YOL ALIRKERN SERT KIŞTAN BAHARA...
Ne denli düşünürsen düşün ey can sana biçilen bu ömrü... kışın yaz olmadıktan gayrı değer mi can cana.. hep böyle mi son bulur içinde ki ateş ayazın ne denli körükler içinde ki yangını, bundan gayrı ne iflah eder yüreğini, sevdan dilde ateş olmadıkça. Sevsen hoş sevmesen de. Mevsimler ilerliyordu sorgusuz sualsiz. Bize biçilen döngü ne denli hırçınsa katlanıyorduk yalnızca. Hesapsız lakin amaçlı yaşantılarımız vardı. Sevginin ötesinde aşkı aşkın ötesinde sadakati öğreten doludizgin yaşantılar. . Sıladandan ayrı kalmaya alışmıştım bir kere, bu yüzden zor geliyordu onlarla bir arada yaşamak. Yeni yolum Konya'nın Sarayönü ilçesi ziraat lisesin de başladı. Bu sefere büyüyen bir Mustafa vardı. Attığı adımlardan kararlı ve daha güçlü. ''kader yolun tamamını değil sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hâkimisin ne de hayatın karşısında çaresizsin.'' Şems Tebriz'i.
Çaresizliği göz ardı etmeden yol almıştım yeni hayatıma. Zamanın akışına her ne kadar hâkim olamasak ta, bize verilen görevleri layığı ile yapmakla yükümlüydük. Bu defa hiç olmadığım kadar hür hissediyordum kendimi. Lise daha bir ışıltılı gözüküyordu gözüme. Ergenliğin verdiği özgüven patlaması içimde benlik hissi ve gurbette olmanın heyecanı her birinin güzelliği apayrı yol alıyordu içimde. Karaman'dan uzak yaşamak hoştu benim için. Ortaokuldaki gibi hafta sonları Karaman'a gelmek yerine çarşıda arkadaşlarımla eğlenerek geçiriyordum. Güzelliğimin verdiği gurur daha bir göz önünde tutuyordu beni. 60'mışlı yılların genç delikanlısı. Yürüdüğüm zaman sokaklar benim için süslenmiş gibi naif ve gururla yürüyordum. Lise beni daha çok heyecana sürüklüyordu bu yüzden. . Arkadaş edinmekte hiçbir zaman zorluk yaşamadığım gibi bu sefer de hiçbir zorluk çekmedim. Hatta daha samimi daha candan dostlarım oldu. Yatakhanenin sıra, sıra ranzalarında koyu sohbetlerimiz oluyordu. Bazen hiç farkına varmadan sabahlıyorduk. Tabi arkasından gözlerden uyku akarak derslere giriyorduk. Derslerimizde daha da ağırlaşmıştı. Buna göre çalışma tempoları da artmıştı elbet. Babamdan maddi destek alamadığım için, ikmallere kalma lüksüm yoktu. Bu yüzden sınav haftaları adeta gözlerim patlarcasına derse çalışırdım. Dostlara vakit geçirmekten zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varamazdık. Olumsuzlukların verdiği acılarda da birlikte göğüs germeyi öğrendik bir arada. Sırt sırta omuz omuza her bir arada. Ayda bir kere geliyordum bu sefer memlekete Aileden uzak tek bendim. Onların can yoldaşı İsmail olmuştu. Babamın İsmail e daha fazla bir zaafı vardı. Tabi benimde. Ona olan düşkünlüğüm herkes tarafından bilinirdi. Hak edip etmediğini düşünmeden candan bağlıydım kendisine. Bir kere olsun sesini yükseltmezdi bana karşı. Sevgisi hep candandı. Babamla ne zaman tartışsak hep benden yana olurdu İsmail. Bu yüzden esastı benim için. O okuldan vakit kaldıkça babama yardım ederdi. Dükkân da durur esnaflığı öğretirdi babam. Memur olma aşkı ile yanan bendim hepsinin içinde.
Olumsuzluklardan kaçmak kolayıma geliyordu. Baskı özgürlüğüme vurulan bir kilitti. Kendimi ötelediğim zaman, kimseye faydam olmayacağı için önce kendimi doyurmam gerekiyordu. Bu yüzden bana söylenen her ne varsa çokta umursamazdım. Babamla yaptığımız tartışmaların arkasında hep kişilik çatışmalarımız olurdu. O beni değiştirmeye çalışır bende onu değiştirmek için mücadelelere girerdim. Boşaydı tüm çabalar biliyordum. Ne kadar çabalasak ta ben Mustafa olmaktan o da Ali olmaktan asla vazgeçmeyecekti..
''hiç şaşmayan bir saat gibi işler durur kader'' Yahya kemal.
Kader benim için apayrı bir noktadaydı. Sıradan bir günün sıradan bir sabahında, başıma geleceklerden habersiz. İşte öyle bir günde gelecek büyük kazadan habersiz uyandığım bir günde. Arkadaşlarımla her gün ki gibi oynadığımız bir futbol oyununda karşılaştım büyük kaza ile. Ayağıma aldığım büyük darbe ömrümün 1 yılana mal olan büyük bir kaza. Apar topar hastaneye kaldırıldım. Ambulansın çıkardığı siren sesleri ile kendimden geçtim. Gözlerimi açtığım da başımda birden çok doktor belirdi. Kara günün kara mabedinde içimi burkan bir sabah cayırtısından, gece ye uzanan bir günde.
Yaşadığım en büyük acı idi. Belki de ölümü hissettiğim ilk an. Vücudumun acısı ile yankılanan ve iliklerime kadar hissettiğim sancı ile ölümle pençeleştiğim bir anda. Hayatın verdiklerinden ve aldıklarından öte göçüp giden ömrün bir baharında. Pençeleşirken hayatla, hiç ummadığım bir anda başıma gelen bir kaza ile irkildiğim bir günde. Hastanenin soğuk koridorlarında yüz tutmuştum. Ömrümün bir yılına bedel olan kaza ile açtım gözlerimi Eğirdir'in tozlu sokaklarında. Bu bir başlangıçtı benim için. Yüz tutmuşken acıya bu denli, kim durdururdu artık beni. Bu defa da yalnızdım. İçime iğnelenen bir hüzün gibi işlemişti yalnızlık. Hastanede tedavi sürecim başlamıştı. Ağrılı sancılı günler kapıdaydı. Bu kez yalnızlığı kendim tercih ettim. Arkadaşlarıma sıkıca tembihledim, ailemin haberi olmaması için. Ve uzunca idare ettik bu durumu kendi aramızda. Gelip gidiyorlardı hepsi sağ olsun. Lakin ben tek yatıyordum hastane de. 4 kere ameliyat oldum. Her biri sancılı geçiyordu. Birini atlatmaya çalışırken diğeriyle yüzleşiyordum. İlk yüzleşmem o zaman oldu. Yalnızlıkla acıyla bir başına, başının çaresine bakmakla. Değişik rollere bürünüyordum. Güçlü ve asil. Belki de en güçsüzü. Fakat erteler insan kendini keşfetmeyi çoğu zaman. Hep başrol ben. Her ne hata yapsam bedelini gene ödeyen ben. Bir ayı geçince, hocalarım babama mektup göndermişler. Bir gün kapı açıldığında arkasında babam belirdi. Öyle çok öfkeliydi ki hırsından nasıl kızacağının hesabını bile yapamadan, fütursuzca savuruyordu sözcükleri. Hastalandığıma mı üzüleyim babamın hakaretlerine mi? Asıl kızdığı onlardan saklamamdı lakin saklamasam da değişen hiçbir şey olamayacaktı. Bu yüzden, gerek duymadım. Gerçeklerle yüz yüze geldiğim zaman bir eziklik yaşadım içten içe, fakat iş işten geçmişti. Habersiz girdiğim bu oda da gürleyen tartışmalarımız başladı babamla. Birkaç gün yanımda kaldı. Üzülmüştü canı yanmıştı belki. Lakin belli etmemek için şekilden şekle giriyordu. Duygularını yansıttığı zaman beni affettiğini düşüneceğimden korktuğu için sakınıyordu. Değişen hiçbir şey olmadı. Ayağım sakatlandı, kalbim yaralandı, babam öfkelendi, değişen tek şey zamandı en büyük ilacı ile.
Bu bir yıllık süreçte farklı yüzlerle ahbap oldum. Gelenler gidiyordu gidenler anılarıyla boğuşuyordu. Oda arkadaşlarım. Ve farklı hikâyeler ile yüz tutuyordu acı tablolarda. Yüzüne baksan çok mutlu görünenlerin, derin yaralarına şahit oldum. Veya çok mutsuzum diyenlerin gizli umutlarına. Her biri ayrı dersler verdi bana. Ya da benim onlara verdiğim hayat dersleri.. Her gelen tozuyla giriyordu bu soğuk hastane odasın. Ve her tozda bir acı gömülüydü. Bunlardan biride Osman Amca.. Onu ilk gördüğümde hayli acımıştım haline. Acılar içinde sedye ile getirildi odaya. İki ayağı, sol eli, sağ elinin üç parmağı yoktu. Kullanabildiği tek iki parmağı vardı onu da sigara içmek için kullanıyordu Osman amca. Ve gariptir ki içine soluksuzca çekip ve sonra dumanını boşluğa bıraktığı o sigara uğruna bu haldeymiş. Yani tüm eziyet bu dumanı çekebilmek için mi? Uğruna tüm vücudu eksik kalmış lakin gene de devam etmek istiyor bu çaresiz alışkanlığa.
- Ne yapayım bırakamıyorum evladım diye hayıflanıyor Osman amca.
- O seni bırakmak için hayli uğraşmış amca. Sen izin vermemişin ki.
- Nasıl yani?
- Beni içme artık diye tüm vücudunu koparmış senden. Bu hayatta. Hep bir şeylerin esiridir insan. Kendi içinde tutsakken özgür sanır kendini. Bazen sigara alkol veya kötü alışkanlıklar. Her birine farkında olmadan ayrı ayrı tutsak olursun. Bu kısırdöngü hep böyle devam eder. 5 yaşında ki bir çocuğun, koca bir öküzü ipe takıp gezdirmesi gibi bağlanır tüm basiretler. Kopamadığı şey ip değildir kendisine olan güvensizliğidir. Osman amca hayatımda gördüğüm en büyük esaret mahkûmuydu. Ölümü pahasına bırakmıyordu. Ve bu acizlik yavaş yavaş onun sonu oldu. Evet, o sigarayı bırakmadı ama sigara onu bıraktı özgürdü artık. Osman amcanın tik takları azaldı, yokluğa gömüldü. Vedalaşmaya bile fırsatım olmadı bu kez. Birer birer gidiyordu her gelen. Her yeni gibi onlarda eskiyordu. Birazdan bende gideceğim. Ve değişik hayatlar girecek odaya. Hastanenden çıktığımda üzerimden koskoca bir yükü atmış gibi hür hissediyordum kendimi. Sanki yıllarca kafeste kalmışım ve şuan özgürlüğüne kavuşturulmuş bir kuş gibi hafiftim. Ama ayağımda ki iz ömür boyu silinmedi. Ahmet i Osman amcayı hastane kokusunu ameliyat korkusunu unutturmayacak bir iz kaldı bedenim de. Kaygılarını bıraktığın zaman mutlu oluyorsun bu hayatta. Hayata dair tüm kaygılarımı bırakmak için çok mücadele verdim, lakin başarılı olamadım. Bir sene sonunda bir yıllık 18 dersi bir haftada verip başarılıda olmuştum. Artık okuldan yana kaygım yoktu. Her yaşanan bitiyordu birer birer giden ömürdendi azalan bendim ilmek ilmek. Farklı yüzlerle yüzleştim farklı seslerin kulağı oldum. Biçare döndüm memlekete. Bakış açım farklıydı bu kez herkese. Bir Ahmet olmamaktı tüm derdim. Veya Osman amca gibi esaretin bedelini ödemeden yaşayabilmek. Tüm bunları başardığım zaman kendimle gurur duyacaktım zamanı vardı her şeyin bir zamanı.Sevgili okur,Kitabım cok yeni olduğu için yorumlar oldukca az. Bu yüzden bölümleri çok yavaş yüklüyorum. Sevgilerimle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SURETİMİN ARKA YÜZÜ
Lãng mạnBana ölümü hatırlatma, bu denli yaşamak isterken. Kasirgalara mahkumken naçiz ruhum nasıl teslim olayım amansız hastalığa. Öylese al götür toprak olsun bedenim. Nasıl güzelse yasamak ölümde öyle dokunsun ruhuma. Suretimin arka yüzü Ayşe Birer Lafçi ...