"Hey!" diye seslendim dakikalardır peşinde dolaştığım çocuğa. "Hey! Beklesene!"
Bana dönüp şöyle bir baktıktan sonra yoluna devam etti. Boyu benden en az yirmi santim uzundu ve attığı devasa adımlara yetişmem imkansızdı. En son beş saat önce yemek yediğimden koşmak da benim için epey zor olacaktı. Fakat zoru severdim.
Koşmaya başladım ama yürümemden pek de farkı yoktu. Nefes almak iyice zorlaştığı halde koşmaya devam ederken, şans yüzüme güldü. Seslendiğim çocuk birden yere kapaklandı. Düşmek onu dumura uğratmış gibiydi. Çünkü ben yanına gidene kadar kalkmaya çabalamadı bile.
"Gördün mü? Sana kaç kere beni bekle diye seslendim. Kötü biri olursan sonuçlarına katlanırsın."
Yüzüme benden tiksiniyormuş gibi baktı. "Pardon?"
Elimi uzatıp kalkmasına yardım ettim. "Hayatını kurtardım, bana bir yemek borçlusun."
"Pardon?" dedi tekrar. Belki de anlama özrü vardı. "Sadece düştüm. Ölecek değildim."
Anlama özrü yoktu. Fakat kesinlikle konuşması biraz değişikti.
"Dahi!"
Üstünü başını elleriyle temizlemeye çalışırken ellerindeki çamur her şeyi daha da batırmasına neden oldu. Bir kahkaha atarak ona baktığımda çenesinin kasıldığını fark ettim.
Yere saçılan bir iki market poşetini alıp ben ne olduğunu anlamadan yürümeye tekrar başladı.
"Cidden bekler misin? Benim iki katımsın ve yetişemiyorum!"
Beni şaşırtarak aniden durdu. Ve ben de fırsattan istifade yanına gittim. "Bir; senin iki katın değilim. İki; seni neden bekleyeyim?"
Kaş altından ona baktım. "Çünkü sohbet etmek istiyorum."
"Fakat ben istemiyorum. Şu bahsettiğin karşılıklı yapılan bir eylem."
"Olabilir." Dedim omuz silkip. "Benim için çok da fark etmiyor."
Bana tekrar tiksiniyormuş gibi baktı. Ve yürümeye devam etti.
"Buraya yeni taşındın, değil mi?"
Cevap vermedi.
"Oturduğun evde çok yaşlı bir adam oturuyordu. Geçen yıl evinde ölü bulundu. Sonra kasabadan kimse o evin önünden dahi geçmek istemedi. Sanki adam eceliyle ölmemiş de öldürülmüş gibi herkes korkuyordu. Her neyse, sen orayı tuttuğuna göre bilmiyordun bunları?"
Bir yandan hızlıca yürüdüğümden nefes nefese kalmıştım.
"Hepsini biliyorum."
Şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm. "Vay canına. Neden tuttun bu evi öyleyse?"
Cevap vermedi.
Eve çok az kalmıştı. Benim açımdan iyiydi çünkü epey yorulmuştum. Bahçe kapısına geldiğimizde ondan önce davranıp bahçeye girdim. Nasıl başardım bilmiyorum.
"Bir cevabın yok mu?"
"Var." Dedi sinirle. Gülümseyerek yüzüne bakıp bekledim. "Sana ne!"
"Çok kabasın!"
Sinirimi bozmuştu. Biraz çenem düşüktü fakat yine de o da sohbete katılsa çok güzel sohbet edebilirdik. Yani sonuçta artık bu kasabada yaşıyordu. Sürekli birbirimizi görecektik, değil mi? Beni tanımaya çalışması daha mantıklı olurdu.
Evin kapısını kapatacakken son anda onu zorla durdurdum. İçeri girdiğimde beni sertçe kolumdan tutup kapıdan geri çıkardı. "Çok açım ama." Dedim üzgünce. "Yemek yedikten sonra gidemez miyim?"
"Burası aşevi değil." Deyip kapıyı kapatacakken tekrar sıyrılıp içeri girdim.
Kolumu daha sert tuttu. "Adın ne?"
"Neden sordun? Sapık falan mısın?"
Bana öyle bir baktı ki bir insan gözünden çıkan sinirle bir başkasını öldürebilse şu an ölüydüm. "Beni... dakikalardır takip eden ve evime giren sensin ama sapık olan benim öyle mi? Senin akıl sağlığın yerinde mi?"
"Evet." Dedim. Açıkçası ben de biraz sinirlenmiştim. Yaptığım şakayı anlamayacak ne vardı? "Şakaydı sadece. Ben Moon Gi Yun."
Kolundan kurtulup tokalaşmak için elimi uzattım.
Elim havada kaldı.
"Eğer gitmezsen polisi arayıp adını vereceğim."
