Mert'ten
Araba o kadar hızlıydı ki Melis ne durabildi ne de araba onu fark edebildi... Melis yolun karşısına uçtu. Koşarak yanına vardım ve yüzünü iki elimle kavradım. Başının üstünden, yanağına süzülen koyu kırmızı kanı beni iyice endişelendirdi. Eğer ona bir şey olsaydı kendimi affetmezdim. Arabadaki adam telaşla arabadan indi ve arkama geçti.
"Bayan iyi mi?" Diye sorunca kendimi tutamadım ve yüzüne bir tane patlattım... Bunu çoktan hak etmişti. Hırsımı alamadım ve defalarca vurmaya devam ettim. Aslında adamın hiç bir suçu yoktu. Melis bir anda yola atlamıştı. Ama bu umrumda bile değildi. Arkamda bizi izleyen telaşlı kalabalıktan birinin ambulansı aradığını işittim. Belki de her şey için artık çok geçti. Nereden bilebilirdim ki?..
Ambulansı beklemeyecektim. Adama son kez vurduktan sonra Melis'i kucaklayıp arabanın arkasına yatırdım. Gaza çok fazla yüklenmiştim ama onu hastaneye yetiştirmem gerekiyordu. Kavşaktan dönerken kazanın olduğu yolun üzerindeki şaşkın bakışları üzerimde hissedebiliyordum. Umrumda değildi. En yakındaki hastaneye vardığımda doktorlar yanıma gelmişlerdi bile. Hemen Melis'i sedyeyle ameliyathaneye götürmeye başladılar. Doktor bana bakmaya başladı...
"Ne oldu?"
Bir an ne diyeceğimi bilemesem de hemen toparlandım: "Araba çarptı."
"Peki, siz hastanın nesi oluyorsunuz?.."
"Sevgilisiyim..." Gerçekten de öyle miydim?.. Bilmiyorum!
"Akrabasına haber vermemiz gerek..."
Hayır, onların bunu öğrenmesini istemiyordum, çünkü eğer öğrenilirse Melis'in başı belaya girebilir veya sürekli bir şoförle seyahat edebilirdi. Bu da beni ne zaman görse Kozcuoğlu ailesine haber uçurabilir demekti.
***
Ameliyathane yazısının önünde geçirmiş olduğum 1-2 saat boyunca otomatik kapıdan çıkan her doktora Melis'in durumunu sordum (zaten 15 dakikada bir doktor çıkıyordu.) ama belli ki artık benden çok sıkılmış, veya bana gerçek anlamda acımışlardı ki sürekli kantine inmemi veya uyumamı önermişlerdi. Ama ben onlara sadece burukça gülümsemiştim. Bana korkulacak bir şey olmadığını, ameliyat bitmeden bir şey söyleyemeyeceklerini söyleyip duruyorlardı. 3 buçuk saattir Melis'in ameliyattan çıkmasını bekliyordum ve artık korkmaya başlamıştım. Madem korkulacak bir şey yoktu, neden hala şu lanet olası ameliyat bitmemişti ki?.. Bir kaç dakika sonra bir doktor çıktı ve gözleriyle etrafı taradı. Beni görmesiyle seri adımlarla yanıma ulaştı, yüzündeki heyecan, telaş ve hatta korku beni de korkutmuştu. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:
"Acil 'Arh+' kana ihtiyacımız var, etrafınızda bu kan gurubuna uyan ve kan verebilecek birini tanıyor musunuz?"
Benim kan gurubum uyuyordu; "Benim kan gurubum 'Arh-', ben de kan verebilirim değil mi?.."
"Tabi ki, ama acele etmemiz gerekiyor. Bir kaç hemşire sizi sevgilinizin ameliyat olduğu ameliyathanenin yanındaki küçük odada bekliyor. Sizi hazırlayacaklar..."
Hızla içeri girdim. İki tane hemşire beni gördü ve bana odayı gösterdiler. Önce bana kan vermeye kendi rızamla izin verdiğime dair bir kağıt imzalattılar. Ardından 20 yaşlarındaki kız konuşmaya başladı;
"Sizden 4 büyük tüp kan alacağız, tansiyonunuz düşebilir bu yüzden 20 dakika kadar uzanmanızı isteyeceğim sizden..."
Kızın sesi o kadar inceydi ki dediklerini bir kaç saniye sonra algılayabilmiştim. Daha sonra geçen her dakikanın Melis'in aleyhine olduğunu düşünerek gösterdikleri yatağa uzandım:
"İsterseniz bütün kanımı alın, yeter ki Melis'e bir şey olmasın..."
Kadın bana, benimle gurur duyuyormuş gibi bir bakış attı ve ardından koluma taktığı lastiği sıkılaştırdı.
"Sevgiliniz, sizin gibi bir sevgilisi olduğu için çok şanslı..."
İçimden 'Asıl ben onun gibi bir sevgilim olduğu için çok şanslıyım...' diye geçirsem de sevgili olmadığımızı hatırlayınca bir anda yüzüm düştü. Hemşire yüzüme baktığı bir kaç saniyede bu yüz hatlarımın değişimine anlam veremese de çaktırmadı, en azından çaktırmadığını sandı. Ben bu düşüncelerimin içinde boğulurken, 2. Tüp de bitmişti. Kulağıma dolan yabancı telefon sesiyle bir süre donup kalsam da bunun Melis'in telefonuna ait olduğunu anladım.Doktorlar yakınıyım(!) diye Melis'in üzerinden çıkan kişisel eşyalarını bana vermişlerdi ama o uyandığında (uyanacak biliyorum...) vermediği güveni boşa çıkarmadığımı söyleyebilmek için çantasına dokunmamıştım. Sadece kıyafetlerine öpüp, koklamıştım...
Telefondaki 'Babam arıyor...' Yazısını görünce bir an bayılacağım sandım. Telefonu açıp, 'Alo?' Deyince Mehmet amca şaşkınlığını saklayamadı tabi...
"Melis'in telefonu sende ne arıyor, Mert oğlum?.."
-Bana olan onca olaydan sonra bile 'oğlum' diye hitap eden kayınpederim Mehmet amcaya sevgilerle... -
"Merak etmeyin Mehmet amca, kızınız küçük bir kaza geçirdi de hastanedeyiz."
"Hangi hastane?"
"Korkulacak bir şey yok merak etmeyin..."
" Aylin'e ne diyeceğim ben şimdi?.."
"Aylin teyzeyi meraklandırmamıza gerek yok Mehmet amca, Melis iyileşsin gülerek anlatırız Aylin teyzeye olanları..."
"Tamam, ben geliyorum. TEK BAŞIMA! En ufak bir gelişmeyi haber et tamam mı?"
"Tamam Mehmet amca merak etme..."
Kan alma işi bitmiş, hemşireler kanımı Melis'ime götürmüşlerdi. Bana dinlen demelerine karşın ben ayağa kalkmaya çalışmış ama başarılı olamamıştım. Kan alma tüpleri, iğneler vb. Şeyler gürültüyle yere düşmüştü. Yerden kalkmaya çalıştıkça daha sert bir şekilde yere kapaklanıyordum. Kapı açıldı ve iki doktor beni yerden kaldırdı. Ameliyathaneden çıktım. Beni dinlenmem için normal odaya götürüyorlardı ama yalvar yakar banklarda oturmama izin verdiler. Bu 4 tüp beni daha da halsizliğe iterken Melis için güçlü olmaya çalıştım. Onun için bunu yapmalıydım. Sonra Mehmet amca geldi ve dediği gibi yanında ne Aylin teyze, ne de Melis'in abisi Emre Kozcuoğlu vardı. Beni gördü ve bir kaç saniye yüzüme baktı ardından ilk konuşan o oldu;
"Melis nerede?"
"Ameliyathanede..."
"O kadar ağır yani durumu..."
Evet... "Bilmiyorum."
"Doktorlar bir şey dedi mi?"
"Daha bir şey söylemek için erken diyorlar, ameliyatın seyri değişebilirmiş, bitmeden bir şey söylemek doğru değilmiş..."
"Sen nereden öğrendin, yoksa seni mi aradı?.."
Hayır, onu bir sapık gibi okulun önünde bekledim, benimle konuşmasını istedim ama o istemedi ben de ısrar ettim üstüne üstük kolundan tuttum, arabaya binmesi için tehtid ettim, o da benden kurtulmak için arabanın önüne atladı, eğer kızınız bu ameliyattan sağ salim çıkamazsa bunun tek suçlusu benim... "Hayır..."
Bu cevabıma şaşırmış olacak ki tam bir şey söyleyecek iken ameliyathaneden çıkan doktorla ikimizin de gözü ona döndü. Bir süre sadece yüzümüze baktı ve ardından konuşmaya başladı:
"Siz hastanın nesi oluyorsunuz?"
"Babasıyım..."
Doktor bir süre sadece beni süzdü ve konuşmaya devam etti:
"Peki, Melis hanım geldiğinde göğüs kafesinde, leğen kemiğinde ve kaburgalarında kırıklar oluşmuştu. İç kanaması vardı. Ameliyat tam 5 buçuk saat sürdü çünkü kırıkları onarmaya çalışırken olan iç kanaması arttı ve durdurmakta epey zorlandık. Kendisini yoğun bakım odasına alacağız, her an yeni bir iç kanama başlayabilir. Hayati tehlike devam ediyor. Lütfen kendinizi en kötüsüne hazırlayın, bu ameliyattan çıkması bile bir mucize..."
Kendimi en kötüsüne nasıl hazırlayabilirdim ki?.. Melis ve ölmek aynı cümlede kullanılamazdı bile... Melis gerçekten hayat neşesi olan bir kızdı. Aynı zamanda da komik bir kızdı. Bazen üzgün olurdum ve o bunun farkına varırdı. Beni anında güldürürdü. Zamanla onun yanından hiç ayrılmak istemediğimi fark ettim. 'Keşke trafik olsa da biraz daha benimle kalsa...' Diye düşünürken buluyordum kendimi. Bu kız ne yapmıştı bana böyle?..
Ama doktor bu bir mucize demişti. Melis ve mucize aynı cümlede kullanılması benim için aşırı olasıydı. Ben onun sayesinde bir mucizeyi, aşkı tatmıştım. Başta sadece bir hoşlantı diye düşünsemde bu duygunun bir hoşlantı kadar basit olamayacağını zamanla da anlamıştım. Ben aşıktım, kesinlikle...
Bu arada bir kez daha ameliyathanenin kapısı açıldı ve sedyedeki Melis'i görmem bir oldu. Büyük bir kaç makineyi kablolarla ona bağlamışlardı ve kalp atışları çok sesli duyuluyordu. Kan dolu 2 torba vardı. Büyük ihtimalle diğer 3 tüpü ameliyatta kullanılmıştı. Bir tanesi serumla ona bağlıydı ama kordona tutturulan bir kapak kanın damarına akmasını önlüyordu. Diğer elinde serum bağlıydı ve içindeki sıvının damla damla damlaması aşırı sinir bozucuydu. Sedyeyi hızla odaya aldılar ve diğer makinaların ve diğer araçların hem Melis'e takılımını, hem de odaya yerleşimini izledim. Melis masum bir şekilde yatakta yatıyordu. Doktorlar bize durumu her zaman olduğundan daha iyi bir biçimde aktarırken, o doktorun fazla umutlanmayın derken durumun bundan nasıl daha kötü olabileceğini düşündüm. Artık zaten yapılabilecek tek şeyin beklemek olduğunu anlamıştım. Anlayalı da tam 5 buçuk saat oluyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taht Kavgası
ChickLitGüzel, bir o kadar da çekici bir kız; zeki aynı zamanda güçlü ve yakışıklı bir erkek. Aralarındaki kavgada, kin ve öfke yerini aşka bırakmaktadır... Melis❤️Mert Melmert