durumları sevmiyor. Bir yandan kahvelerimizi içip diğer yandan muhabbet ediyorduk. Bana soru yönelmediği takdirde susmayı tercih ediyordum. Mekan boğaza yakındı. Dalga sesleri, şehirdeki telaş hepsi karışsa da derinden dinlediğim de güzel bir melodi çıkıyordu ortaya. Geçmişi unut desem de yapamıyorum. Kendimle kaldığım da aklıma geliyor birden. Asu'nun elini omzum da hissene kadar titrediğimin farkında değildim. "İyiyim" diyorum ama durumu anlamış olmalı ki "biz artık kalkalım" diyor.
Kapının önüne geldiğimiz de Mete "iyi akşamlar" deyip arabasına atlayıp gidiyor. Ortamımız beyefendiyi sarmamış olmalı. İlk kaçma çabası boşa çıkmıştı. Bu denemesinde başarılı olup kaçmıştı. Kaba adam" diye geçirdim içimden diyecektim ki sesli düşündüğümü farkettim. Garip bakışmalar devam ederken Ece "oyun güzeldi, kahve için teşekkür ederiz" deyip iyi akşamlar faslından sonra arabaya bindik ve evin yolunu tuttuk.
Akşam olmuştu ve başka bir yere gidemeyecek kadar yorulmuştuk. Eve gelince Ece "film izleyelim mi" diye sordu. Aslında olabilirdi ama o gün bugün değil. "Siz izleyin kızlar yarın yoğunum uyumalıyım" deyip onları salonda bırakarak odama çıktım. Duş alıp üzerime saten geceliğimi giydim ve yatağa uzandım. Öylece tavanı seyrettim. Düşündüm. Yorgun olan bedenim değil ruhumdu aslında. Bu yorgunluğun çaresi uyku değil biliyorum ama ne olduğunu bilmiyorum. O çareye o kadar çok ihtiyacım var ki bulmak istiyorum, kurtulmak istiyorum.
"Korkutuyorsun beni, yaklaşma". Bana doğru yürümeye devam ediyordu. Yüzünde korkutucu iğrençlikte bir sırıtış beni duvarla kendi arasında sıkıştırmıştı. Hiçbir yere kımıldayamıyordum. Elleri saçlarımın arasında geziniyordu. Kafasını boynuma gömüp duyulası şekilde kokumu içine çekiyordu. "Yapma" diyebildim sadece. Korkudan elim ayağım titriyordu. Ellerimi göğsüne koyup itsem de bir işe yaramadı. Fazla güçlüydü ve bu beni daha fazla korkutuyordu. " Zorluk çıkarma, teslim ol bana" deyip boynuma dişlerini geçirdi. Çığlık attım. "Yardım ediiin" diyerek yardım dilendim. " Sus aptal sus. Seviyorum, arzuluyorum seni." O konuştukça ben ağlıyor, ondan kurtulmaya çalışıyordum. "Yapma, dokunma banaa"...
"Yapmaaa". Ağlamaya başladım. Ben geçmişten kurtulmaya çalışsamda o beni bırakmamak için uğraşıyordu. Aynı kabuslarla, kan ter içinde başladım bu sabaha da. Her sabah olduğu gibi. "Yalvarırım Allah'ım kurtar beni geçmişten" diye dua edebildim sadece. Hızlıca duşa girip çıktım. Koyu lacivert mini elbise, gümüş rengi ayakkabılar ve çanta. Saç makyajımı da yapıp aşağıya indim.
Kızlarla kahvaltı yapıp hızlıca evden çıktım. Bugün lanetlendim sanırım diye geçirdim içimden. Güne nasıl başlarsan öyle devam eder sözü geliyor aklıma, ne de doğruymuş. İstanbul'un en korkutucu trafiğinde sıkışıp kaldım. Ardı ardına gelen korna sesleri ve gürültü de zor duyduğum telefonum. "Günaydın Azra hanım bugün Belenoğlu holdingle toplantınız var. Hatırlatmak istedim". Dün iptal ettim, bugün de yetişemezsem hiç iyi olmayacak. Bu toplantı şirket için önemli.
"Trafikteyim Ayşe sıkıştım kaldım. Yetişmeye çalışacağım". Bekleyiş sonrası trafik açılmıştı. Biraz daha gaza basıp şirkete geldim. Koşar adımlarla asansöre binip yönetici katına çıktım. "Ayşe bugün ki toplantının dosyalarını getir ve birde kahve." Toplantıdan önce dosyalara bir göz atmalıyım ki sorunsuz bitsin. "Azra hanım toplantı olmayacak bugün". Ne diye bağırmak istedim bir an ama tuttum kendimi. "Ne demek toplantı yok.?"
"Azra hanım sizi beklediler gecikince gittiler. Oldukça sinirlendiler". Altı üstü yarım saat ya yarım saat geciktim. Keyfimden değil ya. Lanet olası trafikte sıkışıp kaldım. Bu benim suçum mu. Önemli bir anlaşma olmasa yarım saat bekleyemeyen insana tahammül etmem asla. "Ayşe arayıp toplantı günü almaya çalış ve durumu izah et".
Tamam ilkinde keyfi arkadaşlarımla güzel bir gün geçirmek için iptal ettim ama bu sefer elimde olmayan sebeplerden. Umarım vazgeçmezler. İşe o kadr dalmışım ki öğlen olmuş farkında değilim. Karnımdan gelen sesler öğle yemeği diye haykırıyordu adeta.
Şirketten çıkıp en yakın restoranta gittim. Her zaman ki masama oturdum. Garson " hoşgeldiniz Azra hanım" dedi gülümseyerek. Buranın yemeklerine hayranımdır. O yüzden her öğlen gelmeye çalışırım. Restorantın sahibi ve çalışanları tarafından ilgiyle karşılanırım. "Hoşbuldum. Pesto soslu peynirli makarna lütfen". Buranın en sevdiğim yemeklerinden. Sinir bana fazlasıyla açlık yaptı ve şimdi mideme ziyafet sunma zamanı. Keyifle yemeğimi yedikten sonra hesabı ödeyip şirkete geçmek için restorantın çıkışına doğru ilerledim.
O esnada telefonum çaldı. El kadar çanta da nereye gider bu telefon diye söylenirken "kahretsin yürümeyi öğretmediler mi size" diye sinirle söylendim bana çarpıp çantamı yere düşüren kişiye. Çantamı düştüğü yerden alıp başımı kaldırdığımda " yürürken önünüze baksaydınız böyle olmazdı".
Mete. Karşımda duran bana dengesizce çarpan adam Mete'ydi. "Siz hep böyle misiniz ya" diye sordum. Neden sordum bilmiyorum ama ufakta olsa haddini bilmesi gerektiğini düşündüm. "Ben hep nasılmışım" diye sordu kendinin farkında olmayan adam.
"Anlatmak isterdim ama zamanım oldukça kıymetli izninizle" diyerek yanından uzaklaştım cevabını bile dinlemeden. Restorantın önünde arabama binip şirkete doğru yol aldım. Böyle şeylerle uğraşmam aslında ama tavırları oldukça canımı sıkmaya yetiyor. Ne o öyle üstten tavırlar , neymiş efendim yürürken önüme baksam böyle olmazmış.
Bugün bir an önce bitsin istiyorum. Herşey ters gidiyor ve bu benim canımı sıkıyor. Şirkete gelip işlerimi bitirsem iyi olacak dedim kendime. Bir tek çalışırken düşünmüyorum, aklımda sadece iş oluyor. "Azra hanım bölüyorum ama size iyi haberlerim var". Ayşe'nin sesiyle kendime geliyorum. Ne ara bu kadar dalmışım bilmiyorum. Öyle ki kapının çaldığını bile duymamışım. İyi haber mi dedi o.
"Bugün ki toplantıyla alakalı olduğunu söyle Ayşe".
"Evet Azra hanım yarına tekrar toplantı ayarladım".
Sonunda güzel bir haber...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK-I SEN
RomansaHayat zordur. Hayat kadar hayatta kalmakta. İnişleri, çıkışları, düşüşleri ve en çokta keşkeleri çoktur. Keşke dersin. Ama bilirsin ki düne dönemezsin. Geçmişi tekrar tekrar yaşamak mı yoksa geçmişe çizik atıp geleceğe bakmak mı doğru olan.? Dünü...