Yüksek bir kahkaha attım. Şehirden geldiği o kadar belliydi ki. Bana şaşkınca bakarken kahkahalarım daha da yükseliyordu. "Bu kasabanın nüfusu bir elin parmaklarını bile zor geçiyor ve polise, yani komşuma, adımı verdiğinde tutuklar mı sanıyorsun?"
Alt dudağını ısırdı. "Sanmıyorum. Öyle olmalı."
"Ama öyle olmaz." Deyip evin içine arsızca ilerledim. "Senin adın ne?" diye bağırdım ona doğru.
Yanıt olarak çarpan kapı sesini duydum.
"Yemek yiyip gideceksin." Dedi sertçe.
"İçindeki iyilik meleğini çıkardım değil mi Lay?"
"Efendim?" şu yüzü ne zaman güzel hislerle kaplıyken görecektim acaba?
"Adını söylemedin. Birden dilime Lay geldi."
"İsmim Lay değil."
"Tabii ki değil Lay. Söyledim ya ben öyle diyorum sadece."
Elindeki poşetleri mutfak tezgahına çarparcasına bıraktıktan sonra devasa adımlarıyla merdivenleri ikişer ikişer çıktı.
Çabuk sinirlense de saf biriydi. Beni bir gram tanımıyordu ama salonunda yalnız bırakıp yukarı çıkmıştı. Hırsız falan da olabilirdim sonuçta. Şanslıydı ki değildim. Fakat çok açtım.
Poşetlerin içini karıştırmaya başlayıp aldığı ramenleri tezgaha çıkardım. Ardından yumurtaları buzdolabına dizmeye başladım.
"Ne yapıyorsun?" sesiyle irkilip elimdeki yumurtayı yere düşürdüm.
"Hakikaten ne yaptığım ortada değil mi! Neden böyle saçma sorular soruyorsun!"
"Nasıl bu kadar arsız olabiliyorsun?" eğilip yumurta kabuklarını topluyorken birden bir şey hatırlamış gibi irkilerek ayağa kalktı. "Yeri temizle."
Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerini kaçırıyordu. Bu sefer gözünü kaçırdığı yere bakıyordum. "Ben misafirim." Dedim ellerimi de teslim olur gibi havaya kaldırıp. Ardından da mutfaktan çıkıp koltuklardan birine oturdum.
"Yeri temizle." Dedi tekrar. "Yoksa sana yemek vermem."
Dudaklarımı büzüp ayağa kalktım. Yüzünü inceledim. Ciddi duruyordu. Gerçi ciddi olmadığı bir anı görememiştim ama çok da köklü bir dostluğumuz yoktu. O yüzden sorun etmiyordum.
Pes edip mutfağa geri döndüm. Kırılan yumurtayı temizlemeye başladım.
"Ben senin evcil hayvanım değilim, bana yemek vermeyeceksin ikram edeceksin."
"Ah pardon." Dedi kettlea su koyarken. "Yumurta kokusu bir gururun olduğunu mu hatırlattı?"
"Haha. İstersen biraz da sen kokla, belki kibarlıkla ilgili bir şeyler hatırlarsın."
Yumurta kabuklarını çöpe atıp yeri sildikten sonra ellerimi yıkadım. Lay de kaselere rameni boşaltırken kollarımız birbirine değmişti. Birden elektrik yüklüymüşüm gibi benden uzaklaştı.
Yutkunup bozuntuya vermedim. "Ben iki paket istiyorum."
Hızlı bir nefes verdi. İkinci paketi de kaseye boşalttıktan sonra kaseyi resmen önüme çarptı. Masaya soslu su dökülmüştü. Yine umursamadan kasemi önüme çekip yemeye başladım.
Lay de kendi ramenini alıp masaya geldi.
"Zhang Yixing."
"Efendim?" ağzım dolu konuşmuştum.
"İsmim, Zhang Yixing."
Kaşlarımı kaldırıp anladım manasında kafamı salladım. Berbat bir isimdi. "Yine de sana Lay diyeceğim."|||
merhaba! çok değişik gelişti bu hikayeyi yazma serüvenim ama açıkçası paylaşmak için de sabırsızlandım. uzun zaman sonra ilk defa fan-fic yazıyorum. ve k-popla da ilk deneyimim. ilk bölüm olduğundan önyargılı yaklaşmayın derim ama beklentinizi yüksek de tutmayın. yorum alırsam çok mutlu olurum^.^

ŞİMDİ OKUDUĞUN
call me whatever/whenever (zhang yixing)
Fanfictionona bakıp "hepimiz bir şeylerden kaçıyoruz; anlatmak, açıklamak zorunda değilsin. sadece kaçtığın yerde mutlu ol." demek istedim. demek istedikçe ağzımdan tek kelime dahi çıkmadı.