7.7

14.2K 741 271
                                    

for my sun and stars @theflawlessunicorn


Justin evden çıkarken annesinin bıraktığı araba anahtarlarını aldı ve motosikleti yerine arabaya yönlendi. Hareketleri aceleciydi. Büyük ihtimalle yarıda kestiğimiz şey onu, benden daha çok etkilemişti. Arabayı çalıştırdıktan kısa süre sonra telefonu bir arama ışığı ile yandı. Buradan baktığımda Eric'in aradığını görebilmiştim.

"Ne var?" diyerek açtı Justin telefonu. Eric'in karşıdan söylediklerini zar zor seçiyordum ama onu defalarca aradığını belirten kelimelerini seçebildim. Tam bu sırada çantamdaki telefonumu çıkarmıştım ki, "Duymamışım,"dedi Justin. Eric'in sesinden adımı duyduğumda telefonumun ekranında beni de defalarca aradığını gördüm. "Evet o da duymamış," derken Justin artık sorularından usanmış gibiydi. En son, "Of siktir git, geliyoruz işte," diyerek telefonu kapattı.

Justin'i birden bire agresif yapan şey onunla gereğinden fazla ileri gidip yarım bırakmam mıydı yoksa Eric'in soruları mıydı emin olamadım.

"Sadece merak etmiştir, bu kadar sert konuşmana gerek yoktu," dedim asıl nedeni kurcalamaya çalışarak.

Cevap vermesi birkaç saniyesini aldı. "Ona gerçekten neden geç kaldığımızı söylememi mi isterdin?" derken sesi alaycıydı.

"Ondan bahsetmediğimi biliyorsun, sadece ona biraz kaba davrandın."

"Bu bizim normal konuşma şeklimiz güzellik," derken gözünün ucuyla bana baktı. "Siz kızlar gibi birbirimize sevgi kelimeleri sıralamıyoruz."

Gözlerimi devirdim ama cevap vermedim. Ortada bir sorun yoktu, sadece her zaman ki gibi Justin'di. Bir süre sonra daha önce gördüğüm ama hiç girmediğim bir kafenin önünde durduk. Justin düzgünce park ettiğinde tam arabadan inecektim ki, "Bekle," diyerek durdurdu beni. "Yapmam gereken bir şey var."

Ona döndüğümde bana hızlıca yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ben ne olduğunu anlamamışken Justin bu zamana kadar ki en iyi öpüşmelerimizden birini gerçekleştirmişti. Bunda bir katkı sağlamayı beklemiştim ama geri çekildiği gibi arabadan inmişti. Kafam karışmış bir şekilde bende indim.

"Bu neydi şimdi?" diye sordum çantamı omzuma takarken. Elimi tutup beni kafeye yönlendirirken baş parmağı ile tenimi okşadı.

"Yapmasaydım bütün gün içimde kalırdı," demekle yetindi sadece. İçeriye girdiğimizde buraya kafe demenin yanlış olduğunu fark ettim. Bar görünümlüydü ama dans eden insanlar ya da bağıran bir müzik yoktu. Alttan yavaşça çalan anlamlı bir şarkıyla çoğu insan masalarda oturmuş içki şişelerini bardaklara dolduruyorlardı.

Eric'in sarı kafası bu loş mekanda oldukça kolay fark ediliyordu o yüzden onları uzunca aramadık. Yanlarına yaklaşırken masadakilere hızlıca baktım. Eric, Charles, Lewis, Neil, Neil'ın kız arkadaşı, tanımadığım sevimli bir kız ve... Rae.

"Benimle dalga geçiyor olmalısın," diye mırıldandım kendi kendime.

"Ne?" dedi Justin dediğimi anlamadığı için.

"Hiç," diyerek omuz silktim ve tam yanlarında durduğumuzda diğerlerine 'ben zararsız ve kesinlikle hakkınızda dedikodu yapmayacak ufak bir kızım' gülümsemesi atıp, "Selam," dedim. Ortamı bölen neşeli sesim Rae'nin hiç hoşuna gitmemiş gibi yüzü düşmüştü.

"Sonunda!" Bu kelime tabii ki bir kral gibi masanın başındaki sandalyeye oturmuş Eric'ten çıkmıştı. "Robb'un sizi kaçırıp bir depoya kilitleyerek işkence ettiğini düşünmeye başlamıştım. Bu kadar süre ne ile oyalandınız?"

"hello gorgeous." Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin