3

68 7 2
                                    

Sınav sonuçları açıklandıktan sonra ben napücüüm kafasındaydım ve hiçbir şeyi kafam almadı açıkçası. birkaç yeri düzenleyebildim bugün be paylaşıyorum. umarım seversiniz. yorum bırakın!

Koltukta rahatça otururken, ayaklarını da sehpaya uzatmıştı. Tavana bakıyor, alt dudağını ısırıyordu. Yüzünü tam manasıyla göremesem de hala gülümsemeye dair kırıntılar olduğu çok barizdi. Zira gamzeler yerinde duruyordu.
Söylediklerini duymamış gibi yapmaya karar verdim. Yoksa bu gece burada kalması epey zor olacaktı.
Ayağa kalkıp mutfağa gittim ve kendime buz gibi su doldurdum. Birincisi, ben böyle şeylerden etkilenecek biri değildim. Kesinlikle bu minicik söz benim uçarı kişiliğimi törpülemeye yetmezdi.
Fakat Lay'e bir anlığına dahi dokunmak hoşuma gittiğinden, gülüşü kalbimi hızlandırdığından, gamzelerinin etrafında parmak uçlarımı gezdirmek için karşı konulmaz bir istek duyduğumdan ve bunları da o bana o cümleyi kurduktan hemen sonra fark etmiş olmamdan ötürü, biraz tuhaf hissediyordum.
Yoksa kesinlikle etkilenmezdim.
Bardağım boşaldığında tekrar doldurdum ve hızlıca içtim. Daha iyiydim, su kesinlikle mucizevi bir şeydi.
"Bana da getirir misin?" Lay'in sesini duydum. Ve ardından bunun bir rica cümlesi olduğunu kavradım.
Gözlerimi yumup dirsek içimi hafifçe cimcirdim.
"Ne o?" diye seslendim salona doğru. "Evinde kalmama izin verdin diye sana hizmet etmem gerektiğini mi düşünüyorsun?"
Bu gereksiz bir çıkıştı zira rica etmişti.
Bardağımı lavaboya bırakırken ayağa kalkıp mutfağa yöneldiğini göz ucuyla gördüm. Kafasını iki yana sallıyor, alt dudağını ısırıyordu. Az önceki haline göre sinirliydi.
Şöyle bir düşününce, sinirli olması benim akıl sağlığım için kesinlikle daha iyiydi. Zihnim böylece berraklaşıyordu, böylece pratik cevaplar verebiliyordum. Prenses modunu etkinleştirmek en son ihtiyacım olan şeydi.
"Karşındakini kabalıkla suçlarken, senin kibarlığa bağışıklığın olmadığını da hesaba katsan daha faydalı olur." sesi dümdüzdü.
Kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı büzdüm.
O da suyunu doldurup bir dikişte içti. Gözlerimi aşağı yukarı hareket eden adem elmasından bir süre alamadım.
"Sen de karşındakini suçlarken belki de hatalı olanın sen olduğunu hesaba katmalısın."
kafasını evet manasında salladı. "Bunu kesinlikle sen de uygula."
Gözlerimi kısıp bir şey söylememek için dudaklarımı ısırdım ve eski yerime, koltuğa döndüm.
Lay de koltuğuna döndüğünde elinde cips dolu kase vardı.
"Gi Yun," dedi ağzına bir tane cips attığında. "Anlat bakalım, neden burda kalmak zorundasın?"
Isırdığım dudaklarımı serbest bıraktım. Kişilik bozukluğu olduğuna emindim. Birden ilgi katsayısı artmış, buz kütlesinden normal bir insana evrilmişti.
"Söyledim ya." bakışlarımı ondan çektim.
"Daha fazla ayrıntı ver. Sonuçta seni evime aldım, bilmeye hakkım var."
Söyledikleri sinirime dokundu. Kafamı kaldırıp ona baktım.
"Bak! Tam da bundan bahsediyordum az önce. Fırsatçılık yapıyorsun!"
Kıkırdadı. Bu daha da sinirimi bozmuştu. Ne yapmaya çalışıyordu, rolleri mi değişmiştik?
"Hakikaten yapmıyorum." Dedi. "Çok masum hislerle sordum."
Ardından kalkıp yanıma oturdu. Fakat aramızda hala belli bir mesafe vardı. Kesinlikle temasta bulunmamızı engelleyecek bir mesafe. "Anlatırsan cipsi paylaşırım."
Bu sefer istemsizce gülümsedim. "Anlatırsam bana tekrar borçlanırsın."
"Cipsi paylaşacağım ya işte?" dedi mızmız bir çocuk gibi.
"Hayır," dedim gülümserken. "Bir sırra dahil olmanın bedeli yemekle ödenemeyecek kadar büyüktür."
"Bunları uyduruyorsun." dedi saf bir ciddiyetle.
Bir kahkaha attım. "Hayır!"
"Her neyse," dedi muzip bir edayla. "En fazla bir gece daha evimde kalırsın. Pek de uçuk bir bedel ödemem."
Derin bir nefes aldım. Tahmin edilebilir biri miydim ben? Sahiden de ihtiyacım olduğunda birkaç gece evinde kalmak isteyecektim.
Yüzümü buruşturup anlatmaya karar verdim. Kaybedeceğim ya da utanacağım bir şey yoktu.
"Babam ayyaşın teki." dedim. Soru sormamasını umuyordum. Zira böyle durumlarda insanlar bana acıyarak bakar ve anlıyorum, hımmmmm derdi. Neyi anlıyorlarsa?
