Geç kalacağım, diye kendi kendime düşünürken koridorda ilerliyordum.
İngilizce öğretmeni, Bay Wilkins'in geç kalmaya karşı ne kadar sert olduğunu düşünüyordum. Biraz sonra vereceği nasihati düşündüm, bu yüzden biraz hızlanmaya karar verdim.
Zihnim her lise öğrencisinin düşüneceği şeylerle dolmaya başladı. Ödevler, çalışma kağıtları, projeler, sınavlar. Tabi ki, birçok öğrencinin de yapacağı gibi, bu düşünceleri görmezden geldim. Bunun yerine gelen telefon çağrısını düşünüyordum. Hayır, bu sabah geleni değil.
Dün gece geleni.
Babamdan olan.
Tam uyumaya gidecekken telefonum çaldı. Arayanı gördüğüm anda reddettim. Sonra bunu yapacak cesaretim olmasına kızacağını düşünerek pişmanlık duydum. Bir daha arama girişimi yapacağını biliyordum, biraz sonra telefon tekrar çaldığında haklı olduğumu görmüştüm. Telefon uzun uzun çalarken ekrana baktım, sonunda bir sesli mesaj bıraktı.
Dişlerimi gıcırdattım. Korkak gibi hissediyordum. Belki de öyleydim.
Ya açacaktım, ya da bildirimlerde bir sesli mesajım olduğu görünecekti. Ve orada hep kalıp her telefona baktığımda rahatsız edecekti. Tabi ki dinlemeden silme seçeneği vardı. Ama önemli bir şey olabilirdi. Asistanına yaptırmak yerine arama yapmaya vakit ayırdığında genelde öyle olurdu. Dinlesem de dinlemesem de zihnimde olacağını bilmeme rağmen bir kere dinlesem en azından zihnimden çıkar diye düşündüm.
Sesli mesaja girdim ve numarasının üstüne bastım. Sesini duymadan önce bir saniye bekledim. Ona itaat etmekle yükümlü büyüdüğüm katı ses. İnsanların bana miras kaldığını düşündüğü soğuk, kısık ses.
"Bennett, çağrılarımı görmezden geldiğini biliyorum. Konuşmamız gerek. Bunu yapmaya devam edemezsin. Onu bu konuya katarak bir hata yaptığını biliyorsun. Yapman gereken-"
Birisi bana çarptığında düşüncelerim bölündü. Karşı taraf yere düşerken ben de geriye sendeledim. Benim dengemi kurup ayakta kalabilmemin aksine, o, biriyle çarpışmayı beklemeyerek yere düştü.
Baktığımda bir kız olduğunu gördüm. Onu tanımıyordum, demek ki hiçbir ortak dersimiz yoktu. Kafasını ovuştururken gözlüklerini düzeltti.
İnledi, "Çok teşekkürler."
Duyduğum an anladığım alaycılıkla kaşlarımı çattım. Ama ben diğer herkesin olacağı kadar şaşkındım. İncinip incinmediği için endişelendiğimden tereddüt ederek bir adım attım.
Kafasını kaldırıp bana baktığında, muhtemelen kim olduğumu fark ettiğinden gözlerinde tanıdığını belli eden bir ifade gördüm. Kibirli görünmek istemem de... insanlar kim olduğumu biliyordu, bir de okula yeni transfer olan öğrenci olmak bu konuda işe yaramıyordu. Jordan'ın deyişiyle diğer herkesin yaptığı gibi bana aval aval bakmasını ve sonra fotoğrafımı çekip imza istemesini bekledim.
Ondan gelecek olan tepkiyi bildiğimle ilgili yüzümdeki hüznü saklamaya çalıştım ve onunla ilgilenmeye devam ettim. "Üzgünüm, seni görmedim," diye özür dilediğim an, bahane uyduruyor gibi durduğundan söylediğime pişman oldum.
Söylediğim şeye kızgın olabileceğini biliyordum ama ondan bana kötü bakışlar atmasını beklemiyordum. Declan'ınkiyle bu kadar uyuşan bakışlara karşı gözlerimi kırpıştırdım.
"Eminim görmemişsindir," dedi bana inanmadığını söyleyen bir tonda.
Kendimi savunmaya başladım, "Hayır, gerçekte-" ama sözüm kesildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Three of a Kind (Türkçe Çeviri)
Short StoryHiç Üç Silahşorler acaba Naomi ile ilk tanıştıklarında ne düşünüyordu diye merak ettiniz mi? Kitabın bütün hakları, yazarı @rubixcube89201 tarafından, Türkçe çevirisi hakları @badboysofgoodgirl tarafından saklıdır.