Günler öncesini hatırlıyorum. Ailemle vedalaşmadım. Arkadaşlarımla vedalaşmadım. Özellikle de Hayley'le. Ona hakkımda tek kelime bile söyleyemedim. Ölüm adasının ziyaretçi vahşilerinden biri olacağıma solunum zehirlenmesi geçirmemi tercih edeceğimi biliyordu. Zaten ona bu yüzden söyleyemedim.
"Krizantem Öz!" ismimi yüksek sesle söyleyen adama baktım. Dikkatimi toplamamı sağlamıştı. Beni çağırdıkları için ayağa kalktım.
Adam elindeki cihazı ona uzattığım koluma doğru yaklaştırdı ve o küçük iğne ucunu etime batırırken ben acımı görmezden gelmeye çalıştım. İstemsizce ağzımdan küçük ve saniyelik bir inleme döküldü. Dişlerimi ve dudaklarımı susmak için birbirine bastırdım. Adamı tanımıyordum sadece yüzüme bakmadan yaptığı şeye odaklanmıştı.
Adam başka bir isim söyleyip o gencin oturduğu alana doğru ilerlerken benim gözlerim tenimin altında parlayan küçük sarı noktanın ışıltısını izledi. Adamın askeri botlarının yükselen takırtısı sessizliği yaran bir uğultu gibi kulaklarımda yankılandı.
"Oturmalısınız Bayan Öz." Kadının biri ayakta kaldığım için rahatsız olarak beni uyarırken gözlerimi benimle birlikte gelen yaşıtlarımda dolaştırdım. Yabancı yüzlerin isimleri hayal meyal aklımdaydı. İkili koltukların arka arkaya doğru sıralandığı üç sıra vardı ve içeride kaç kişi olduğumuzu saymadım. Yine de sayımızı biliyordum: 57 kişi.
"Krizantem Öz!" ses tonu yükselirken kadın tekrar döndüm ve sakin bakışlarla yerime oturdum. Onun tedirginliği benim sakinliğim yüzünden artarken bana gergince bakmaya bir süre devam etti.
"Tam da istediğiniz gibi değil miyim?" gözlerini kısarak bana bakmaya devam ettiyse de kelimelerime karşı söyleyebilecek tek bir şey bulamamış gibi susmak zorunda kalmıştı. Ona gülümsedim.
"Dikkatli olmalısın." sol tarafımda oturan genç erkek herkesin giydiğinden farksız üniformamın üzerinden bileğimi tuttu. Doğruca yüzüme bakarak söylüyordu. Ciddi ifadesi yerindeydi. Gözleri simsiyahtı.
Kolumu kendime doğru çektim. Ona cevap vermek yerine yakasında ne yazdığını görmek için gözlerimi isminin ve soy isminin yazılı olduğu yere doğru kaydırdım. Sol göğsünün üstünde dikdörtgen bir kabartma şeklinin içinde Demir Köksal yazıyordu. Sessiz kaldım ve arkama yaslandım. Birazdan kalkışa geçeceğimiz için emniyet kemerimi bağladım.
Görevli kadınlardan biri kemerimi kontrol ederken saçlarımı sıkı sıkı örüp sağ omzumun üstüne yerleştirdiğimi gördü. Saçımın altında işaretli bir yay ve ok resmi vardı. İşareti görmek için saçımı kenara iten kadın ardından bileğime bir işaret damgaladı. Kıyafetimdeki işaretin aynısıydı.
"Merak etme, geçici bir şey. Damgalanmış bölgeyi yedinci yıkayışından sonra tamamen silinecektir." demeyi ihmal etmedi ve sol tarafımda oturan Demir Köksal için de aynı şeyi uygulamak için yaptığı işe devam etti.
Z şehri hakkında gördüğüm son şey şehrin kurak çölün ve kirli denizin arasında sıkışıp kalmış görüntüsüydü. Gittikçe küçüldü ve sonunda gözden kaybolana kadar uzaklaşmaya devam ettik. Emniyet kemerimi çözdüm ve eşyalarımı kontrol etmek için sırt çantama uzandım.
Fermuarını açarken keten dokusunun ağırlığını hafifletmek için çantayı kucağıma çektim ve eşyalarımı çantanın içinden hiç çıkarmadım. Küçük bir pusula, elektronik anı günlüğüm, eski usul biraz kağıt ve kalem yanıma almıştım. Bize zaten ihtiyacımız olan her şeyin kampta olacağı söylendiğinden yanımıza fazla bir şey getirmemiz İstenmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POLEN
Science FictionBilim Kurgu, Distopya Çağ: Kıymet Sonrası Yıl: 2077 Rapor: Dünya tükenmek üzere İnsanlar uzaya çıkmanın bir yolunu buldular ama farklı gezegenlerde yaşam bulamadılar. Uzaya çıkılmanın başarısı, bitkileri hasta eden virüsün yayılmasıyla taçlandırıld...