Fakat Lay ciddileşmişti. Gözlerinde ilgi kırıntıları görüyordum. Fakat acımıyordu. Belki sinirli bile duruyordu fakat acıma yoktu.
"Sana zarar mı veriyor?" dedi. sesi ip gibi gerilmişti.
Elim istemsizce daha bu sabah tokat attığı yanağıma gitti. Yüzümü buruşturup silkelendim.
"Gi Yun, sana zarar veriyor değil mi?"
Kendimi zorlayıp güldüm. "Saçmalama." diye kestirip attım. "Sadece sürekli evde başka kadınlar ve bir sürü gürültü oluyor. Eve gidemiyor değilim aslında, sadece gitmek istemiyorum."
Derin bir nefes alıp dudaklarını büzdü. Ardından da gözlerini üzerime dikti. Beynimi okumaya çalışırcasına bakıyordu yüzüme.
Yaklaşık beş on dakika sonra gözlerini üzerimden çekti. "Pekala," dedi. "Sana inandım."
Gözlerimi devirdim. "Ne büyük lütuf."
Bana bakışlarında bir endişe ve şüphe vardı. Ama hala acıma göremiyordum. Söylediklerime bu şekilde yaklaşması hoşuma gitmişti.
Şu zamana dek o acıyan bakışlardan dolayı bir sürü insanı hayatımdan çıkarmıştım. Hiç arkadaşım yoktu. Gerek de duymuyordum aslında ama böyle kalacak yer sıkıntısı çektiğimde, yalnızlık sinirime dokunuyordu.
"Burada biraz daha kalabilirsin." dedi dakikalar sonra. "Yani eve dönecek kadar kafanı toparlayana dek falan."
Öyleyse sonsuza dek yanında kalacağım demek istedim. Fakat bu cümleyi ağzımdan çıkaramadım. "Benden yakındığında, bu söylediklerini hatırlatacağım."
"Bu bir tür kendini koruma biçimin mi?" kaşlarını çatmış ve yüzünü bana iyice yaklaştırmıştı.
"Bu derken neyi kast ettiğini anlamadım."
Yüzü hala bana çok yakındı. "Ağzımdan dostça bir şeyler çıktığında, damarıma basmak istercesine cevap veriyorsun." hızlı nefes alıp veriyordu ve nefesi yüzüme çarpıyordu. "Böyle kendini koruduğunu mu sanıyorsun?"
Yüzüme çarpan nefesi algılarımı kapatmıştı. Kalp atışlarım hızlanırken, kendimi geriye çektim. Gerçi bunu yapmasam da o herhangi bir temasa izin vermezdi.
"Dost olmadığımız için söylediklerine dostça bir anlam yüklemiyorum."
Lay gülümsedi. Gülümseyişini ikinci görüşümdü. Gülümsemesi içinde gülümsemek istediğim ilk andı.
"Haklısın." ayağa kalktı. "Dost değiliz."
Bir şarkı mırıldanmaya başlayarak merdivenlere yöneldi.
***
Lay merdivenlerden çıkalı iki saati geçiyordu. Bana anında inanıp evinde ağırlaması garipti. Gerçi ona başka şans da bırakmamıştım fakat yine de saflığı takdire şayandı.
Sonunda sıkıntıdan bunalmama ramak kala ben de merdivenlerden çıkıp evi gezmeye karar verdim. Doğrusu, ev umurumda değildi; terası çok merak ediyordum.
Merdivenleri sessizce çıkıp teras kapısını açtım. Lay'in dikkatini çekmeden hareket etmeye çalılıyordum.
Kapıyı yavaşça kapatıp terasta ilerlerken, Lay'i gördüm. Yere uzanmış gökyüzünü seyrediyordu.
İçimden oflayarak hemen geldiğim yönde dönmeye karar verdim. Parmak uçlarımda yürüyordum. Kapı koluna elimi uzattığım anda ismimi duydum. Ardından da adım sesleri.
"Ben dönüyorum, rahatsız olma." diyerek kapıyı açtım.
"Rahatsız olmam." dedi. sesi çok yakından geliyordu.
Neden böyle tepki verdiğimi bilmiyordum. Onu rahatsız etmeyi şimdiye dek umursamamıştım. Ne olmuştu da şu anki ortamını bozmak istememiştim; hiçbir fikrim yoktu.
"Hakikaten sorun değil, öylesine evi turluyordum ve daha sonra da-"
Elini bileğimde hissettim. Ve hemen ardından kuvvetlice geriye doğru çekildim.
Eli bileğimde, nefesi tekrar yüzümdeydi.
Gözlerimi kırpıştırarak karanlıkta parlayan gözlerine bakıyordum.
Bileğime kan hücum etmişti. Doğrusu sadece bileğime değil tüm vücuduma kan hücum etmişti.
Dokunuşu öylesine yumuşaktı ki. Beni sertçe tutup çekmesine rağmen, parmaklarının verdiği his yumuşacıktı. Bu hissi kaybetmemek istedim.
Bana dokunmuştu. Bile isteye.
Ben bunu bile daha kavrayamamışken, sanki kaçacakmışım gibi beni biraz daha kendine çekti. Artık bacaklarımız da hafifçe birbirine değiyordu.
Kendime sinirliydim. Şu an bulunduğumuz ortam, onun bana dokunması, içime çekmek durumunda kaldığım nefesi; kendime sinirli olmama sebep olmuştu.
"Gi Yun," dedi tek nefeste. "Rahatsız olmam."

call me whatever/whenever (zhang yixing)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin