Şehir büyüdükçe dertlerde büyüde elbet. Para arttıkça darlık çoğaldı. Bu işte de bir tezatlık vardı. Kazancımız fazlalaştıkça babam daha bir esirgiyordu sevgisini de. Büyüdükçe küçüldü insanlık. Her şey daha bir ters gidiyordu zamanla bu şehirde dar gelmeye başladı bana. Babamla daha bir bocalama yaşıyorduk. Soğuk ilerliyordu çatışmalarımız. Beklentilerim fazlalaştıkça aksini yaşıyorduk. Her kavgamda daha bir soğuyordum hepsinden. Kardeşlerim oldu sonra Ayşen ve Gülşen katıldı aramıza 7 kişilik büyük aile olduk. Artan bizdik azalan sevgimiz.
Doruk noktasında yaşayacağımızı sandığımız bütün umutlar azalıyordu içten içe sessiz sedasız. Farklı bir girdaptı bu. Ne az ne fazla. Kıyaslama yapılacaksa içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Bütünleşmeye çalıştıkça biz, hayat telaşesi kaybediyordu her birimizi. Kendi içimizde çatışmalarımız artıyordu. Hepsinin derdi kendine münteşir yoğun yaşanıyordu. Bu noktada pişmanlıkları oluyordu babamın. Hiç gelmeseydik dediği anlar. Fakat yol bitmişti artık, ne yaparsan yap değişmeyecek. Değişen zamandı değişen yoldu. Bu yol umut dolu umutsuzluk yoluydu. Arkadaş ortamımda değişti elbet. Bana iyi olan aslında bomboş arkadaşlıklarım. Sigaraya başladım zamanla. Ve arkadaşlarımla gazozuna kâğıt oyunlarımız. Ne de zevkli heyecanlı geliyordu her biri. Okulun arka bahçesinde gizli saklı tütün sarardık içimize her nefeste dostluğu çekerdik kendimizce. Adı kumar olan bizce masum denilen oyunlar oynardık birde. Kazanan dünyaya hâkim olmuş gibi mutlu olurdu. Kazanma hırsını, kaybetmenin verdiği hasarı daha bir yaşardık içimizde. Bu noktada daha bir bağlanıyordum Karaman'a. Evde durmak ıstırap veriyordu bana. Okuldan arta kalan zamanımı, dışarda geçirmek istiyordum hep. Eve ne zaman dönsem bir sevinçle, babamın asık yüzünü, annemin şikâyetlerini duyardım hep. Bu yüzden hiç girmek istemezdim evime. Bu asık yüz ve şikâyetler soluksuz devem ederdi. Burnumdan gelirdi yaşadığım heyecanlar. Varlık içinde yokluğun getirdiği dertler, körelmeden artıyordu. Babam harçlık vermezdi hiç annemin verdiği üç beş kuruşla idare ederdik 5 kardeş. Büyük hayallerle geldiğimiz bu şehir ara ara ıstıraba boğuyordu hepimizi. Acısıyla, tatlısıyla, yaşanan anılar hep bir iz bırakıyordu sinemizde. Bazen kocaman bir yük gibi ağır geliyordu yaşananlar, bazen çok hafif kalıyordu, ama hep bir soru vardı akıllarda yarın ne olacak? Çocuklar büyüdüğünde, her birinin istekleri arttığında ya da katlanılmayacak durumlar yaşandığında, bu denli güçlü olunabilecek mi? Benim küçük omuzlarımın taşıyamayacağı sahneler de de hep aynı soru. Dışardan bakıldığında mutlu gibi gözüken, aslında hiçte mutlu olmadığım, yedi baş nüfuslu bir aile. Sonra annemle babamın sürekli kavga etmesi ve benim her gece yatağıma yattığımda Allah a mutlu olsunlar diye dua etmem. Hafızanın alamayacağı büyüklükte çektiğin sancın. Sırf özendiğim için annesiyle babası mutlu olan ailelere kendimi zorla davet ettirmem. Onların mutlu ailelerini görüp hayaller kurmam. Neyin sancısı acısı bilinmez lakin bırakılan hasar bende derin yaralar açıyordu.Kaçmak gitmek istiyordum hep. Uzaklara babamın eziyetlerinin olmadığı. Mutsuz bir ailenin ötesinde kendimle yüzleşmek. Benden öte bir ben yaratmak istiyordum. Bu nedenle ziraat ortaokulu sınavlarına girmeye karar verdim. Toprağı seviyordum. İnsanların beni boğduğu noktada, toprakta nefes buluyordum. Tabiat doğa bir ağacın gölgesi bile huzur veriyordu bana. Hayallerimin peşinde koşmak, her şeyden öte ruhumu doyurmak için bu kararı aldım. Rotamı değiştirip zamanımın çoğunu ders çalışmaya ayırmıştım. Çevremde ki insanlar ne kadar gülse de kendi içimde büyüktü hayallerim. Küçük beyinlerin büyük hayalleri sığdıracak kapasiteleri olmadığından algılayamıyorlardı. İlkokulu yedi yılda bitiren bir adama yakıştıramıyorlardı kazanmayı. Ne zaman konuşsam hevesim kursağımda bir yumruk gibi dolanıyordu. Yutkunamıyordum, lal olup kalıyordu bünyemdeki tüm heveslerim. Her son bir başlangıçtı benim için, sona yaklaşırken başlangıcı yaşıyordum her zerremde. Benim dünyamda geleceğime şekil verecek bir başlangıç olacaktı bu her ne kadar hayallerim ucuz olsa da, başkalarının penceresinde. Bir ben yaşayacaktım bir ben benden ziyade. Bu yüzden korkuyordum hayallerimi anlatmaya. Ne zaman konuşsam zehir oluyordu bana. Bu yüzden hep sustum. İçime kapandım yokmuş gibi davrandım. Su akıp yatağını bulacaktı, ilmek ilmek çürüyecektik bu handikapta. Yaralı bir ceylan gibi kök salacaktık sancılara. Hiç olmamış gibi. Devam edecektik dönen çarkta. İdeallerim için verdiğim bu savaşta herekse tıkadım kulaklarımı. Babamın ''adam mı olacaksın biz okumadık adam olamadık mı?'' serzenişleri birde, elektrik gitmeyecek diye mum ışığında sabahladığım geceleri. Her biri sinme çöken bir hançer gibi çırpınıyordu bedenimde. Kim ne derse aldırmadan yoluma devam ettim. Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsan, ona hayallerini sor. Ruhumu yansıtan hayallerim derin ve sonsuzdu benim.Sınav günü gelip çatmıştı artık. Hayallerimin ilk durağındaydım. Bambaşka bir sevinç bambaşka bir heyecan. İliklerime kadar hissettiğim bir kalp atışı. Bunu başarırsam gideceğim bu şehirden. Yepyeni limanlara yelken açacağım. Kapılar aralanacak kendimi dinleyeceğim. Bu noktada apayrı bir umut serpiliyordu yüreğime. Kara bulutlar ötelenecek gün doğacak yüzüme. Bana gülen her kim varsa utanacak kendinden. Gazozuna oynadığımız bilyeler kadar heyecan veriyordu bana. Kazanmanın güzelliği kaybetmenin mağduriyetini öğrendiğimiz bilyeler. Asilce kendime güvenerek girdim o sınava. Ben değil içimde ki ateş alevleniyordu adeta. Başarmak kendine güvenle başlar. Kimsenin adını bile sormadığı sınava kendim gittim. Altmış dakika ter döktüm. Her soruda hayallerimi düşündüm. Her cevapta kendimi irdeledim. Altmış dakikanın sonunda çıktığımda yüzüm aktı. Çünkü ben bir gün bile şüphe etmedim kendimden. Elimden gelen bütün gayreti göstermiştim ve gerisi rabbimin takdirinden ibaretti. Onun ol demediği hiçbir şeye bizim kudretimiz acizdi bu yüzden sabrımın gücünü sınırsız yaşıyordumBir Salı günü postacının kapıyı çalmasıyla uyandık güne. Kapıyı çalan postacı kapının arkasında beklenmeyen kâğıtlar. Babam açtı kapıyı. Postacı: Mustafa burada mı diye sordu. Babam umarsızca çevirdi suretini, alaycı bakışları ile ne olduğunu sordu. Yazılı belge getirdim ortaokul sınav belgeleri'' soluksuz kahkaha attı babam alaycı tavrıyla bana seslendi. Mustafa gel oku mağduriyetini'' benden öte görmeden inandırmışlardı kendilerini hayallerimin ucuz olduğuna. Bende ki heyecan hiçbirinde yoktu. Kalbim soluksuz atıyordu kâğıdı okurken.
''Sarıveliler ilçesi ziraat ortaokulu.'' Gördüğüm beni mutluluğa boğdu adeta. Hiçbir şey konuşmadan babama verdim kâğıdı. Gözlerim anlatıyordu dilim konuşmasada içimdeki öfkeyi. Sen ne kadar alay etsen de ben başarmıştım baba. Hepinize söylüyorum, bana gülen, beni önemsemeyen, hakir gören büyük hayallerimi sizden büyük benim ideallerim. Başarmıştım. Başarının asaletini iliklerime kadar hissettim o an. Ve hepsi lal oldu karşımda. Hiç konuşmadan en büyük cezayı verdim hepsine. Sükûnetimin pençesinde derin feryatlar vardı. Ben ötelemedim hiçbir hayalimi. Kimsenin aklı ile büyük hayallere sığınmadım. Ve şimdi zafer benimdi. İdeallerimin arkasında kocaman hayallerim vardı. Zafer şimdi boy gösterecekti. İnanmanın asaletiyle yelken açtım büyük umutlara. Şimdi ise kimsenin gücü yoktu bana. Nefsim benim kölem olmuştu. Ve bana inanmayan yol arkadaşlarım ters köşe olmuştu benimle. Yaptığım bu handikap sarsmıştı herkesi.
Benim yolum ayrılmıştı artık bu noktada herkesten. Ne dilsizdim ne sağır. Her şeyin farkındaydım. Sükûnetimin arkasında büyük çığlıklarım vardı. İçime attığım büyük isyanlarım vardı. Benim yolum şimdi aydınlandı. Başardığım zamanHER YENİ BİR ESKİYEN DİR MAZİDE...
Biraz hüzün biraz sevinçle ayrılık vakti gelmişti artık. Eskiyen bizden öte duygularımızdı. Bu ayrılık hayli iyi gelecekti hepimize. Sıladan ayrılmak ne kadar zor olsa da tepkili mekânda ferahlık iyi gelecekti. Biraz daha zorlasak iyiden iyiye kopacaktık birbirimizden. Bu noktada ferahlık lazımdı her birimize. İsmail'in aynı sıkıntıları yoktu. Ayşen Gülşen Hacer. Hepsi ya da hiçbiri şikâyetçi değildi. Bir tek ben isyankârları oynuyordum. Bu nedenle bir tek bana layık gördü yaradan sılayı. Bunu canla istiyordum bende. Ne kadar şükretsem de az kalır. Hayallerimin ilk adımını atmıştım. Yokluktan varlığa düşmüştüm. Özgürdüm. Lakin yepyeni hikâyeler bekliyordu beni. Yepyeni imtihanlar. Acısam da kanasam da içime atacaktım. Yalnızlığım katlanmıştı iyicene. Herhangi aksi bir şikâyetimde yüzüme vurulacaktı ne yaşasam. Bu yüzden kan kussam da kızılcık şerbeti içmişim gibi rollere bürünecektim. Bu başlangıç hayli zor oldu bende.
17 Eylül 1964 Pazar günü yola çıktım. Yalnız değildim elbet babam da eşlik etti bana. Gurur duyuyordu benimle bir o kadar da kızgın. Yol boyu nasihatler de bulundu bana, edepli ol, derslerine çok çalış, yüzümüzü yere eğme gibi serzenişler yol boyu devam etti. Aslımı kaybettiğim zaman bu nasihatleri uymamam gerekirdi, lakin ben onun sözlerini duymaktan öte yaşıyordum. Edep baba yadigârı boynumuza dolanan bir mühür gibi boy gösteriyordu. Ne denli başarıyı tatsam da Mustafa olmaktan ödün vermemem gerekiyordu. Bana güvenen onca yüreği de götürüyordum kendimle. İki yıllık bir maraton vardı önümde. Belki yalnız belki aç ama hep kendimle baş başa. Her ne olursa olsun kendi benliğimle var olacaktım. Nereye gidersem gideyim. Nihayet yolculuğumuz Sarıveliler ilçesinde son buldu. Küçük bir yerdi burası. Ne çarşısı var ne pazarı. Köyümüzden bir dem daha büyük Karaman'dan daha küçük tam ortası. Okula kayıt yaptırdık önce, sonra kalacağım yatakhaneyi gezdik, eşyalarımızı yerleştirdik, işte o an daha bir dokundu bana. Yatakhane de benim gibi gelmiş tanımadığım onca yüz. Uzunca bir şaşkınlık kapladı beni gözlerim doldu. Yaşamadan bilemiyormuşum. Oysa ne hoş gelmişti sıladan kopma düşüncesi. Gururumdan ödün vermemek için rol yaptım o an babama gayet mutluymuşum gibi davrandım. Suretim de ki hüznü bir nebzede olsa saklamaya çalıştım babamdan. Yerleşme faslından sonra lokantadan bozma Kâğıthane'ye benzer bir yerde soluklanıp çorbamızı içtik babamla. Uzunca dertleşti benimle. Hiç konuşmadığı kadar konuştu içindekileri. O anlattı, ben sustum dinledim her zerremde. Bu denli etkilenmemiştim daha önce bu kadar. Kızgın bakışlarının arkasında yatan vicdanını okudu bana. Bir masal gibi, soluksuz dinledim. Gitme vakti gelmişti artık. Son otobüse yetişmek için apar topar kalktık. Cümleler boğazımızda dolandı. Sımsıkı sarıldı bana. O an engel olmadım gözyaşlarıma ''yolun açık olsun evlat Allah yar ve yardımcın olsun''. Son sözünü söyledi ve gitti arkasına bakmadan. Uzunca kalkamadım olduğum yerden. Ağladım ağladım, kusana kadar ağladım. Düşündüm irdeledim. Geri dönüp gitmeyi bile düşündüm. Ama yapamazdım. Korkuların arkasına sığınmak ya da kaçmak en kolayı olacaktı. Meğer ne çok ihtiyacım varmış, sıcak bir sarılmaya güzel iki söze. Aklımı başından alan bir tabloyu geride bırakıp döndüm okuluma. Yeni hayatıma. Yeni yoluma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURETİMİN ARKA YÜZÜ
RomanceBana ölümü hatırlatma, bu denli yaşamak isterken. Kasirgalara mahkumken naçiz ruhum nasıl teslim olayım amansız hastalığa. Öylese al götür toprak olsun bedenim. Nasıl güzelse yasamak ölümde öyle dokunsun ruhuma. Suretimin arka yüzü Ayşe Birer Lafçi ...